Ferdi ve Şürekâsı. Halid Ziya Uşaklıgil

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ferdi ve Şürekâsı - Halid Ziya Uşaklıgil страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ferdi ve Şürekâsı - Halid Ziya Uşaklıgil

Скачать книгу

düşmüş duran defterini aldı. Bu mavi kaplı defter, genç kızın ikinci kalbiydi! İşte iki yıldan beridir ki artık muhasebe odasına gitmemesi söylenmiş, içeride yapayalnız yaşamaya gerek görülmüştü; iki yıldan beri de Hacer, bu defteri edinmiş; düşündüğünü, duyduğunu oraya yazmaya alışmıştı.

      İlk günü, babası kendisini, önemli bir şey söyleyecekmiş gibi, bir akşam pencerenin önüne çekip de “Hacer, sana dikkatle bir bakayım! Sen, artık bir genç kız olmuşsun! Haberin var mı? Bundan sonra içeride oturmak gerekiyor.” dediği zaman Hacer, az kaldı, “Nasıl? Demek bundan sonra oraya gitmeyeceğim! O hâlde nasıl vakit geçecek? Nasıl yaşayacağım?” diyecekti, bunu dememişti ama odasına çekilerek hüngür hüngür ağlamıştı. İşte o zaman yazılmasına başlayan mavi kaplı defterin birinci sayfası açılırsa şu satırlar görülür:

      5 Mayıs 19..

      Bugün babam bana, yazıhaneye gitmeyi yasakladı. Onu görmek mümkün olmayacak. Böyle nasıl eğlenmeli, bilmem? Kitaplarım, piyanom, bunların hiçbiri beni eğlendirmiyor… Aman Tanrı’m! Bu koca evin içinde tek başıma ne yapacağım?

      Bu parçadan sonra gelenlere “o” -genç kızların ilk duydukları aşka taktıkları bu belirsiz isim- yenilenip duruyor, gittikçe bir özel önem kazanıyor, gittikçe o yazıların tek konusunu meydana getiriyordu. En küçük olaylar burada büyük bir ayrıntı zincirinin nedeni oluyordu. Söz gelimi bir gün Hacer sokakta gelirken avluda ona rastlamış yahut bir akşam babasının yazıhanesine perdenin arkasından bakarken onu görmüş. Ya bir sabahleyin perdenin arasından babasının yazıhanesine bakarken onu görmüş ya da bir sabahleyin bir pencereyi kaparken sokaktan o sapmış da gözleri birbirleriyle karşılaşmış… Bunlar, önemli birer olgu olur, bu defterde bir tarih olayı gibi büyüklük ve önem kazanır; işte böyle bir kuruntudan doğma bir aşk hikâyesi meydana gelirdi. Gittikçe, o, genç kızın bütün hayatını ele geçirmiş, bütün düşüncesini büyülemişti. O… O kim? Kim olduğunun ne önemi var? O olması, bir genç kız için yeter. Yalnız büyümüş, bir babanın öpüşünden başka bir sevgi belirtisi görmemiş, açılmak isteyen duyarlık goncasına bir sevgi çiyi düşmemiş olan bu genç kız için İsmail Tayfur; o kumral saçlı, uzun boylu, yeşil gözlü genç adam herkesten, her şeyden başka bir şey olmuştu. İsmail Tayfur geldiği zaman Hacer, dokuz yaşındaydı; o vakit bu dokuz yaşındaki çocuk, bu genç adamı işte dokuz yaşında bir çocuk nasıl severse öyle sevmiş, yanından ayrılmamış, her vakit onunla gülüşmek için kendisine bir arkadaş tanımıştı. Ama sonra, dokuz yaşındaki çocuk, on iki yaşında bir genç kız olduğu zaman küçücük kalbinde duyduğu sevginin biraz yakıcı, biraz üzücü bir şey olduğunu anlamaya başlamıştı. Önceleri gülerken Hacer, artık gülmez olmuştu; yazıhanenin içinde, arkadaşının çevresinde pervane gibi dolaşırken artık kanatlarına bir kement atılmış gibi, bir tarafına oturakalır, sanki soluğunu onun yanında unutmuş gibi saatlerce dururdu.

      Hacer, bunu pek anlayamıyordu ama aslında ilk aşk anlaşılır mı? Yalnız babası, “İçeride oturmak gerekiyor!” dediği vakit Hacer onu düşünmüş, odasına gidip ağlamaya gerek görmüş, o mavi kaplı defteri açıp hayatının ilk hikâyesine başlamıştı. Bu hikâyenin başlığı “O” olmak gerekli, her genç kızın ilk hikâyesi bu başlıkla başlar; ama ne yazık! Pek çoğu başka biçimde biter. Hacer, bu defterin ilk sayfasını yazarken son sayfasına ne yazacağını düşünmemişti.

      Bir gün sabahleyin bir düşten uyandığı vakit Hacer kalbinde garip, tatlıya veya acıya benzer bir şey duymuştu.

      Genç kız, yatağının içinde epey düşünerek, kalbinde böyle hem acıya hem tatlıya benzer garip bir duyguyu doğuran şeyin ne olabileceğini anlamak istemişti. Sonra aklına geldi… Bu, bir düştü! Hacer, o düşün bütün ayrıntılarını kaybetmemek istiyormuş gibi yatağının içinde kımıldamaya cesaret edemeyerek, gözlerini açarsa -güneşe bakıldıktan sonra gözler yumulduğu vakit uçuşan hafif pırıltılar örneği- belli belirsiz geçen düş anılarını tutamayacakmış gibi kirpiklerini süzerek durmuştu.

      Peki iyi bilemiyor ama bulundukları yer, bildiği yerlerin hiçbirine benzemiyordu… Deniz gibi bir yerdeydiler. Üzerine parıltılar serpilmiş bir dalganın üstünde yuvarlanıyorlarmış gibiydiler. Uzun, kumral saçlı, yeşil gözlü bir yüz, Hacer’in yüzüne yaklaşıyor, yanaklarına değiyordu. Ama bu dokunuş o kadar hafifti ki, genç kız, yüzüne, yalnız bir ışık saçılıyormuş sanıyordu… Üzerlerinde parlak bir bulut, altlarında çırpıntılı bir dalga varmış gibi Hacer, İsmail Tayfur’un kolları arasında, yüzleri birbirine dokunarak bir boşluk içinde yuvarlanıyordu. Sonra ansızın karanlık olmuş, ikisi de karanlıklar denizi içinde kalmışlardı. O zaman Hacer, yavaş yavaş kendisinden kaçan o vücuda sarılmak için ellerini, sanki o yüze asılmak istiyormuş gibi dudaklarını uzatmıştı. Fakat ne yazık! Ayağının altında bir uçurum açılmış, birdenbire oraya düşmeye başlamıştı.

      Hacer, düşün bütün bu ayrıntılarını düşünmüş, kalbinde ne olduğunu anlayamadığı çok acı bir şey sezmişti. Bu düşü birine arılatmak, biraz ağlamak istedi! Zavallı kız! Kime anlatabilir? O zaman, mavi defteri aklına geldi, yatağından atladı, giyinmeye gerek görmeden, çekmecesine koştu, hiç kimseye anlatamayacağı duygularını defterin bir sayfasına dökmek istedi.

      Düşü yazdıktan sonra Hacer, şu bölümü eklemişti:

      Bugün ne olduğumu anlıyorum. Şimdiye kadar kalbimin alamadığı duyguların yalnız bir kelimenin içinde olduğunu işte bugün anlıyorum! Evet, seviyorum! Bu söz, dudaklarımı yakıyor, ciğerlerimi söküyor. Yüreğimde garip bir ihtiyaç, soluk aldıkça büyüyerek, şişerek dudaklarımdan “Seviyorum!” haykırışıyla taşmak istiyor. Şimdiye dek bu kelime dişlerimin arasından çıkmaya cesaret edemiyordu. Ama bundan sonra? Oh! Bundan sonra; bulutlara, rüzgârlara, göğün bir köşesinden odama girerek bana gülümseyen aya, “Haberiniz var mı? Ben, ne olduğumu anladım! Ben seviyorum!” diyeceğim! Ah! Bu sözü ona da söyleyebilsem! Bir gün hiç beklemediği bir zamanda, deli olmuş gibi çıksam, gidip dizlerinin önüne düşsem; ellerini tutarak, onları göğsüme basarak, kalbinden vurulmuş bir kuş gibi ayaklarının altında çırpınarak, “Seviyorum! Seviyorum!” diye haykırsam! Beni dinlese de üzgün üzgün ağlasa! Benim için ağlayacağını hayal ettikçe ne tuhaf bir tat duyuyorum! Zavallı anasız kız! Kim bilir, eğer bir annem olaydı, belki ona giderdim de derdim ki: “Anneciğim! Beni mutlu kılmak ister misin? Hacer’i mutlu görmeyi diler misin?”

      Annelere her şey söylenebilir ama babalara! Zavallı kız! Seni kim dinleyecek? Hiç!

      Hacer, artık arkasını getirememişti, canı ağlamak istiyordu. Oraya, iskemlesinin üzerine yığılarak, hüngür hüngür ağlamıştı.

      O gün Hacer, akşamüstü bir yerden geliyordu, odasına çıktı. Ara sıra böyle bir yerden geç geldiği zamanlar babasını odasında kendisini bekler bulduğu olurdu. Bu akşam içeri girdiğinde babasını, odanın içinde geziniyor gördü. Her zaman yaptığı gibi, babasının boynuna atılmak, öpmek istedi. Ama Ferdi, bu akşam bir keder putu kadar tasalıydı, çehresi, üzerini bir kara bulut bürümüş gibi kararmıştı. Hacer, babasını hiçbir zaman böyle görmemişti, ileriye gitmeye cesaret edemeyerek durdu; baba ile kız sessiz, ağır bir gözle bakıştılar.

      Sonra Ferdi ilerledi, ellerini Hacer’in omzuna koyarak ve sedirin üzerinde açık duran mavi defteri göstererek korkunç bir sesle “Defterini

Скачать книгу