Ferdi ve Şürekâsı. Halid Ziya Uşaklıgil

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ferdi ve Şürekâsı - Halid Ziya Uşaklıgil страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ferdi ve Şürekâsı - Halid Ziya Uşaklıgil

Скачать книгу

yukarı kalktı; kararındaki kuvveti gösterecek bir sesle, “İnanınız ki, Hacer’i almayacağım!” dedi.

      Hasan Tahsin Efendi, dünyada işittiği en garip düşüncelerin aşırısını görüyormuş gibi şaşkınlıkla dolu gözlerini açtı; bir süre sessiz, hayran, İsmail Tayfur’a baktı; bir şey söylemek için dudakları titredi, sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi başını silkerek “İnan ki, Hacer’i alacaksın.” dedi.

      Artık konuşmayı sürdürebilmek ellerinde değildi; yürümeye başladılar, şimdi sessiz, geri dönüyorlardı.

      5

      Hacer, bu akşam babasını odasında bıraktı, genç kızın yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Hacer, bu büyük evin tek sahibiydi; her yer, her oda, her köşe Hacer’e aitti; ama Hacer’in bir odası vardı ki bu, evin her yerinden çok kendisinindi. Sıkıldığı, kendini yalnızlığa muhtaç gördüğü zamanlar, “Artık evime gidiyorum.” dediği yer de burası, bu yatak odasıydı. Genç kızların yaşamlarında yatak odası, kutsal bir hayal tapınağı gibidir. Hayallerin, o altın kanatlı şiirin yuvası, yatak odasıdır. Yatak odası, öylesine saf, öylesine duygulu, öylesine ince hayallere, emellere sığınak olmuş bir yerdir ki, merak düşüncesi bile oraya girmeye cesaret edemez, o gençlik hayalleri barınağına sokulmaktan kaçınır.

      Hemen her zaman hep sürmeli olan bu oda kapanıp da genç kız yuvasında yalnız kaldığı zaman, işte o zaman genç kızdır.

      Bahar göğü lacivert dalgalanmalarını, geceler yıldızlarının şiirini genç kızların gözlerine o odanın küçük penceresinden gösterir.

      Hacer, odasına atıldığı zaman, orada bir şey bulacakmış; bir iskemlenin üstünde, bir sedirin köşesinde mutluluk kendisini bekliyormuş da onu kucağına çekecekmiş gibiydi. İçeriye girdiği zaman kapısını sürmeledi. Oda karanlıktı, yalnız duvarın içine gömülmüş küçük ocağın alevleri kırmızı bir ışık veriyordu.

      Genç kız ilerledi, bir kibrit çaktı, odanın yarı ışığı içinde saydam bir yüzey gibi parlayan aynanın iki yanındaki mumları yaktı. Şimdi oda hoş, gözleri okşar hafif bir ışıkla aydınlandı. Hacer, vücudunu saran kürkü çıkardı, attı; kürk, bir iskemlenin üstüne düştü; oda, vücudu tatlı bir gevşeklik içinde tutacak kadar ısınmıştı; denilebilirdi ki burada genç kızın baharı hüküm sürüyordu. Hacer, üstündeki ince yün elbiseyi de fazla gördü, elleri sinirli bir hızla düğmeleri iliklerinden fırlattı; kollarını arkasına uzatarak, yenlerini çekerek bu dar elbisenin içinden sıyrıldı; saçlarını tutan iğneyi çıkarıp attı, ayaklarından terlikler uçtu, yatağının kenarına yaklaşarak çoraplarını çekip fırlattı; şimdi ayakları, halının kaba tüyleri içine gömülmüş, saçları dizlerine kadar inen beyaz gömleğinin üstüne saçılmıştı. Bir süre böyle, yatağının kenarında, aynanın karşısında kendisine baktı; sonra biraz üşüyerek, biraz titreyerek ilerledi; yalnız genç kızların saklamasını bildiği yerlerden küçük, ince bir defter çıkardı. Bu, Hacer’in hatıra defteriydi. Yatağına sıçradı, vücudu, yastıkların arasına gömüldü; yatağının beyazlıkları arasında sadece başı, yatağın bir ucundan da ayağının bir parçası görünüyordu.

      Bu oda, bir genç kızın aklından geçebilecek her isteği yapmaya hazır bir zenginlikle meydana gelebilecek süslere batmış, her yanına bol bol göz alıcı yapıtlar serpilmiş, her köşesinde bir sanat güzelliği saçılmış, zengin bir baba tarafından tek bir kızına yalnızlığını unutturmak için yapılmış bir harikadır. Odayı, yumuşak tüyleri, ayakları havadan bir taban üzerinde tutan, ilkel renkleri alışılmamış şekiller meydana getiren bir Uşak halısı örtüyor. Duvar, baştan aşağı pembe ipek bir kumaşla kaplanmış, tavanın çevresi beyaz, pembe mavi atlaslarla boğulmuştur. Tavan, bir sanat güzelliğidir. Ressam, bu genç kız odasını yıldızlarla donanmış bir gökyüzüyle örtmek istemiş gibi mavi bir hava üzerine ışıklı, beyaz, ince bulutlar; durgun bir gölün köpüklerini andıran bulutlar arasına da ışık parçaları serpmişti. Odanın sol tarafını tutan yatakla bunun tam karşısında bulunan tek bir pencere arasında geniş, alçak bir sedir vardır; duvarın üstünden, bir sanatçı dehasının bulduğu çok acayip, büyük bir kuş kanatlarını açmış; uzun boynunu hoş bir eğişle uzatmış duruyor. Bu yabansı yaratığın pençelerinden duvarın o yanında atlaslar çözülmüş de dökülmüş gibi beyaz, pembe, mavi bir ipek tufanı akarak gözleri okşayan bir dalgalanmayla halının üzerine düşmüş; sedirin üzerinde bir tak meydana getirmiştir. Sedir, vücudunun rahatını sevenin oturacağı yer gibi her biri bir şekilde, başka renkte; her biri bir özel düşünüşün bulduğu, gariplik arayan bir düşüncenin türettiği; birçok yastıklarla kaplıdır. Bunlar, daha üzerlerinden kalkan hoş bir vücut teninin sıcaklığı uçacak kadar zaman geçmemiş gibi, ötesinde berisinde hafif çukurlar gösterir. Sedirin iki tarafına düşen perdenin etekleri arasında kaybolmuş iki büyük Çin saksısı; odanın her tarafını zevkli bir dağınıklıkla tutmuş çeşitli, ayrı ayrı masalar, çekmeceler, iskemleler, koltuklar üzerine serpilmiş; sayılamaz, hatır ve hayale gelmez ufak tefek, o Japon yelpazeleri, Sevr saksıları, eski işlemeler, fağfur fincanlar, tunç heykeller, çini kâseler; o bin yerden gelen bin türlü hiçler; iskemlelerin, yatağın, sedirin ayaklarını öpüyormuş gibi önlerine atılıvermiş parlak gözlü, korkunç ağızlı kaplanlar, yatağın karşısında şişelerin, kâselerin, kutuların renkleri ve ışıklarıyla parlayan düzen takımı, bu çeşitli eşyanın yansımasıyla parlayan alevler içinde aynanın iki tarafında uzanan gümüş kollar üzerinde bir çiçek demetinin içinden çıkan şamdanlar… Bütün bu güzellikler, bu hoş şeyler gözleri okşuyor; odanın her tarafından yayılan bir gençlik kokusu, düşünceyi baygın düşürüyordu. Ama burada bir yer vardır ki, odanın bir tarafını bir yığın beyaz köpük gibi dolduran bir yatak görünmektedir ki, bundaki yaratış güzelliği, bütün o sanat yapıtlarının sahibidir.

      Bu, sarı tunçtan iri, büyük bir yataktır. Burada beyazdan başka bir şey görülmez; tüller, ketenler, yünler, canfesler, burada titrek, parlak, donuk beyazlıklarını karıştırmış; burasını köpükten, buluttan meydana gelmiş bir küme hâline getirmiştir. Tavanın bir tarafında zarif, nazik bir el, sarı bir halka tutmaktadır; bu halkadan sanki tavan yarılmış da içeriye bir ışık demeti saçılmış gibi beyaz bir tül dökülmüş, yatağı bir melek yuvası gibi, kucağına almıştır; bu tüller, ötede beride toplanmış, birer bağ meydana getirilmiş, bunların üzerine birer beyaz güvercin konmuş, sanki bu saflık yatağı o saflık sembolünün koruyuculuğuna bırakılmıştı.

      Hacer, kar kümesi içine düşmüş bir çiçek gibi, yatağının içine gömülmüştü. Gözleri düşünceli bir gezintiyle şurada gölge arkasında kalmış bir Saksonya saksısına, ötede bir rafın üstünde ortası yarılmış kırmızı bir şeftali gibi dudakları arasından beyaz dişleriyle sırıtan bir zenci heykeline, yatağın üzerinde şimdi kanatlanıp uçacakmış gibi duran güvercinlere, bir iskemlenin ayağı dibinde uzun tüyleri uzun kulaklarına karışmış alçıdan bir köpeğe dolaşıyor; yastığın üzerine saçılan sarı saçların arasından parlayan bu iki göz, genç kızın görüntülerine başıboş bir kılavuz gibi orada burada geziniyordu.

      Hacer, daha on beş yaşındadır. Zayıf vücudu küçük başı altında, uzun ipek saçları arasında küçük beyaz yüzü; ona büyümemek, her zaman ufak kalmak üzere yaratılmış gibi bir çocukluk hâli verir. Kemiklerinin inceliği, ellerine, kollarına biraz uzun gibi görünen

Скачать книгу