Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan

Скачать книгу

Konya’dan da trene bindik, iki günlük bir yolculuktan sonra İzmir’e gittik. İlk defa treni gören bir çocuk için çok güzeldi tren yolculuğu. Ama trende aynı kompartımanda oturan bir hanımın dikkatsizliği yüzünden parmağım, şu orta parmağım trenin kapısına sıkıştı ve kopacak hâle geldi. İzmir’de 2-3 ay onun tedavisiyle uğraştık.

      – İz kaldı mı Hocam elinizde?

      – Pek değil. Belki şurada biraz bir iz var.

      – İzmir’e geldiniz. Sonra?

      – Evet, İzmir’e geldik. Üzerimde upuzun bir entari, aşağıya kadar. Basmadan bir pantolon. Nevşehir’de don diyorlar ona. Nevşehir bir Orta Anadolu ilçesi olduğu için orada uzun bir don giydirirlerdi bize. Üzerine de bluz falan gibi bir şey. Ben İzmir’e o kılıkla geldim. Hâlbuki İzmir modern bir yer, herkes kısacık elbiseler giyiyor, kısa kollu, kolsuz. İzmir’e gelince, tabii o kılık yadırgandı. Hemen çıkardım, attım. Yeni kumaşlar alındı. İki üç tane elbise diktirildi. Ben değişik giyinmeyi severdim. Kısa kollu olduğu için çok da sevinirdim. Nevşehir’de kısa kollu giyme imkânı yoktu. Ondan sonra kendime geldim, çünkü sokağa çıkmaya utanıyordum.

      – İzmir’de nereye yerleştiniz, eviniz nasıldı?

      – Babam ve ağabeyim bize Namazgâh’ta, Namazgâh Camisi’nin arka bahçesinin karşısında güzel bir ev kiralamışlar. Kirası da ucuz değildi. Sonradan eş dost dediler ki, “Bu kadar pahalı evde oturulur mu?” Aylığı yirmi lira. O zamana göre kıymetli bir para. Çünkü beş liraya evler vardı. Ben evi gördüm, şaşırdım. Ev çok güzel. Öyle bir ev tutmuş ki babam ve ağabeyim, Nevşehir’de öyle bir ev bulmamız mümkün değil. Her ne kadar evimiz yeni yapı idiyse de Nevşehir’deki ev ile kabil-i kıyas değildi. Şöyle merdivenden çıkıyorsunuz, yeşil demir kapıdan bahçeye giriyorsunuz. Yerler İtalyan parke taşları ile süslenmiş, ortada bahçe ve bir havuz… Havuzda fıskiyeler, kırmızı balıklar. Havuzun etrafında kerevetler ve çiçekler. Güller, karanfiller… Bir tarafında Osman Ağa suyu… Köşede, asmanın altında kanepe. Bahçede erik ağacı, kayısı ağacı falan… Yani çok süslü bir yer. Odalar da çok güzel. Ortada kışlık bir oda. Sonra mutfağa, mutfaktan da alt bahçeye geçiliyor. Ev sahibimiz İhsan Hanım teyze çok zarif bir İzmir hanımefendisi. Bir oğlu İstanbul’da yüksek ticaret lisesinde okuyor, iki kızı Mesude ile Nermin de kendi yanında. Eşi öldükten sonra kendisine gelir getirsin diye evini ikiye bölmüş, kiraya vermiş. Üst taraftaki iki katlı bölümde kendisi ve çocukları oturuyordu. Aşağı taraftaki üç oda, bize yani kiracıya aitti. Beş altı merdivenle bahçeye iniliyor. Biraz önce bahsettiğim ön bahçeye. Ondan sonra diğer kısımlara gidiliyor. İhsan Hanım teyzenin evine bizim evden bir merdivenle de çıkılıyordu. Ara kapıyı kapatmışlar; onların oturdukları ev, cumbalı idi. İhsan Hanım teyze dantel örme gibi el işleri yapardı. Öğretmenlikten emekli bir hanım. Hatta yıllar sonra üniversite tahsili yaptığım sıralarda İzmir’e gittiğimde – o zaman başka bir semtte oturuyorduk – benim geldiğimi işitmiş, hoş geldine gelmişti. O kadar tatlı bir hanımdı.

      – Babanız İzmir’de hangi işle meşguldü?

      – Babam İzmir’de de ticaretle uğraşıyordu, ağabeyimle birlikte. Büyük işleri vardı. Üç dört tane mağaza yan yanaydı İzmir’de ve daha sonra Urla’da. Üstlerinde de kocaman bir levha vardı, upuzun… Muhsinzade Yusuf Hüsnü ve Mahdumu, diye kocaman bir yazı levhası. Üzüm ticareti yaparlardı; incir, zeytin vs. de satarlardı; ayrıca bakkaliyeleri vardı, gündelik ihtiyaçları karşılamak için.

      – Hocam, İzmir’de Nevşehir’e göre bambaşka bir hayat var. Bir karşılaştırma yapabilir misiniz?

      – İzmir’e geldiğim zaman gördüm ki Nevşehir’le İzmir arasında hayat şartları bakımından çok büyük bir fark var. Nevşehir’de geceleri her yer zindan gibi… Bir yere giderseniz fener kullanmanız lazım. Her ailenin bir feneri olurdu. O fenerle bir mahalleden bir mahalleye geçilirdi. Ama gündüzleri çok güzel olurdu. Yemyeşil her taraf. O kepez taşlarıyla yapılmış evler, kaleden aşağıya doğru Nevşehir’e bir canlılık veriyordu. Bir de Kadrah denilen bölgede çok güzel bahçeler vardı. Modern binalar yoktu, o günün şartlarıyla yapılmış binalar vardı. İzmir’de bizim oturduğumuz ev Namazgâh’ta bir caminin arka bahçe kapısının karşısına düşerdi. Sırayla cumbalı evler vardı. Her evde su akardı. Ama Nevşehir’deki evde su, musluk falan nerede? Ancak mahalle çeşmesinden testiyle su taşınırdı. Tabii bu büyük bir fark. O dönemde Nevşehir elektriği bile olmayan bir Orta Anadolu ilçesi. En büyük ilçelerden biri olmasına rağmen, daha elektrik bile bağlanmamıştı. İzmir’de geceleri sokaklar sabit havagazı fenerleri ile aydınlatılırdı. Akşam yaklaşırken ellerinde özel ince sopalar olan görevliler o fenerleri, bir yerlerine dokunarak açarlar; sabahları da yine bir yerlerine dokunarak fenerleri söndürürlerdi. Sonra, Nevşehir ile İzmir arasındaki kılık kıyafet farkları da önemlidir. Nevşehir’de genellikle yeni yetişen kız çocuklarına pantolon gibi don giydirirlerdi. Ben İzmir’e geldiğim zaman babam ve ağabeyim, hemen bu donları çıkarmamı istediler. Yeni yeni kumaşlar alındı, terziye gidildi, elbiseler yapıldı.

      İlkokul Yıllarım ve Urla

      – İlkokula nerede başladınız Hocam?

      – Urla’da. Biz İzmir’de Namazgâh’taki evde dokuz on ay kaldık. Ama babamla ağabeyimin işleri Karaburun’da, Urla’da olduğu için ev ikiye bölünüyor, olmuyor. Hadi Urla’ya taşınalım dediler. Urla’ya taşındık. Ben ilkokula 1929 yılında Urla’da başladım. O zaman Urla’da üç ilkokul var, bizimki en büyük ilkokul, beş sınıflı. Diğer iki okul üçer sınıflı. Dördüncü sınıfa geçenler bize gelirlerdi. İlkokul birinci sınıfta Ahmet Bey diye bir hocamız vardı, çok efendi bir insandı; babamın da ahbabıydı. Okul müdürü Hilmi Bey de babamın arkadaşı, ahbabıydı. Okula kaydoldum ama sokağa o kadar bağlıydım ki… Sokakta kalmayı, çocuklarla oynamayı çok seviyorum. Hiç unutmuyorum, birinci sınıfta kaytarıyorum, kaytarıyorum, sokağa gidiyorum, sokakta oynuyorum ve geç kalıyorum okula. Bunun üzerine, anneme, babama haber vermişler. Bu kız okula gelmiyor, geç geliyor, geç kaldım diye sokağa gidiyor, demişler. Bunun üzerine, bir gün babam çıktı geldi. Beni sokakta yakaladı, kulağımdan tuttu, eve getirdi. Anneme çabuk, dedi, önlüğünü giydir, saçını başını derle topla, çantasını ver, doğru okula gidecek. O kadar sinirli ki hiçbir şey söyleme imkânı yok. Neyse postane önünden Kapanönü’ne, oradan çarşının içinden geçerek gidiyoruz. Hiç konuşmadan gittik, gittik, gittik. Okulun önüne geldiğimiz zaman eline bir kâğıt kalem aldı, müdüre hitaben bir pusula yazdı. “Bunu müdürüne vereceksin, ondan sonra da hemen sınıfına gideceksin, bu son olsun, bir daha görmeyeyim.” dedi.

      – Çok korktunuz tabii.

      – Tabii korktum… Neyse elime aldım pusulayı, gittim. Fakat onu müdüre verdiğim zaman ne olacak, ne duruma düşeceğim diye o kadar titremişim, o kadar korkmuşum ki? Önce sınıfa gideyim, dedim. Sınıfa gittim, ikinci ders zili çalmış. Öğretmenimiz, çok olgun bir insandı. “Oo, yine geciktin sen.” dedi. Bütün sınıf kahkahayı bastı. O kahkaha bana çok dokundu. O oldu, bir daha geç kalmadım. O pusulayı da vermedim müdüre. Babam sorduğu zaman “Veremedim, çok çekindim.” dedim. Neyse bu bende öyle bir etki yaptı ki artık okula en erken gidenlerden biri oldum. Okulda üç dört kişi varsa beşincisi mutlaka bendim. Şuna kani oldum ki eğer bir aile çocuğunun durumuyla yakından ilgilenirse

Скачать книгу