Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan

Скачать книгу

küçük dayımın evi ortadaydı, büyük dayımla bizim evin arasındaydı. Geniş bir bahçesi vardı. Bir tarafta da tandır evi… Bütün mahalle pekmezini orada kaynatırdı. Dayımlar da müsaade ederlerdi. Bir iki defa pekmez kaynatmaya tanık oldum. O kadar güzel oluyor ki… Pekmez kaynatma sırasında komşular toplanıyorlar, maniler, türküler söyleyerek kaynatıyorlar pekmezi. Bir de tandıra etli fasulye koyuyorlar, pişiriyorlar. Veyahut tandıra kabak koyuyorlar. Hani kırmızı kabak… Piştiği zaman çok nefis oluyor, kokusu bütün mahalleye yayılıyor. Fevkalade hoş bir şey.

      – Kabak yemeğinin adını hatırlıyor musunuz Hocam?

      – Hatırlamıyorum. Tandırda kabak. İçini alıyorlar. Koyuyorlar tandıra, pişiyor. Sonra onu alıyorlar, soğuduktan sonra dilim dilim kesiyorlar. Lokum gibi oluyor, çok güzel… Mis gibi bir kokusu oluyor.

      – Ekmek de evde yapılırdı değil mi?

      – Evet, gece yarısında hanımlar gelir, otururlar. Yufka açılan tahtalar olur. Honça deniyor.

      – Hocam, annem hâlâ honçasını saklıyor; mantı yapmak için, et kesmek için kullanıyor.

      – Honçanın üzerinde herkes yufkasını açar. Sonra bu yufkalar tandırın üstüne konan saçta pişirilir. Her evde tandır olmazdı. Pişirilen geniş yufka biçimindeki ekmekler bu honçanın üzerine üst üste dizilerek biriktirilir, beş altı ay bu ekmekler yenirdi. Yemeden önce bir iki tane alınır, su serpilir, biraz yumuşaması beklenir, sonra da dürülüp ekmek tenceresine konurdu. Ara sıra çarşıdan ekmek gelirdi; ona da çarşı ekmeği derdik. Çok kıymetliydi çarşı ekmeği. Hatta birisine yemek teklif ettiğinizde eğer yemek istemiyorsa “Kardeşim çok teşekkür ederim sağ ol, eline sağlık ben biraz önce çarşı ekmeği yedim.” derdi.

      – Hocam, büyüklerim anlatırdı; çarşı ekmeği o kadar kıymetli imiş ki, çocuklar yufka ekmeğinin arasına bazen çarşı ekmeğini koyup katık yaparlarmış.

      – Evet, öyleymiş.

      – Bağınız, bahçeniz var mıydı Nevşehir’de?

      – Vardı. Bizim evin önünden aşağıya doğru Kadrah denilen yerde bahçeler olurdu. Herkesin bahçesi ağaçlıydı. Bizim de vardı. Mahalleden aşağıya doğru çok ileride… Bu bahçelere Nevşehir’de öz derler. Özde ceviz ağaçları, nar ağaçları, kayısı ağaçları, her türlü meyve ağacı vardı. Herkes, kendi özüne sebze ekerdi, taze taze sebze toplayıp yemek için. Bağımız da vardı. Ara sıra babamla Karataş denilen çok yakın bir yerdeki bağımıza giderdik. Dört beş dönümlük bir bağ. İki tane büyük kayısı ağacımız vardı. Oradan kayısı getirirdik, üzüm getirirdik. Biz İzmir’e gittikten sonra o bağı ablama hediye ettik. Babamın vefatından sonra ablam “Bir şey istemiyorum, sadece bu bağı bana verin.” dedi. Bağ onun oldu. Ablam bize çuvalla kayısı kurusu gönderirdi Nevşehir’den.

      – Bağa neyle giderdiniz Hocam? Ben çocukluğumda bağa hep eşekle gidenleri hatırlıyorum.

      – Önceleri merkeple giderdik. Atımız da merkebimiz de vardı. Atla, merkeple giderdik. Babam bir defasında da beni ata bindirmişti. Ne oldu bilmiyorum, bir şey oldu, at ürktü, beni aşağıya attı. Neyse bir şey olmadı.

      – Babanızın ne dükkânı vardı Nevşehir’de?

      – Ticaretle uğraşıyordu, ama şimdi ne alıp sattığını hatırlamıyorum. Herhâlde toptan ve perakende bakkaliye eşyası idi.

      – Hocam, siz bir Nevşehirli olarak Nevşehir ağızlarını hazırladınız ve böylece Nevşehir’e olan görevinizi yerine getirdiniz. Ben de Nevşehirliyim. Sizinle 1990’lı yıllarda Nevşehir’e beraber gittik, konferans verdik. Bana yolda bir fıkra anlatmıştınız, ben hatırlatayım, siz bir kere daha anlatırsanız memnun olurum. Şöyle bir fıkraydı: İki arkadaş yolculuk ediyorlarmış; biri Nevşehirli diğeri de Aksaraylı ya da Kayserili. Hatırladınız mı?

      – Evet evet. Biri Kayserili, biri Nevşehirli. İki arkadaş yolda tanışmışlar. Yol boyunca birlikte gelmişler, Ulukışla’ya kadar. Ulukışla’da ayrılacaklar birbirlerinden. Nevşehirli demiş ki ‘Artık burada ineyim, ben geldim.” Öteki, yani Kayserili “Şimdiye kadar niye söylemediniz Nevşehirli olduğunuzu?” diye sitem etmiş. Nevşehirli “Övünmek gibi olmasın diye söylemedim.” demiş, tabii Nevşehir ağzıyla söylemiş.

      Birkaç Çocukluk Hatıram

      – Çocukluğunuzla ilgili hatıralarınız var mı sizi çok etkileyen?

      – Tabii var. 5-6 yaşları arasındayım, sokağı çok seviyorum. Bizim evin önünden kocaman bir düğün alayı geçiyormuş. Rahmetli annem bağa gitmiş, o gün beni ablama emanet etmiş. Ablamın da evi arka taraftaydı, Cumhuriyet İlkokuluna bakan tarafta. Herkes gibi ben de takıldım düğün alayına; gittim, gittim, gittim. Bir hayli gittikten sonra herkes dağıldı, evine gitti, ben ortalıkta kaldım. Hangi yoldan döneceğimi, nasıl gideceğimi bilemedim. Başka mahallelere gitmişiz. Başladım ağlamaya… Bunun üzerine birisi benim elimden tuttu, “Niye ağlıyorsun kızım?” dedi. “Yolumu kaybettim.” dedim. “Sen kimin kızısın?” dedi. Ben de “Hüsnü Efendi’nin kızıyım, falan yerde dükkânımız var.” dedim. Ha, dedi adam, hatırladı. Gel kızım, diyerek beni aldı evine götürdü, o gece beni evlerinde misafir ettiler. Çünkü evimizi bilmiyorlar. Ertesi gün olsun da dükkâna gidelim, babasına haber verelim demişler. Ben de gayet üzüntülüyüm. Yemişler getirdiler beni teskin etmek için. Fakat evden ayrıldığım için suçlu hissediyordum kendimi. O sırada ablam, sokakta oynuyorum diye hiç üzerinde durmamış, nasıl olsa gelir biraz sonra, demiş. Sonra beni almak için çıkmış dışarı. Bakmış ki yok. Telaşlanmış tabii. Annem babam gelmişler, aramışlar, kızları ortada görünmüyor. O zaman aramak için telefon falan nerede? Hemen tellal çağırtmışlar. O aile, esnaf olduğu için babamı tanırmış. Babam ve ağabeyim de esnaf.

      – Hocam, aileniz perişan olmuştur.

      – Çok, çok… Bir gece kalmışım orada ama bizimkiler sokaklara dökülmüşler… Neyse ertesi günü sabah babam ve ağabeyim geldiler, beni aldılar eve getirdiler. Bir daha böyle haber vermeden sakın ola bir yere gitme, dediler. Ama çocukluk yılları, öyle bir havaya kapılıyorsunuz ki…

      – Başka çocukluk hatıralarınız var mı?

      – Nevşehir’le ilgili bir hatıramı daha anlatayım. Belki yine 5-6 yaşlarındaydım. Bir gün mahallede çocuklarla oynarken “Hadi çocuklar öze gidelim.” dedim. Kalktık, gittik öze. Orada ceviz ağaçlarının dibinde oturduk, serinledik; sular akıyor, su içtik. Eve dönme zamanı, burada taze soğan var, toplayayım da eve götüreyim, dedim. Annem, yengem yorulmasınlar, dedim. Topladım, kucağıma aldım. Koca bir tomar. Herkes de topladı. Dönüşte annemlere anlattım. Ağabeyim, “Bu ne kızım, bahçede bir şey bırakmamışsınız, halt etmişsiniz.” dedi Çünkü bahçede hiç soğan kalmamıştı. Çocuk aklı, almışım kucağıma, getirmişim anneme, güya yardımcı olacağım.

      – Çok hareketli bir çocukmuşsunuz Hocam.

      – Evet, çok hareketliydim. Bütün hayatımda, ilkokulda, ortaokulda… Lisede belki biraz duruldum. Ama hele ilkokulda çok hareketli

Скачать книгу