Türkçeyle Yaşamak. Leyla Karahan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçeyle Yaşamak - Leyla Karahan

Скачать книгу

dolaşan bilgilere göre. Yani hoca, bizim için bir alay konusu olurdu. Sonra o hanım gitti, Münife Baran geldi. Münife Hanım, çok iyi bir hocaydı. Orta ikinci sınıftan itibaren ta lise son sınıfa kadar okuttu beni. Çok severdik onu, çok başarılıydı. Lise ikideyken bir ara Halide Edip’in Zeyno’nun Oğlu’nu okuyorduk. Bana takılırdı hocam “Sana da Zeyno diyelim mi?” diye. O şakadan sonra benim adım Zeyno kaldı. En yakın arkadaşlarım bana Zeyno derdi. Bir de Neşvet Hanım vardı. Aslında Felsefe hocasıydı ama bize ortaokulda Yurt Bilgisi dersine gelirdi. Ben de Yurt Bilgisini çok severdim Galiba ben dersi sevdiğimden midir neden bilmiyorum sorduğu soruları çok iyi cevapladığım için bir defasında dedi ki “Hepinizin Zeynep gibi olmasını isterim”. Neşvet Hanım, sevimli, tatlı bir hanımefendiydi. Çok güzeldi, çok güzel saçları vardı. Beni de çok severdi. Güya Reşat Nuri Güntekin, Akşam Güneşi’ni onun için yazmış. Öğrenciler arasında dolaşan hikâye buydu. Yazı dersine Fikriye Hanım gelirdi. Sert bir hocaydı. Zayıflığı ve titizliği yüzünden ona mosquito yani sivrisinek derlerdi.

      – Peki, matematikle aranız nasıldı Hocam?

      – Matematiğim çok iyiydi. Fahriye Hanım vardı, çok sert bir hocaydı. Fahriye Hanım’ın yanağında bir Halep çıbanı vardı. Esmerce bir hanımdı, çok otoriterdi. O, efendim, isterdi ki anlattığı konular çok iyi kavransın. Dersi çok iyi anlatırdı. Ben çok iyi anlardım anlattıklarını. Zaten ilkokuldan beri matematiğe meylim fazlaydı. Dört sene falan hocalık yaptı. Ortaokulda Fahriye Hanım’dan ancak üç dört kişi tam not alırdık. 10’dan aşağı alırsak üzülürdük. Öğrencileri tahtaya kaldırırdı, eğer verdiği dersi alamazsa “Otur, sepet kafalı.” diye azarlardı. “Sepet kafalı” ifadesi bizim aramızda gülüşme konusu olurdu. Lisede Matematik dersine Nermin Hanım geldi. Nermin Hanım aslında mühendisti, iyi öğretemezdi matematiği. Yalnız lise ikinci sınıfta fiziğe karşı ilgim zayıftı, neden bilmiyorum. Sonra bir Kimya hocamız vardı, Ligor Bey. Ermeni dönmesiymiş. Yaşlıca bir beydi. Arkadaşlarımızdan bazıları o kadar kurnazdı ki yazılı imtihan yaptığı zaman formülleri bacaklarına yazarlarmış, Hababam Sınıfı’nda olduğu gibi. Yavaşça eteklerini kaldırıp bakıp yazacaklar. Hoca hemen bastonunu uzatır, vururdu ne yapıyorsunuz diye. “Kaldır eteğini.” derdi. “Hocam çok ayıp, nasıl kaldırırım eteğimi?” derdi arkadaş. Çünkü kaldırsa görünecek her şey. Hoca da çok müşkül durumda kalırdı. Bizim sınıfımız C sınıfıydı. Çok çalışkan ama biraz yaramaz bir sınıftı. Henry Hornstein adında bir İngilizce hocamız vardı. Türkçe hiç bilmezdi. Almancası da çok iyiydi. Hem Almanca sınıflarına girerdi hem de bize gelirdi İngilizceye. Konuları seviyemizden yüksek tuttuğu için hiç anlayamaz ve ezberlerdik. Çok ders notu verirdi ve bunu şapoğrafa basardı.

      – Şapoğraf nedir?

      – Yazıyı, yazı makinesinde kâğıda yazarsınız, mumlu kâğıdı makineye koyarsınız, ayrıca bir de kâğıt eklersiniz; yazıyı kopyalar. Ben üniversite de kullandım bir süre bu yöntemi. Tahsin Banguoğlu’nun notlarını tabederdim. İngilizce hocamız çok fazla bilgi verirdi. Bazı küçük sözlükler vardı elimizde, büyük sözlükler yoktu o zaman. O sözlükler çok kere yetersiz kalırdı. Onun için derste daha çok ezberleme yoluna gidilirdi. Çok defa arkadaşlarımız bundan şikâyetçi olurlardı. Bir gün hiç unutmuyorum, dediler ki boykot var. Kime? İngilizce hocasına. Lise ikinci sınıftayız. Sınıfın elebaşıları vardı. Onlar “Sakın bugün derse kalkmayacaksınız, İngilizce hocası derse kaldırırsa, bilmiyorum, diyeceksiniz.” dediler. Hocaya karşı bir nevi isyankârlık. Hoca kimi kaldırırsa, hazır değilim diyor. Nihayet İngilizcesi çok iyi olan birkaç arkadaş vardı. Amerikan Kolejinden gelme. Günseli Tamkoç, Nermin Arpacıoğlu gibi. Hoca bu defa çalışkanları yani İngilizcesi çok iyi olanları kaldırmak istedi. Onlar da kalkmayınca o kadar bozuldu ki; “I’m going.” dedi. İdarede almış soluğu. Dersin sonlarına doğru; Maarif Müdürü, İzmir Valisi, muavinler hepsi bizim sınıfa doluştu. İzmir Valisi Fazlı Güleç’ti.

      – O kadar çabuk mu geldiler?

      – Evet, çünkü hiç görülmemiş bir şey. Hocaya karşı isyan oluyor bu. Bunun üzerine müdürümüz “Siz böyle bir tavra giremezsiniz hocanıza karşı. Derslere çalışmak, hazırlanmak ve gereken hassasiyeti göstermek zorundasınız. Siz böyle yaparsanız elinize birer tasdikname verir, sizi buradan uzaklaştırırız.” dedi. Vali’nin kızı Altıntaş Güleç de bizim sınıfımızdaydı, o da derse kalkmamıştı. Ondan sonra bizim sınıfta bir daha dikbaşlılık görülmedi.

      – Yakın dönemlerde biz lise öğrencilerinin birçok eylemine tanık olduk. Sizinki çok sevimli bir eylemmiş.

      – Bir defasında da hiç unutmuyorum, orta ikinci sınıfta Tarih hocasına gücendim. Saadet Berkol’a… O kadar sevdiğim bir hocaydı ki bayağı nazlanırdım. Niye gücendim biliyor musunuz? Çok seviyordum ben tarihi. Tarihe meraklı olan birkaç arkadaş bir araya gelirdik, teneffüslerde arkadaşlarla tarih atışması yapardık. Şu olay hangi tarihte oldu, bu olay hangi tarihte oldu, diye. Hoca bir gün yazılı sınav yapmıştı. Yazılı sınavda ben soruların cevaplarını yetiştireyim diye çalakalem yazmışım ve hoca okuyamamış yazımı. Okuyamadığı için kızmış, bir numaramı kesmiş, dokuz numara vermiş bana.

      – Onun için siz de küstünüz.

      – Ben de hocaya, bu basit şeyleri mesele yapıyor diye gücendim, hiç parmak kaldırmadım. Hoca da merak etmiş, acaba bir sıkıntısı mı var diye. Dersten sonra dedi ki, “Benimle gel.” Öğretmenler odasına gittim. “Niye sen hiç parmak kaldırmadın bugün? Derse hazır olmaman mümkün değil, ama parmak kaldırmadın, dikkatimi çekti, bir üzüntün mü var?” dedi. Öyle deyince benim gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. “Niye ağlıyorsun?” diye sordu. “Hocam, bana dokuz vermişsiniz, onun için ağlıyorum” dedim. Hoca da “Yazını düzgün yazmamışsın, güzel yazmamışsın. Okumakta sıkıntı çektim, onun için bir numaranı kırdım, dikkatini çekmek için.” dedi. Bunun üzerine öbür hocalar, “Biz de birer not kıralım da şu güzel ağlamayı bir de biz seyredelim.” diye takıldılar bana. Hâlâ aradan uzun zaman geçmesine rağmen hatırlarım, ne kadar basit şeyleri gözümüzde büyütürdük o yaşlarda.

      – Çalışkan öğrencilerin özelliği Hocam, en yüksek puanı almak istiyorlar.

      – Hocanın benim bir numaramı kırması onuruma dokunmuş demek ki. Çünkü tarih dersini çok seviyordum, her zaman sevmişimdir tarihi. Tarihleri falan o kadar iyi bilirdim ki bazen hoca vazife verirdi. Ara sıra da lisedeyken belli konularda konuşmak için konferans niteliğinde konuşmalar yaptırırlardı son sınıf öğrencilerine. Tabii seçme öğrencilere. Onlardan bir tanesi de bendim. İki konuda konuşma yaptım. Bugün hangi konulardı hatırımda yok. Ama konuşmam güzeldi, derli topluydu, çok etkiliydi. Anladığıma göre hocalar üzerinde olumlu etki yapmıştı.

      – Hocam, lise bitirme sınavları var mıydı?

      – Vardı tabii. Çok sıkıydı o zamanlar. Mezuniyet sınavına girdik, bütün derslerden. Hem de olgunluk sınavına ayrı ayrı. Yani iki sınavımız vardı. Liseden mezun olurken iki diploma alırdık. Biri mezuniyet, diğeri olgunluk diploması. Hatta Amerikan Kolejindeki öğrenciler de bize gelirlerdi. Olgunluk sınavını bizde verirlerdi. O zaman Kız Lisesi çok kaliteli bir okuldu.

      – Hocam, ortaokuldaki, lisedeki arkadaşlarınızdan daha sonra başarılarıyla adını duyurmuş olanlar

Скачать книгу