Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri. Çulpan Zaripova Çetin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri - Çulpan Zaripova Çetin страница 25

Жанр:
Серия:
Издательство:
Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri - Çulpan Zaripova Çetin

Скачать книгу

gelin sessiz, kavgasızdı. En zor işe bile gözü karaydı onun. Çayırda, ambarda yapılan işler sırasında, orak, ot biçme, tahıl öğütme gibi zor işlerde erkeklerle yan yana çalıştı. Evin bütün işini –ineği sağma, koyun ve oğlaklara bakma, kışın buzağılarla uğraşma, kuzuları emzirme, eve odun ve su getirme, yemek yapma, semaver hazırlama, ateş yakma, döşemeleri silme- hepsini ama hepsini çok güzel yapardı. İşi bilerek, tadına vararak, severek çalışırdı. Fethiye Nine de bu gelinini severdi.”297

      Gelin olan kızların baba evindeki hayatı da kayınbaba evindeki hayattan pek farklı olmadığı için, onlar genelde zor iş yapmaya hem hazırlıklı hem dayanıklı olurlardı. Evdeki bütün işlere ek olarak kızlar, işten boş kaldıkları zaman kendilerine çeyiz de hazırlarlardı. Eserde de bunu kanıtlayan cümleler az değildir:

      “İhtiyar Nuri kendi çocuklarını çok küçükken çalıştırmaya başladı, çok çalıştırdı, hatta merhametsiz bir şekilde çalıştırdı. Yorduğu, dayanamaz hale getirdiği zamanları az olmadı. Yedi yaşından itibaren böyle bir hayatın içinde olan Gülbanu’nun elleri, Bikyar köyünde gıybete yer bırakmadı. Genç gelin hemen ilk gününden iki eltisini de geride bıraktı. Onun arkasında sağlam bağlanan kocaman ot yığınları erkeklerin bağladıkları yığınlar kadar sık dizildi.” 298 ;

      “Büyük kızı Minnisa çayır işlerini iyi yapardı. Gereksiz otları çekmede, orak ve ot biçme işinde, harman işinde erkeklerden hiç geride kalmadı. Buzağı, koyun bakma, ineği sağma gibi evdeki en zor işleri de severek yapardı. Bunlardan boş oldu mu hemen çeyizine başlardı: Güz ve kış aylarında el işi ve dikiş yaptı, sayısız havlular, sofra örtüleri, perdeler, cibinlikler, baldır çaputları, seccadeler, kendir gömlekler, atkılar, eldivenler hazırladı.” 299

      Gülbanu’nun eltileri ve yeğenleri tarafından hemen öz olarak kabul edilmesi, sevilmesi de her şeyden önce onun çalışkanlığıyla anlatılıyordu:

      “Çocuk Minlegalim önceleri çekiniyordu fakat dün ot yığınları yaparken Gülbanu’nun yabasını ot yığınına erkekler gibi batırdığını görünce, bir de onunla beraber ot yığınlarını çekerken, şakalaşarak çayırda kahkahalar atarken, özellikle de Zakir’e nazaran ot yığınlarını yengesiyle beraber daha hızlı getirip attığı zamanlar çocuk, genç yengesini tamamen kendisine bir dost olarak gördü. Bugün ise tarlada gereksiz otları çekerken o onu artık bütün gönlüyle sevmeye başladı.” 300

      Ama yine de gelin, kayınbaba evinde her an azarlanabilir, küçük düşürülebilirdi. En küçük bir hatası, bir yanlışı hemen kaynanasının ya da kayınlarının gözüne batardı. Örneğin, Gülbanu semaveri getirince üzerinde kül bıraktığından dolayı kaynanasından azar duyar:

      “Kaynana dişini sıkıp kızgın bakışla semaverin üzerinde kalan külü gösterdi: ‘Ne bakıyorsun? Silip getirmen gerekiyor!’ dedi. Gülbanu, saçının diplerine, kulağının uçlarına kadar kızardı. Bir şey demedi sadece titrek bir sesle ‘Tamam ana.’ dedi de hızlıca evden çıktı.” 301

      Ama genç gelin kayınbaba evinde sadece kayınbaba ve kaynana tarafından değil kayınları –özellikle de büyük kayını- tarafından da azar duyabilirdi. Örneğin, tarlaya gitmeden önce ekmekleri fırından alıp yetiştiremeyen Gülbanu, büyük kayını Altınbay’ın oğlu Minlegalim’e ekmekleri getirmeyi unutmamasını, ekmeksiz gittiklerini tembihlerken, Gülbanu üstüne alınır ve savunulmak istercesine kocasına sığınır:

      “Bu söz Gülbanu’yu sokmuş gibi oldu. O, ne yapacağına şaşırıp suçunu tanırcasına kocasına sığındı.” 302

      Böylece eskiden bir gelinin geniş bir aile olarak yaşayan kayınbaba evinde geçen hayatı hiç de iç açıcı olmazdı. O, her adımını ölçülü atar, birçok durumda çekingen ve utangaç davranırdı. Örneğin, eserde günün sıcağında çalıştıklarından dolayı herkes -erkekler aynı gölün bir tarafında, kadınlar diğer tarafında- öğleyin mola verip kendisini nehre atar. Eltileri tarafından her ne kadar öz olarak kabul edilse de Gülbanu, genç gelin olarak utangaç ve edepli davranmak zorunda kalır:

      “Eltileri çok çağırsalar da Gülbanu suya girmedi. Daha gelin olup bu eve geldiğine ancak üç gün geçti. Bu arada çıplak kalıp büyük eltilerinin göz önünde boy göstermeye cesareti yetmedi.” 303

      Sofrada da Gülbanu çok çekingen davranır, yemek yerken boğazından fazla lokma geçmez:

      “Kendisini zorlayarak, bir dilim ekmek yedi, iki fincan çay içti de fincanını tabağa tersiyle çevirdi.” 304

      Aynı zamanda, genç gelin olarak eşiyle de gün içinde fazla görüşmez, yanında bir şeyler sormak için durduğu zaman da hemen ‘ayıp olur’ diye ve gıybetten korkarak soracağı şeyi çabucak sorup yanından ayrılmayı tercih ederdi:

      “Yine bir şey soracaktı ama ‘Çok cilveli, eşinin yanından ayrılmıyor.’ diye gıybet olur endişesiyle korktu.” 305

      Eğer genç gelini evde bulunan diğer eltileri severse, tabii ki evdeki gerginlik biraz yumuşardı. Örneğin, eserde Gülbanu’yu ilk günden beğenen ve yakın gören eltisi Fevziye, ona her adımda yardımcı olmaya çalışır:

      “Yaşlı eltisi Fevziye, bu üç gün içinde genç gelin Gülbanu’yu sevmişti. Zakir’in şakalarına ‘Haydi, boş yere gevezelik yapma! Hepimiz öyle idik. Öğrenir, çok iyi bir gelin olur merak etme!’ diye cevap verdi. Bu çok kayınlı, huysuz kaynanalı evde Gülbanu, epey endişeleniyor, her adımını ‘bir yanlış yapmasam iyi’ diye atıyordu. Buruşmuş yüzlü, zehir gözlü yaşlı eltisi Fevziye’nin onu böyle savunması, yüreğini ısıttı, az kalsın gözünden yaş çıkacaktı.” 306

      Tél Yeşérü. (Dil Gizleme).

      Eserde gelinin kayınbabadan dil gizleme âdetini de görmekteyiz. Genç gelinin kayınbabası ve büyük kayınları yanında tél yeşérü âdeti, altı haftadan ilk çocuk doğuncaya kadar sürebilir ve geline kayınbabasının hediye sunarak konuşmasına izin vermesiyle sona ererdi. Mevcut âdetin kökleri uzak geçmişe, kızın rızasını almadan evlendirdikleri dönemlere uzanmaktadır. Bu yüzden gelin, düşmanlığını bildirmek için kayınbabası, kaynanası ve kayınlarıyla konuşmaz, söyleyecek bir sözü varsa da kocasının aracılığıyla iletirdi. Tatar Türklerinde ortaya çıkan “Kilén kéşé – kim kéşé” (“Gelin kişi, eksik kişidir.”) gibi bir deyim de bu âdete işaret etmeli. Gelin, kayınbaba evinde bu âdete göre hareket eder ve çayı da semaverin arkasına gizlenerek içerdi.307 İşte Gülbanu da kayınbabası ve kaynanası olan odaya girerken başörtüsünü örtünür ve çay sofrasında kayınbabasına tek kelime etmez: “Kayınbabasına tek söz etmeden, yüzünü yarı yarıya örtüp sekiye keçe üzerine sofra örtüsü serdi ve çay

Скачать книгу


<p>297</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 471.

<p>298</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 555.

<p>299</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 509.

<p>300</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 554.

<p>301</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 534-535.

<p>302</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 538.

<p>303</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 544.

<p>304</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 535.

<p>305</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 533.

<p>306</p>

İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 531.

<p>307</p>

Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 188.