Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 49

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

Limanı, o tarihlerde dahi Fransa’nın birinci iskelelerinden sayılıp içinde her zaman birçok gemi bulunurdu. Hasan Mellah, orada bulunan gemilere göz gezdirdiği sırada, gözü bir kenarda demirlemiş olan gayet süslü bir uskunaya ilişti ki bunun seyahate mahsus bir tekne olduğu ilk bakışta anlaşılabilirdi. Bir de daha ziyade dikkat edince ne görsün? Açık mavi boyalı ve su kesiminden aşağısı kırmızı bir uskuna ki Cartagena Limanı’ndan Pavlos’un seyahat uskunası olmak üzere tanıdığı teknedir. Ta kendisi!..

      Biçare çocuğun bir kere yüreği oynadı. Hemen birinci ve ikinci kaptanla güverte zabitini çağırıp durumu tahkike başladı.

      Hasan: “Şu uskunayı gördünüz mü?”

      Birinci: “Şu süslü uskunayı, değil mi?”

      Hasan: “Evet!”

      Birinci: “Cartagena Limanı’nda değil miydi ya?”

      Hasan: “Ben de öyle zannediyorum.”

      Zabit: “Zengin bir herifin şahsi seyahatlerine mahsus gemisi dediler idi.”

      Hasan: “Öyle. Fakat biz Cartagena’dan hareket ettiğimiz zaman bu tekne hâlâ orada mıydı yoksa o gece hareket ettiğini haber verdiğiniz üç gemiden birisi bu muydu?”

      İkinci ve zabit: “Hayır efendim, biz hareket ettiğimiz zaman bunu Cartagena’da bıraktık. Bizden sonra kalkıp buraya gelmiş.”

      Hasan: “Benim aklıma da öyle geliyor. (güverte zabitine hitaben) Size özel bir memuriyet var.”

      Zabit: “Nedir efendim?”

      Hasan: “Bu geminin çorbacısı hâlâ burada, Marsilya’da mıdır yoksa başka yerde midir, öğrenmek.”

      Zabit: “İşten bile değil.”

      Hasan: “Öyle ama nasıl öğreneceksiniz biliyor musunuz? Kendinizi kimseye göstermeden, hele beni asla kale almadan ve bu suali dahi o geminin kaptan ve zabitlerine sormadan.”

      Zabit: “Tayfalarından demek olacak.”

      Hasan: “Öyle olacak. Yahut iskele simsarlarından, filandan…”

      Zabit: “O da kolay efendim.”

      Bu emri verdikten sonra Hasan başını önüne eğip bir müddet düşündü ve bu mülahazada Pavlos’un mutlaka Marsilya’ya gelmiş olduğunu ve fakat kendisi şehir içinde bulunmayacağını, eğer kendisi şehir içinde kalacak olsa aldatıcı bir belirti olmak için uskunayı Marsilya Limanı’nda bulundurmayacağına hükmetti. Zabit ise aldığı emir üzerine hemen bir sandala binip karaya çıkmıştı. Kaptanlar da kendi işlerine gitmekle Hasan, Madam İlia ile yalnız kalınca onunla konuşmaya başladı:

      Hasan: “Cenabıhak hakkımızdaki inayetini tamamlamayı murat buyurursa burada aradığımızı bulacağız zannındayım.”

      Madam: “İnşallah efendim, inşallah muvaffak oluruz.”

      Hasan: “Şu mavi boyalı, süslü uskunayı görüyor musunuz?”

      Madam: “Şu üç direkli gemi yanındaki uskuna değil mi o?”

      Hasan: “Evet, işte bizim aradığımız adamın gemisi odur.”

      Madam: “Ee, sonra?”

      Hasan: “Bakalım kendisi dahi burada mıdır diye, bir adamı incelemeye gönderdim. Lakin burada bulacağımı ümit etmem.”

      Madam: “Gemisi burada olunca kendisi de burada olmaz mı efendim?”

      Hasan: “Düşmanımız o kadar ahmak değildir. Benim de gayret ve sebatımı bilir.”

      Madam: “Burada değilse ne yapacağız?”

      Hasan: “Burada değilse mutlaka Fransa içindedir, arkasına düşeceğiz.”

      Madam: “Siz yalnız mı?”

      Hasan: “Kara yolu zahmetlidir. Sizi o zahmete koymak istemem.”

      Madam: “Eğer bu seyahatte benim de size bir hizmetim olabilecekse vallahi zahmete bakmam, her hizmetinize can atarım.”

      Hasan: “Gayretinizdeki büyüklük için teşekkür ederim efendim. Ancak ben sizden isteyeceğim hizmetleri de bilirim.”

      Hasan’ın, elinde dürbün bu lakırtıyı söyleyerek gerek uskuna tarafına ve gerek güverte zabitinin çıkmış olduğu sahile doğru inceleyici bakışları, bir gözlemcinin yıldız gözlemesinden pek de farklı değildi. Ancak aradan iki saat kadar zaman geçtiği hâlde, zabitten henüz bir eser görünmemesi ve kahvaltı zamanı dahi gelmesi cihetiyle Madam İlia ile beraber kamaraya inmiş idi. Tam yemekten sonra kamaradan çıkarken zabit de sandal ile gemiye yanaştı ve Hasan’ın huzuruna gelerek şu malumatı verdi:

      “Efendim, bu gemi, Arap asilzadelerinden birisinin imiş. Sahibi içinde olarak gelmemiş. Boş gelip sahibinin emrini beklemekteymiş. Sahibinin nerede olduğunu bilmiyorlar. Yalnız Paris’te olmasını zannediyorlar.”

      Hasan: “Bu malumatı kimden aldınız?”

      Zabit: “Bir simsar Yahudi ile bir de feribot tayfasından miskin bir adamdan.”

      Aldığı malumatı kendi zannıyla mutabık bulduğu cihetle, Hasan zabitin getirdiği habere inandı. Zabit işine giderek yine Madam İlia ile yalnız kalınca aralarında şöyle bir söz geçti:

      Madam: “Demek oluyor ki bu uskuna aradığınız adamın uskunası değil.”

      Hasan: “Nereden bildiniz?”

      Madam: “Ya, bir Arap beyzadesinin gemisi diyorlar. Sizin aradığınız adam Hristiyan değil mi?”

      Hasan: “Bizim aradığımız adam hem Hristiyan hem Müslüman’dır hem Yahudi’dir. Hem İspanyol hem Fransız hem de Arap olabilir.”

      Madam: (tebessümle) “Öyleyse ne Allah’ın gazabı imiş!”

      Hasan: “İşte o Allah’ın gazabına biz, daha büyük bir musibet olursak yiğit sayılırız.”

      Madam: “Şimdi kararınız nedir?”

      Hasan: “Şimdi kararım birkaç gün sonra Paris’e gitmektir.”

      Madam: “Burada bekleseniz olmaz mı? Kendisi Fransa’nın neresindeyse nihayet buraya gelecek değil mi?”

      Hasan: “Hayır, ben burada on gün otursam mutlaka burada bulunduğumu tahkik ederek kendisine bildiren casuslar bulunur. Şimdi o İspanyol iken Arap olduğu gibi ben dahi Arap iken İspanyol olarak Paris’e gidersem belki kendisini sıkıştırabilirim. Siz burada rahatınızda kalırsınız. Ben gecikmem. En fazla iki aya kadar yine buradayım.”

      Madam: “Şayet kendisini Paris’te bulamazsanız?”

      Hasan: “Ben kendisini Paris’te bulamayacağım diye gitmiyorum. Mutlaka bulacağım diye gidiyorum. Eğer orada bulamazsam elbette

Скачать книгу