Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan

Скачать книгу

baktığınızda o kadar çok bahçe görürdünüz ki rengârenk yeşil ve kırmızıya çalan halılar döşenmiş hissi uyandırırdı.

      – Evinizin avlusu var mıydı?

      – Hayır, üstü kapalıydı. Avlusu, bahçesi yoktu. Eve doğrudan giriliyor. Sol tarafta bildiğime göre bir ocak, üzerinde de geniş bir dolap vardı. Biraz ilerliyorsunuz, karşıda tavana yakın yerde çok büyük bir pencere… Dayımların bahçesine bakıyor, ev ışık alıyordu oradan. Büyük pencerenin altında içi tencere, tava ve kalaylı sahanlarla dolu geniş bir dolap vardı hatırladığım kadarıyla. Ve sol tarafta kayıt damı… Sağ taraftan misafir odasına giriyorsunuz. Ben misafir odası diyorum, belki oturma odasıydı. İki tarafına taştan sedir yapılmış. Üzerinde yün şilteler… Onların üzerine de çok güzel dantelli patiska örtüler örtülmüş. Annem rahmetli çok güzel dantel örerdi. O danteller o kadar ki belki iki karış genişliğindeydi. Patiskanın üzerine dikilmiş, aşağıya sarkıyor. Bir de halı yastıklar konurdu sedire. Ha, bir de misafir odasında halı ve iki tane de çok güzel koltuk vardı. Odanın giriş kapısı çok dardı. Nasıl soktular odaya, bilmiyorum, ama dar olduğu için daha sonra o koltukları bir türlü çıkaramadık. Ben Ankara’ya götürmek istemiştim koltukları. Antikaydı, oymalı falan… Çıkaramadık bir türlü. Peki, bunu nasıl içeri sokmuşlar? Belki yapılırken koymuşlardır, sonra yapılmıştır kapı, dediler. Çıkaramadık, öyle kaldı ve öyle satıldı. Benim eşim de ablamın eşi de ev satıldığında siz sakın para pul istemeyin, dediler bize. Biz hiçbir şey istemedik, ağabeyime verdik. Ağabeyim o sıralarda İzmir’de ev yaptırıyordu, parayı orada kullandı.

      – Nevşehir’deki evinizi biraz daha anlatır mısınız?

      – Evin içinde hücre denilen yerler vardı. Duvara oyulmuş, kapaksız küçük dolaplar. Oralara süslü şeyler konurdu.

      – Duvardaki o oymalara şimdilerde niş diyorlar.

      – Öyle mi? Biz hücre diyorduk. Annemin bir de sandığı vardı. Bu sandığa annem kıymetli eşyalarını koyardı. İzmir’den Nevşehir’e döndükleri zaman getirmişler. Sandıkta kumaşları vardı. Hatta ben bir defasında Ankara’da üniversite tahsili yaparken sıkışmıştım. Tabii para çok sınırlı. O zaman sabahlığa ihtiyacım vardı. Pijamayla gelmiştim İzmir’den. Değişik bir şeyim yok, param çok sınırlı, alamıyorum. Bunun üzerine ablama mektup yazdım, annemin sandığındaki kumaşları göndermesi için. Ablam gitmiş, o sandığı açmış, bana çok güzel desenli bir kumaş göndermiş. Ankara’da terziye sabahlık diktirmiştim. Onu giydim uzun müddet, fakülteyi bitirinceye kadar.

      – O zaman anneniz hayatta değil miydi?

      – Hayattaydı annem, İzmir’deydi. Ben Ankara’daydım, sandık Nevşehir’de.

      – Nevşehir’deki evinizde kim vardı?

      – Hiç kimse yoktu. İzmir’e giderken, evi kapatıp öyle gitmiştik. Ev kapalıydı, anahtar ablamdaydı. Ablam, Nevşehir’de oturuyordu ama başka evde. Misafir odasında kocaman bir sandık, içinde bir sürü dantel. Aa, bir de evde çok güzel tabaklar vardı. Onun hikâyesi de şöyle: Ermeniler sürgün sırasında bırakıp gitmişler bu tabakları, komşuları almış. Daha sonra komşusu anneme de vermek istemiş onları. Çok ısrar etmiş. Annem de yok demiş, ben beddua almak istemem. Komşusu da al demiş, ne verirsen ver. Annem tabakları, bedelini ödeyerek almış. Nefis tabaklardı, orada dururdu. Sonra ne oldu bilmiyorum, darmadağın oldu ev. Ben üniversite tahsili yaparken annemle beraber bir yaz gelip evi açmıştık. Gittiğim zaman gördüm, o dolapta tencere, tava neler var, neler var. Kazanları ablam almış, dayımlar almış, onlar kullanıyor.

      – Bakır kazanlar bunlar tabii. Eskiden her evde bu kazanlardan vardı.

      – Evet, çok vardı bunlardan. Evin bir de kayıt damı vardı. Kayıt damında küpler içinde kışlık erzaklar, tahıl, nohut, bulgur, makarna, erişte, tarhana, çömlek peynirleri vesaire. Çömleğe peynir basılırdı. Ben bayılırdım o peynire. Çocukken hatırlıyorum, hevenk hevenk üzümler, sucuklar tavanda asılı dururdu. O zamanlar Nevşehir’de alışveriş etme âdeti yok çarşıda… Ya da alışveriş çok az olurdu. Alışveriş çok sonraki yıllarda başlamış. Herkes yazdan bütün kışlık erzakını hazırlar, kayıt damına koyar, kışın ne lazımsa oradan alır. Bulgur, fasulye, nohut, hatta et… Sızgıt denilen bir kavurma yapılırdı. Bir koyun, iki koyun alırlar, kışın bulunmaz diye. Onu iyice kavururlar, bir tepsiye dökerler donunca da kayıt damında tekerlek hâlinde duvarlara asarlar, et ihtiyaçlarını da oradan karşılarlardı. Sucuk yapılırdı. Pastırma hatırlamıyorum, belki yapanlar vardı. Bizim evimizde sadece sucuk yapılırdı.

      – Hocam, Nevşehir’de dış kapılar çok heybetliydi; tahtadan olurdu ve kocaman anahtarları vardı.

      – Evet, evet… Evimizin büyük kapısını hatırlıyorum. Kocaman bir kapı… Sağ tarafta taş merdivenle çıkılan bir yeri vardı. Oradan çıkardık. Yukarıda geniş bir oda vardı. Odanın önünde taşköşk denilen bir teras vardı ki oraya çıkıldığı zaman mis gibi tertemiz hava alınırdı. Demek ki köşk gibiydi. Adı da oradan geliyordu galiba. Hatırlıyorum hayal meyal. Önünde geniş taş kaplamalı bir terası vardı. Buranın hissesi sonradan rahmetli amcama düştü. Yıktırdı orayı. Yıktırınca biz öbür tarafta ilave inşaat yaptırdık. Evimizin sağ tarafında bir çıkmaz sokak vardı, bu sokağın ilerisinde ta dipte bir evde Belediye Reisi Şükrü Bey otururdu, onun yanında da bir iki bina… Evin hemen ötesinde Cumhuriyet İlkokulu… Bizim evin önünde bir su haznesi vardı. Hazne diyorlar, yani su deposu. Belediyeye ait bir şey. Su taksimi yapılırdı oradan mahalleye. Üstü kapalı, kilitli… Evin önüne yapmışlar. Geceleri şık şık şık şık su sesi duyulurdu. Bazen gece uyanırdım o sesle. Herhâlde sıcak diye o tarafta yatıyorduk ki oradan o şıkırtıyı duyuyordum. Kayıt damından bir merdivenle yukarıya çıkılırdı; yukarıda sonradan ilave yapılan bir odamız vardı, geniş bir oda. Kış odasıydı orası; oturma odası. Ortasında masa gibi iskemle dediğimiz dört ayaklı kerevet vardı. Ayrıca ayak konacak dayanakları da var. Üzeri battaniye ile örtülü. Altta kerevetin ortasındaki boşluğa da bir mangal konurdu.

      – Kışın neyle ısınıyordunuz?

      – Mangalla ısınıyorduk. Kışın soba vazifesi görürdü. Etrafında sedirler vardı. Kışın oraya oturulur, mangalda ısınılırdı. Mangal hem etrafı, hem de kerevete oturanları ısıtırdı. Eş dost veyahut akrabalar akşam oturmasına geldikleri zaman, ağabeyimin hanımı Şadiye Hanım ve annem misafirlere üzüm, köftür ikram ederlerdi. Köftür, pekmezden, beyaz üzüm pekmezinden yapılan çok nefis, tatlı bir yiyecektir.

      – Köftür, Nevşehir’in geleneksel yiyeceği. Ben de çocukken çok yedim.

      – Evet, evet çok güzel bir tatlıdır. Nevşehir’in lokumudur. Yine birtakım yiyecekler çıkarırlar, onları da misafirlere ikram ederlerdi. Bu arada şunu da söyleyeyim, üniversite talebesiyken gittiğim yıllarda da Nevşehir’de pekmez kaynatıldığını gördüm. Üzüm toplandıktan sonra pekmez kaynatılırdı.

      – O gelenek devam ediyor. Hâlâ pekmez kaynatılır Nevşehir’de Hocam. Nevşehir’in üzümü de pekmezi de meşhurdur.

      – Bir normal pekmez kaynatılırdı bir de çalma pekmez.

      – Nasıldı

Скачать книгу