Abay Yolu 2. Cilt. Muhtar Auezov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov

Скачать книгу

ise bu evlerde bulunan konukların şimdi değil, daha önceden geldiği görülüyordu.

      Bu evlerin yanında ve çevresinde dolaşan kişi sayısı azdı. Sadece ateşleri yanmakta olan tandırların üstüne pek çok kazan asan ve büyük sarı semaverleri tütüterek kaynatan kadınlar görünüyordu. Yırtık elbiseli iki üç tezekçi, kazancı…

      Konuksever dört evin üçü boştu. Bütün konuklar ortadaki evde toplanmıştı… Kalabalık kitleyi başına toplayan türküler daha hâlâ söyleniyor, ırgalanarak dalgalanıyordu.

      Tandırların başındaki aşçılara yaklaşan İyis, semavere çalı çırpı koymakta olan kızıl saçlı kadına:

      – Yeni gelen genç gelin türkü söyledi mi, diye sordu. Kadın başını çevirmeden:

      – He, söyledi. Hiç durur mu dersin? Söyletmeden bırakmazlar ki, dedi. İyis imrense de şaşkınlıkla konuştu:

      – Şu baybişeler bundan hoşlanmıyorlarmış ya. “Türkü söylemesin, şımarıklık etmesin” diye yasak koymuşlar diyorlardı ya…

      – Onlar “söyleme” dese de, buradakiler “söyle” diyor. Onun tercihine bırakmıyor.

      – Söylese keşke, kurban olayım, diyen İyis’i, onunla beraber gelen diğer nine de destekledi:

      – Onun sesini bir kez daha işitsek keşke! Kendisi de ipek gibi yumuşacık mizaçlı yahu, dedi. Konuşmaya katılan diğer hizmetçi kadınlar da:

      – Hepsi bir yana, bakıcı marabalar için iyi olmadı mı? “Siz, biz” diyerek aramıza giriyor, sıcaklık saçıyor, dediler ve yeni gelin hakkında güzel sözler söylediler… Yeni gelinin hizmetçisi, deminki kızıl saçlı kadın Zıliyka idi. O da bu ifadelerden haz duyarak sanki bir sırrı dile getirircesine fiskosla konuştu:

      – Mizacı o kadar yumuşak, o kadar güzel ki! Ama şu evdekiler “sınırı aşmasın, evine baksın” diye kızıyorlar, dedi. Bunun üzerine diğer kadınlar damak çekerek:

      – Daha gelmeden mi?

      – İleride kuma olacak ya!Söyleyenler Ayğız’la Kaliyka’dır!

      – Vay güzel gelin vay, dediler. Zıliyka zevkten kahkaha atarak güldü:

      – Fakat burada onlara pabuç bırakan kimse yok… “Söyle, şakı!.. Üstünlük taslayanlar yanına yaklaşırsa görürler günlerini!.. Çekinme” diyerek gece gündüz tekrar tekrar türkü söylettiriyorlar, dedi. Konuk evlerinin yanına kadar gelen kadınlar evin içinden gelen yeni bir türkü sesiyle o yana dikkat kesildiler ve kapısına doğru yürüdüler.

      Bu hizmetçi komşuların sözünü ettiği “genç gelin”, “türkücü gelin” Aygerim idi.

      Pek çok konuğun toplandığı otağ da onun eviydi.

      Abay bundan üç ay önce Aygerim’i nikâhına alarak buraya getirmişti. Başında süslü şapkası olan genç gelin, şimdi Abay’ın yanında oturuyor, konukları için türkü söylüyordu.

      Bu ikilinin bu defaki konukları da farklıcaydı. Bunların tamamı havalı kızlarla gelinler ve yakışıklı delikanlılardı. Abay’ın yönettiği bu faaliyet obanın diğer faaliyetlerinden çok farklıya benziyordu. Somurtkan, katı ve kodaman obanın gidişatını türküyle, oyunla, eğlenceyle bozan bir topluluktu bu. Onun için Maybasar, Ayğız ve Kaliykalar bu topluluğu çıban gibi görüyordu. Uzaktan itham ediyorlar, ıraktan alay ediyorlardı. Bu evlere gelmek isteyen oba ahalisine kızıyor, azarlıyor, yaklaştırmıyorlardı.

      Kendi evleri böylesine iğrenme ve yabancılama çemberinde olsa da, küçücük bir sanat adası gibi kalsa da Abay buna önem vermiyordu. Yaylada şarkı türkü söyleyen en hünerli gençleri toplayıp getirmiş, bütün ilgisini onlara gösteriyordu. İşte böylesi bir oyun eğlence toplantısının merkezinde ise çok saygın bir konuk topluluğu vardı. Uzak bölgelerden gelen konuklar… Bunlar şimdi başköşenin iki yanına serilen minderlere oturmuş, dirseklerini büyük ak yastıklara yaslamış olan marifetli bestekârlardı. Bunlar arasında en görkemlisi, bütün topluluğun en çok saygı gösterdiği ve beğendiği kişi ise şu çift telli dombırayı konuşturur gibi hiç durmadan çalan orta boylu, pembe yanaklı, geniş alınlı, nurlu yiğitti. Bu abdal ozan; bütün Arka’da adı duyulan, bütün Orta Jüz16 Kazaklarını asil sazı ve harika türküleri ile mest eden Birjan-sal idi.

      Ta uzaklardaki Kökşetau’dan Tobıktı bölgesine gelen ender ve saygıdeğer konuk; hem şair, hem solist ve hem de büyük bir bestekâr olan Birjan idi. Üzerinde döşü dökümlü “hâkim yaka” beyaz gömleğin üzerine giydiği Çin ipeğinden dikilmiş, sarımtırak renkli, kadın yeleğine benzer bir yelek ile siyah pelüşten dikilen geniş ve hafif bir kaftan vardı. Sırmalı takkesinin ipek püskülü ırgalanıyordu. Kalabalık topluluk içli şekilde söylediği türküsüyle mest olmuşçasına sessiz ve sakin bir biçimde kıpırdamadan otururken süslü solistin yüzü nurlanıyor, küçük bir canlılık ortaya çıkıyordu:

      “…

      Kocağul evladı bestekâr Birjan’ım,

      Yurda ziyanım yok, gezen bir insanım.

      Kendime denk kimseye başvurmam,

      Şairim, bestekârım, kime muhtacım…”

      dedikten sonra bir türkü söylüyordu.

      Solistin, sesi kulağa hoş gelen gösterişsiz sazıyla “bestekâr Birjan” adlı bu türküsünü, daha başlar başlamaz, herkes gibi nefesini çekerek uzun süre bırakmadan dinleyen kişilerden biri de Abay idi.

      Abay kıymetli bir şair olan saygın konuğuna gözlerini ayırmadan bakıyordu. Akı karası hâlâ çok belirgin, temiz ve uzunca gözleri farklı bir biçimde umarcasına, yuvasından çıkarcasına büyüyerek bakıyordu. Fakat kirpiklerini kırpmadan solistin yüzüne bakan bu göz, şu anda onu gören bir göz değildi. Türküyle dile gelen şiir sözlerini sanatçının kendisiyle büsbütün birleştirerek yekvücut eden ve onunla hemhâl olan bir şahsiyet gibi onun gördüğü hayali görünüşleri gözünün önünde canlandırarak görmekte olan bir gözdü…

      Abay fevkalade etkisi olan ezgilerle çok beğendiği türküleri dinlerken, o anlamlı sözlerle birlikte, onlarla yarışırcasına farklı bir dünyayı düşünürdü. Hayalindeki hayata ilişkin görünüşleri, coşkulu hadiseleri, yaratılış ve tabii değişim dalgalarını görür, onlara dalıp giderdi. Şimdi de, işte, koca yürekli solistin belirgin ülkü hayali olan türküsü onu ortadan ikiye bölüp yırtarak uzaklara götürmüştü. Çok yüksek hayallere sürüklemişti. Geniş gövdeli, mağrur sesli müstesna şahsiyet sahranın muhteşem bir kahramanı oluvermişti.

      O kahraman, sanat kahramanı, Sarı Arka’nın en yüce zirvesi Kökşe’nin başına çıkmış, uçsuz bucaksız bütün Sarı Arka’ya, sahranın soğuk sırtlarına ve ferah göl kıyılarına yerleşen halkı ile yurduna göz atıyordu. Kodamanlaşan güçlüsü, üstünleşen yöneticisi ile ağlayıp sızlayan halkının yaşadığı her tepeye göz atmakla kalmıyor, ses katıyordu. Türküyle sesleniyordu.

Скачать книгу


<p>16</p>

Jüz: Kazak boylarının oluşturduğu üç büyük soyu tanımlamak için kullanılan sıfattır. Kazak Türkleri Kişi (Küçük) Jüz, Orta Jüz ve Ulu (Büyük) Jüz olarak üç ana soy altında akrabalık bağlarını takip eder.