Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 50

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

takip edemeyeceğiz.

      Madam İlia’ya güzel bakılması hakkında çorbacıları tarafından verilen emir üzerine, gerek kaptanların ve gerek güverte zabiti Trillo’nun (Herifin ismi budur.) kadına ne kadar iyi bakacaklarını tarife bile lüzum olmadığı için madamın herhâlde rahat edeceğine şüphe edilemez. Hatta kadının her ihtiyacı karşılanarak kendisinin eğlenceden başka bir şeyle geçireceği vakti olmamasıyla her gün karaya çıkarak, bir iki saat vaktini, gerek Marsilya şehrinin içinde ve gerek civarda bulunan Katalan karyesi ve başka bağlarda, bahçelerde geçiriyordu.

      İşbu seyahatçikler münasebetiyle Madam İlia’nın elbette Marsilya’da birkaç kimse ile tanışıp dostluk kurmuş olduğunu zannedersiniz. Lakin bu zan batıl ve beyhudedir. Dost olma denilen şey gezmekle hasıl olmaz. En evvel komşular vasıtasıyla husule başlar. Madam İlia’nın ise evi gemi olmakla gemiden çıktığı zaman gittiği bahçelerde ve başka mahallerde bir kenara oturarak henüz bir kimseye prezante edilmemiş olduğu ve edilmek arzusunda bulunmadığı cihetle tanışıp dostluk edecek ne bir adam görür ne de aramak kaydında bulunurdu.

      Bir gün hem de pazar günü olmasıyla yine âdeti üzere şehri gezmeye çıkmıştı.

      İkindiye kadar ötede beride gezdikten sonra, ikindiüzeri de Saint Marie Kilisesi’ne girip felakete uğramışların kalbinden hiçbir vakitte çıkmayan manevi yardım ümitleriyle yüreği dopdolu olduğu hâlde, Cenabıhakk’a şükürle karışık dualar ediyordu. Derken gözü, kapının yanında ayaküzeri durup boynunu bükmüş bulunan bir fakire ilişti.

      Bu adamın sakalı uzamış, saçları da omuzlarından aşağı inmiş olduğu cihetle pek de yüzü görülemeyip ancak arkasındaki lime lime olmuş kalın abadan yapılmış pis, mundar elbise içinde olduğu görülmek şöyle dursun, Marsilya gibi sıcak bir memlekette bu hâl ve kıyafette bulunmaya kendisini zorlayan fakr-u zaruret ateşiyle kavrulmakta olduğu da görülüyordu.

      Madam İlia herifi bu hâlde görünce “Aman ya Rabbi! Ben bu kadar felakete uğramış bir biçare iken maiyetime koca bir gemi vermiş ve sandıklarımı elbiseler ve çekmecemi altın ve gümüş doldurmuş olduğun hâlde, mutlaka masum ve her hâlde günahsız da olduğu görünüşünden görülmekte bulunan şu biçareyi, velev ki yine lime lime olsun yaz sıcağına karşı giymek üzere bir hafif elbiseden bile mahrum edişin acaba ne hikmete dayalı olabilir? Şu herifin elbette yiyeceği ekmek de giydiği elbise nispetindedir. Yok, yok! Yine günaha girdim. Elbette bu gibi fukarayı bizim şefkat ve merhametimizi imtihan etmekle beraber hâl, saadet ve gınamız39 üzerine gerekli teşekkürleri ifada kusur etmememiz için ortaya koymuştur. Gerçi ben de başkasının yardımına muhtacım. Ancak yardımına muhtaç olduğum zat, ihtiyaçlarımı o kadar iyi karşılıyor ki hatta bu fakirin ihtiyacını dahi karşılamaya benim gücüm yeter.” yollu dindarca bin hissiyat ile herifin yanına sokulup para vermek için elini de cebine sokmuştu. Bir de bu kadar merhametini celbeden biçarenin, kocası İlia olduğunu tanımasın mı?

      Kadıncağız kendisini kaybedip “Hay, İlia, kocam, aman ya Rabbi!” diye kocasının boynuna sarılmaya hücum etti. Ve herif de kadının yüzüne bakıp “Vay, gerçek, karı be!” dediyse de kollarını açıp üzerine doğru gelmekte bulunan sadık ve sevgili karısını göğsünden iterek hemen kapıdan çıktı ve kadın ise bu ret muamelesine hayretle, eli havada bir dakika durduktan sonra arkasından koştuysa da kocasından bir nam ve nişan göremeyerek âdeta rüya görmüşe döndü.

      O telaş ve hayretle zavallı kadıncağız deli gibi öteye beriye başvurup döndü dolaştı. Akşama kadar gezdi, aradı. Ancak güya yer yarılmış da kocası yerin dibine geçmiş gibi mümkün değil bir eserini göremedi. Üzüntüsünden ağlamak istedi, ağlayamadı. Teselli bulacak şeyler aradı, bulamadı. Nihayet şaşkın şaşkın gemiye dönerek düşünmeye başladı.

      Biçare kadıncağız bu hâlde ne düşünebilir? O fakir adamın kocası olduğunu yalnız kendisi tanımadı ki gördüğü şeyi hayale atfetsin. Herif de karısını tanımıştı. Bu durumda, niçin kendisini reddederek savuşmuş olduğuna hiçbir mana veremeyip işte bu şüphe üzerine çıldıracağı geliyordu.

      O gece sabaha kadar Madam İlia’nın gözlerine uyku girmemiş olduğuna inanırsınız ya? Ertesi sabah biraz daha sakin bir hâlde durumu gözden geçirince hükûmete müracaatla Marsilya’nın içinde şu kılıkta bir adam olduğundan aranıp bulunmasını talep edecek olduğu zaman “Eğer kocamı kendim buldurup hükûmete teslim edersem kanına kendim girmiş olmaz mıyım?” mülahazası, kocasının kendisini reddedişine de bir mana verdi. “Mutlaka ben kendisini tanırsam meydana çıkarmış olurum. O zaman da hükûmetin eline geçer diye beni kabul etmedi.” dedi.

      Gerçi bu düşünce pek yerinde idi. O kadar yerinde idi ki hatuncağızı mutmain bile edebildi. Ancak sonradan diğer bir mülahaza daha gelerek zihnini bütün bütün perişan etti. “Kocam canından korktuğu için böyle yaptı ise ben de hemen kendisini tutup hükûmete teslim edecek değildim ya? Benim kendisine ne kadar sadık olduğumu bilmez mi? İkimiz baş başa verip buradan kaçmayı kararlaştırdıktan sonra Hasan Mellah’ın dahi yardımları sayesinde nerede olsak rahat rahat yaşayamaz mıydık? O sayeden haydi kendisinin haberi yoktur, diyelim. Beni yalnız ikbal40 hâlinde iken mi zevce tanıyacaktı? İdbar41 hâli, zevceliğimizi de ihlal mi etti?” diye bütün bütün perişan olup kaldı.

      O günden sonra Madam İlia her gün şehri gezmeye çıkıp hususi olarak kiralamış olduğu araba ile hemen her gün şehrin gezmedik sokağını bırakmadı. Lakin mümkün olamadı ki kocasına bir daha tesadüf etsin.

      Biçare kadıncağız, kâh herifin çıldırmış olmasına kani olmak istiyor kâh artık kendi muhabbetini unutmuş bulunmasına inanmaya yaklaşıyordu ki kocasından görmüş olduğu muamele bu düşüncelerin hepsini de teyit edebilirdi.

      Nihayet kabahati erkeğin heveslerine bulmaya başladı. Bir erkeğe hiçbir şekilde inanmanın caiz olmadığını ve hatta Hasan Mellah’ın bile sevdiği kız kim ise aramakta gösterdiği bunca fedakârlığın, sadece bir hevesten ibaret bulunduğuna katiyen hükmederek kocası olacak ikbal ve güzellik heveslisi için bunca vakitten beri döktüğü gözyaşlarının dahi boşuna olduğuna iman etti. Lakin imanı da o kadar kuvvetli değildi. Üzüntü galip geldikçe bu inanca düşer ve üzüntüsünü yenebilecek düşünceler baş gösterdikçe yine eski namuslu hâli ve kocasına olan sevgisi geri gelirdi.

      Altıncı Bölüm

      Madam İlia’nın kim olduğu, gerek kaptanların ve gerek güverte zabiti Trillo’nun malumu olduğu gibi kadının ne gibi bir emel ve mecburiyet üzerine gemiye gelmiş olduğu dahi birinci kaptanın dönüş gecesi Hasan Mellah ile beraber bulunmuş olmasıyla arkadaşlarına anlattıklarından anlaşılmıştı. Ancak bunların malumatı her hâlde kendilerince bir şey olup hiçbirisi o konuda kadına bir tek söz söylememişlerdi. Madam İlia’ya gelince; gerçi kendi hâlinin herkese malum olduğunu o dahi biliyordu. Ancak hâlini bahis konusu yapmakta hiçbir fayda ümit etmediği cihetle derin derdinden hiçbirisine şikâyette etmezdi.

      Birinci kaptan Maltalı olup elli beş yaşını geçmiş kır saçlı bir adam ve ikinci kaptan da yine bu yaşta bir İspanyol idi ki her ikisi de âlemin oldukça sıcağını da soğuğunu da görmüş bulunduklarından Madam İlia’nın hâline gerçekten acıyorlardı. Güverte zabiti Trillo otuz beş kırk yaşında bir İtalyan

Скачать книгу


<p>39</p>

Gına: Zenginlik, yeterlik. (e.n.) 185

<p>40</p>

İkbal: Baht açıklığı, talih, refah. (e.n.)

<p>41</p>

İdbar: Talihsizlik. (e.n.) 187