Abay Yolu 2. Cilt. Muhtar Auezov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov страница 20

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov

Скачать книгу

yıl! Var gücümle çalıştığım yirmi yıl boyunca kısrak sağdım. Semiren kim? Bürkitbay olsa ya! Ayğız’la Kaliyka bir kâse kımız verecek olsa “boğazında kalsın” diyerek teke gibi çakar da zehrini de beraber yutturur ha! Bir de “son lokman olsun, sağdığından içsen olmaz mı? Daha sağarken kısrak sütünü bitirip tüketiyorsun” diye kahkahayla gülmezler mi? Ya ben! İki dizim su içinde, urlu gibi şişti. Bu sağımdan muzdarip olan iki elim ise koyun ayağı gibi, yel durmuşçasına devamlı sızlıyor. Gece yattığımda elim ayağım sancıdığında sabahı zor ediyorum, dedi…

      Baymağambet Bürkitbay’ın her günkü sağıcı yardımcısı olmasa da onun elinin ayağının hastalıklarını biliyordu. Kendisi bazen şefkatli ve merhametli bir tavırla Bürkitbay’a akıl vermek, yardım etmek isterdi:

      – Bıraksana, terk etsene bu kahrolası sağımı! Başka bir iş yapsan olmaz mı Büke, derdi.

      Böyle anlarda Bürkitbay gülmek istese de gülemez, elemli yüzüne birazcık olsun keyif gelmez, sadece acı bir alaycılıkla dudaklarını bükerek tebessüm ederdi:

      – Oy, biçare çocuk! “Terk etmem” mi diyorum? Fakat nereye gideyim, ne iş yapayım? Çocuklarım Beysembay ile Ağay henüz çok küçük. Böyle ayağı sakat, malûl bir adam olarak başka ne işe yararım, diye cevap verirdi…

      Güzel şakınan türkülerin güneşli günde süzülen sesi hâlâ gelmeye devam ediyordu. Bazen kesilir gibi olsa da çok uzamadan tekrar başlıyor; kıyıdaki kara evler tarafına, çitlerin başına, bulak kıyısına kadar şakıyarak ulaşıyor ve nice canı türlü türlü duygulara sürüklüyordu: Birden kedere boğuyor, aniden gözyaşı döktürüyor, peşinden canlanan ağır hayallerle “ah” ettiriyordu…

      Nehir kıyısındaki aksak taya binen kalkık burunlu cılız çocuk Baysügir de türkü söylendiğini duyunca obanın yakınına kadar gelmiş ve durduğu yerde tayının boynuna yapışarak dinlemeye koyulmuştu. Baysügir, bu zengin obanın ta en kenardaki dört kanatlı, eski keçeli, gösterişsiz evinde yaşayan kuzucusuydu. O, bu obanın eskiden beri maiyetindeki yoksul komşusu olan, şimdi bel fıtığı sebebiyle yattığı yer yatağında günden güne sararıp solan, kızböceği gibi sağa sola dönmeden kaskatı uzanan yaşlı ve kimsesiz Baytorı’nın oğluydu. Merak ve telaş içinde kuzularla ilgilenen çocuğun boğazından bütün gün bir lokma geçmemiş olsa bile türkü dinlerken açlığını unutmuş gibi tayının üstüne yatmış ve uzun süre dinlemişti. Obaya gelip, attan inip, eve yaklaşarak dinleyemezdi. Koyunlar obadaydı. Boyunlarından birbirine bağlanmış olan koyunların arasında helkisini kaldırıp belini bükerek yürüyen, sıcak güneşin altında başı kavrularak sağım yapan yaşlı annesini arada sırada görüyordu.

      Obaya gelse kuzular meleşmeye başlardı. Böyle olursa, başına gelmeyen bela kalmazdı. Bu yaz iki defa dikkat etmeyip kuzuları melettiğinde Maybasar’dan işittiği küfür ile yediği dayaklar da aklındaydı. Şimdi kalabalık kuzu sürüsü Barlıbay nehrinin kıyısında sükûnetle yatıyor gibiydi. “Meleşmezler” diye güvenen çocuk tayıyla çitlerin başına kadar yaklaşmış, türkü dinlemeye koyulmuştu. Yorgunluk ve yalnızlık bezginliği çeken küçük çocuk kendi kendisini unutmuşa benziyordu. Uyku ile uyanıklık arasında meçhule dalmış, uzun süre öylece kalakalmıştı. Türkü sesinden başka her türlü sesi aklından çıkarıp atmış gibiydi. O, bu hâlde dururken bağırarak arkasından gelen öfkeli ve sert bir ses duydu. Yüğrük ve semiz bir atla dörtnala, bağırarak ve heybet göstererek gelen yine Maybasar idi:

      – Babanın… ! Başı türküde kalasıca, senin gibi sümsüğe de mi lazım türkü! Gözünü oyarım, diyerek ve uzun değnekli kamçısını havada döndürerek geliyordu. Korkusundan aklı başından uçan çocuk, can havliyle arkaya doğru irkilince düşeyazdı. Birden başını kaldırıp etrafa bakınca Maybasar’ın hiddetinin sebebini de görmüştü. Az önceki bir vakitte su kıyısında serilip yatan kalabalık kuzu sürüsü şimdi nehir gibi akarak ve yüksek sesle meleşerek obaya doğru geliyordu. Kuzularının sesini duyan birbirine bağlı koyunlar da meleşmeye başlamıştı.

      Zehir saçarak gelen Maybasar “o kuzulara bakmadın, melettin” diye Baysügir’i kamçılamaya başladı. Acımadan vurduğu kamçı Baysügir’in sırtını kılıçla dilmiş gibi sızlatınca, zaten korkmuş olan çocuğun feryadı ile gözyaşı birlikte çıktı:

      – Ağabey, ay! Ağabey, öldürecek misin, derken yuvarlanarak düştü tayından. Maybasar atının önüne kattığı çocuğu bir taraftan dövüyor, diğer taraftan bağırarak kızıyor, yedi sülalesinden kimseyi geride bırakmadan hakaretler ediyordu…

      Kunanbay hacca gittiğinden beri bu obanın ev içindeki işleriyle ilgili yönetimi sert ve kibirli Ayğız’a, dışındaki işleriyle ilgili yönetimi ise her işe “göz kulak olan” Maybasar’a geçmişti. Maybasar, “hayvan bakıcıları ile hizmetçiler Kunanbay’ın yokluğunda gevşemesin, tembellik etmesin” diye, son yıllarda bu obanın yılkıcılarını, koyuncularını, devecilerini, kısrakçılarını ve hatta kuzucularına kadar tüm çalışanlarını her göçüş konuşta korkutuyor, canından bezdiriyordu. Küçük Baysügir bile bu yaz üçüncü kez Maybasar’ın bu hünerine muhatap oluyordu…

      Kuzular meleşiyordu. Çocuğu ve atını çınlata çınlata kamçılayarak döven Maybasar devamlı bağırıyordu. Baysügir’in obada koyun sağan yaşlı annesi dövülmekte olan oğluna acıyarak can havliyle ayağa fırlamış, elindeki helkiyle birlikte seğirterek onlara doğru geliyordu. Evde yatmakta olan Baytorı da Maybasar’ın evladını yine dövdüğünü işitip rahatsız olmuş, ama yerinden kalkamamıştı:

      – Muradına ermeyesin Maybasar! Küçücük evladımı yine zırlattın! Kan emici Maybasar, diye dertlenmişti.

      Baytorı, biraz önce kuzuların vakitsizce meleştiğini duyunca çocuğunu düşünmüştü. “Uykusunu alamadan gitti. Uykuya mı daldı, yoksa tayından mı düştü” diye vehme kapılmıştı. Karısının da “Maybasar yine dövüyor efendim oğlanı. Küçücük çocuğumu atın önüne katışına bak hele! Biçare, zavallı biçare” diyerek koşturduğunu duyabiliyordu.

      Koyunlar, ak evlerden uzakta, bu obanın gösterişsiz evlerinin de ilerisinde, Baytorı’nın evine yakın yerdeki barınaklarında sağılıyordu. “Ak evler bağrış çığrıştan uzak olsun” diyen Ayğız ve Kaliyka koyunları hizmetçi komşuların evleri civarında çatılan çitler arasında sağdırıyordu.

      Yatalak olan Baytorı, kendi hastalığı sebebiyle de beddua etti:

      – Ey, Öskenbay evladı! Bu rezil hastalığa senin yılkılarının ardında karlara belenip buzlara yaslanarak yaşarken kapılmadım mı? Çiy düştüğünde, kara kış gecelerinde boz kırağı kaşı gözü bürüdüğünde “ağılın önünde koyunlarını bekleyeceğim” diye yakalanmadım mı? Nesepsiz Maybasar! Zehrinle beni bitirdin, şimdi küçücük evladıma mı yettin? Tohumumun tohumuna ulaştı ya senin cehennemin! Hüda, Hüda değil! Sen oldun yahu beni kıldan ince kılıçtan keskin sıratına alan fani Hüda, kulağı kesik Hüda! Varacak yerin olmasın Maybasar! Cehennem ateşine attın bir daha, dedi… Çenesi titredi, yüzü ekşidi. Sırtüstü yatar vaziyette gözlerini kapatıp başını yumrukladı, sessizce ağladıkça ağladı…

      Ayğız

Скачать книгу