Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      – Dördüncü ve beşinci sınıfta matematiğe Müdür Bey geldi, Hilmi Bey… Orta yaşlı biriydi. Çok iyi öğretirdi; kendisi de iyi bir insandı. Ben çok severdim onu, dersinde de çok başarılıydım. Bizden bir yıl önce benim kız arkadaşım Mehpare’nin bir ablası varmış, Hatice. O da çok çalışkanmış. Hilmi Bey, dalgınlıkla hep beni Hatice diye çağırırdı. Hocam, ben Hatice değilim, Zeynep’im derdim. Affedersin, der, sonra yine “Gel Hatice, sen gel.” derdi. Arkadaşlar yapamayınca beni çağırırdı. Matematiği çok severdim, ama bütün dersleri severdim. Tarih, coğrafya, Türkçe… Hepsini severdim; hepsinden de aldığım notlar çok iyiydi.

      – Sanat derslerine ilginiz nasıldı Hocam? Resme, müziğe ilginiz oldu mu?

      – Müziği severdim ama fazla başarılı olamazdım o tür derslerde.

      – Resimde?

      – Anlatayım. Hiç unutmuyorum, bir ara bağda idik. Bağımız vardı, bağ tutmuştuk daha doğrusu. Bağda kitap okurken canım sıkıldı. Oturdum, bir resim çizdim. Öyle güzel olmuş ki öğretmen gördüğü zaman, “Bu resmi sen mi yaptın?” dedi. “Ben yaptım Hocam, kitaptan baka baka yaptım.” dedim. “Bravo!” dedi. Yani resme karşı ilgim vardı. Müziği de severdim ama fazla meşgul olmadım. Cumhuriyet Bayramı’nda bana şiir okuturlardı, meydanlarda falan. Daha ziyade öteki derslerle haşır neşir olurdum. Birincilikle bitirdim ilkokulu.

      – Halk oyunlarıyla aranız nasıldı?

      – Şekerim, Urla’da dördüncü, beşinci sınıflarda bir arkadaşım vardı, aynı mahallede otururduk. Zaman zaman harmandalı oynardık. Erkek arkadaşım çok güzel oynardı. Bize söylendiğine göre oyunun hikâyesinde öldürülen kişi onun babasıymış. Arkadaşımda böyle bir eksiklik ve çekingenlik vardı, adını da unuttum şimdi. Ama biz arkadaşımızın babası diye oyunu severdik. İlkokuldayken oynardım, ortaokuldayken unutmaya başladım.

      – Hocam, ilkokul arkadaşlarınızla daha sonra haberleştiniz mi veya bugün mesela benim ilkokul arkadaşım diyebileceğiniz kimseler var mı?

      – İlkokulda belediye reisinin bir kızı vardı, Pervin. O da İzmir Kız Lisesine gelmişti, oradan mezun oldu. Hatta biz Ankara’ya gelirken beraberdik. Galiba onun alanı tabiat bilgileri, biyoloji idi. O alandan girdi Gazi Eğitim Enstitüsü sınavına. Ben de Türk Dili ve Edebiyatından girmiştim. İlkokuldaki diğer arkadaşların birçoğu ilkokuldan sonra okumadılar. Urla’da ortaokul yok, lise yok. Dışarıya, ilçe dışına gönderme imkânı da yok. Ben ilkokulu bitirdiğim zaman, ortaokula gitmeyi çok istedim. Annem istemiyor, ağabeyim istemiyor. Babam “Okursun kızım, hiç merak etme, seni okuturum.” dedi ve biz Urla’dan İzmir’e geldik. İzmir’de bir oda tuttuk. Daha doğrusu, bir evin bir odasını.

      – Urla nasıl bir yerdi Hocam?

      – Urla, İzmir’in çok yakın bir ilçesi olarak günün şartlarına göre medenî bir şehirdi. Urla’nın ılık bir havası vardı. Burada Yunan işgalinden sonra çok büyük hadiseler olmuş. Yangın yerleri almış, yürümüş. Birinci Dünya Savaşından sonra özellikle İstiklal Savaşında çok tahribata uğradığı için Urla’nın yarısına yakını yangında yıkılıp dökülmüş durumda idi. Daha önce İzmir ve çevresinde Yunanlılar varmış. Onlar Batı Anadolu’dan giderken her tarafı yakıp yıkmışlar. Bu bakımdan yangın yeri çoktu. Bizim oturduğumuz mahallenin karşı taraftaki kesimi tamamen yangın yeri durumundaydı. Hatta birçok kimse, o yangın yerlerine gömülü paralar bulurlarmış. Ayrıca Yunanlıların vaktiyle gömdükleri, sonra gelir alırız diye gömdükleri altınlar ele geçmiş diye söylenirdi, ama bilmiyoruz ne dereceye kadar doğruydu. Tabii o yıllarda, radyo yok, televizyon yok, bir şey yok. Meraklı olanlar ud dersi alırlardı. Bir hanım vardı, Musevîlikten dönme. Bir Türk’le evlenmiş. Adı Esma Hanım. Çok zarif, güzel bir hanımdı. Bizim ev sahibimizin kızı Canan abla -on sekiz, yirmi, yirmi iki yaşlarında- bu Esma Hanım’dan hep ud dersi alırdı. Bize bazen ud çalardı. Akşamları aileler toplanırlar, sohbet ederlerdi. Akşamları aile toplantılarında bazen çocuklara masallar anlatılırdı. Bir de hanımlar akşamüstleri kapının önünde otururlardı, masallar, hikâyeler, kader tutmalar (Şose kenarında bu otomobil geçerse ne olacak, şu geçerse ne olacak gibi…) vesaire… Zamanlarını değerlendirmek için herkes eline dantelini alır, nakışını alır otururdu.

      – Siz de yaptınız mı hiç el işi; nakış, örgü falan?

      – Ördüm, kazak ördüm. Ama evde yengem vardı, daha çok onlar örüp bana veriyorlardı, giydiriyorlardı. Daha sonra da yapmadım böyle işler.

      – Belli yaşlarda böyle şeylere hevesleniyoruz ama bir müddet sonra o heves gidiyor Hocam.

      – Öyle, yani bir de zamanın gereği olan bazı şeyler var. Bakıyorsunuz bir zaman moda olmuş, üzerine düşüyor, yapıyorsunuz. Aradan zaman geçtikten sonra tavsıyor, heves kaçıyor, ondan sonra da yapılmıyor. Başka şeyler geçiyor onun yerine. El işini daha çok annem yapardı. Annem bir dantele başladı Urla’da, hiç unutmuyorum, neymiş ben evlendiğim zaman oda takımı hazır olacakmış. Bir buçuk karış genişliğinde oda takımı danteli… Sanırım iki buçuk üç yılda tamamlandı.

      – Çeyizinize de mutlaka koymuştur anneniz.

      – Maalesef bana kısmet olmadı yaptıkları. Ağabeyimin küçük kızı Nigâr’a verildi. Çünkü ben istemiyordum öyle sedirli falan evleri. Selanik’te Atatürk’ün evini gezmeye gittiğimde oradaki dantelleri görüp pişman oldum. Atatürk’ün evinde ne güzel halı yastıklar, danteller vardı. Onları gördüm ve dedim ki hiç kıymet bilmiyoruz. Bizim evimizde de olacaktı ama ben sediri ne yapayım, koltuk alırım, istemem, dedim. Bunun üzerine -o sırada yeğenim evleniyordu- yeğenime çeyiz olarak veririz, dedik. Sonra İstanbul’a yeğenim Nigâr’ın evine gittiğim zaman gördüm, öyle güzel olmuş ki oda. Nigâr, “Bak hala, sana yapıldı, bana kısmet oldu.” dedi. Misafir odasına koymuş yastıkları, süslemiş. Bayağı imrendim oraya gittiğimde. Keşke vermeseydim, diyecek hâle geldim. Annem hazırlarken ben gülerdim, ne yapacağım bunları diye.

      – Şimdi onlar çok değerli ama.

      – Eskiler çok değerli. Zamanı geçti, modası geçti diye bırakıyoruz. Hâlbuki güzel yapıldığı zaman her şey hoş olur. Annem üç sene uğraştı onu yapmak için. Daha sonraki yıllarda benim evleneceğime yakın, yatak takımına, yastıkların etrafına falan dikmek için küçük danteller ördü. Hatta yaz tatillerinde ben de ördüm, hâlâ onlardan bir kısmı duruyor. Nişanlandıktan sonra da ördüm. Efendim, şimdi artık geçti modası. Her şey zamanında gerek, biliyor musunuz?

      – Onları da mı dağıttınız?

      – Onları ablama verdik. Ablam içinden seçmiş beğendiklerini; beğenmedikleri kalmış. Ben de bir kısmını Ankara’ya getirdim. Evlendiğim zaman misafir odasındaki koltukların üzerine örtü yapmıştım. Evlendiğimde artık öyle sedir medir yoktu. Koltuklar ve üstlerinde de annemin sandığından aldığım çevreler vardı. Kocaman bir bohçanın içinde bir sürü çevre…

      – Hocam, Urla’da insanlar neyle geçimlerini sağlarlardı?

      – Urla’da çoğu kimsenin bağı vardı. Yazın herkes bağa gider, bir tek

Скачать книгу