Abay Yolu 2. Cilt. Muhtar Auezov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov страница 25

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Abay Yolu 2. Cilt - Muhtar Auezov

Скачать книгу

bir lahza korunan ve daha sonra uçup gider gibi kaybolan, sönerek yok olan bir nişanesi idi.

      Kara gözlü güzel çok olsa bile, bu oluş, bu vasıf nadir kişilerde tek tük görülürdü.

      Abay gözlerini daima Aygerim’in yüzündeki diğer herkesten farklı olan bu nişaneye diker, ilgiyle bakardı. İçinden “‘yuvalı kara göz’, ‘nergiz göz’ diye buna diyorlar herhalde” diye düşünürdü. Aygerim böylesine nurlu ve ışıltılı gözlerle başköşedeki Balbala’ya bakarak türküsünü söylemeye başladı. Onun söyleyişinde türküye başlarken ki “hey hey” bile salınımlı bir nağme olarak yankılanıyordu.

      Genç yârine boylu boyunca bakarak oturan Abay, bir kez daha aynı Birjan’ın türkü söyleyişindekine benzer farklı bir duyguya kapıldı, bir kez daha güzelliklere uzayan hayat resimleri dünyasına daldı.

      “Ey sevgili, sana söylüyorum hey heyimi…”

      Türkünün devamındaki sözler Abay’ın kulağından içeri giremedi. Olanı biteni dile getiren şey türkünün sözleri değil, ev içinde yankılanan ezgilerle seslerdi… Binlerce gümüş zil zarifçe salınarak şıngırdıyor muydu? Soyu tükenmiş ak kanatlı asil varlık gökyüzündeki güneşin parlaklığını mı aksettiriyordu? Yoksa bu simli şıngırtı nur saçarak sırlı semaya yönelen bilinmez sefere refakat etmeye mi çağırıyordu? “Versene cimri, sır dolu gövdeni! Kapanmış bir yüreğin, kaçınıp çekinen ve açılmadan yabanileşen can sırların var. Açsana yüreğini! Yücelere ve marifete çağırayım sesimle seni. Omuzlarına basan yüklerden, şu rehavet veren hâlden geçsene… O zaman… O zaman bu dalgalı ipek eşarp altındaki körpe güzel gibi, yanındaki yârin gibi, onun nergiz gözleri ve bülbülü şeyda sesi gibi, ak boynu ve allı pullu yüzü gibi yeni bir uyum ve aydınlık bir marifet dökülürdü özünden besbelli! Çıksana tereddüt etmeden, gizlenmesene eskisi gibi… Beni de özendir, sen de ferahlayıver, yükselsene hevesli! Sinmiş asil sanatını açsana, bu nazik ve gösterişsiz ışıklı gölgelik gibi” diyordu. Başkalarına bakarak söylese de nazını dileğini Abay’a ithaf ederek döküyordu.

      Türkü bitmişti. Abay gözünü Aygerim’in yüzüne dikmiş “ak yuvarlak çenen niye hareketsiz kaldı? İncecik, güzel ve kıpkırmızı dudakların az önceki nazını niye tekrarlamıyor? Tertemiz, akpak ve kusursuz güzel dişlerin insanın içini kaynatan dizilişini niye gizliyor” dercesine uzun sorularla bakıyormuş gibiydi…

      Türküsü biten Aygerim gülümseyerek kımız sundu ve Abay’ı bir kez daha kendisi uyandırdı.

      Abay kendisine sunulan kımıza uzanan elini geri çekti, tahta kâseyi almadı. Kendisine gelerek kaşlarını çattı ve lafı uzatarak:

      – Eyva-a-a-h, deyip gülüverdi.

      Sunduğu kımızı almayan kocasından utanan Aygerim’in yüzü kızarmış, çekingen çekingen gülümsüyordu. Abay bunun farkına varınca onun elindeki tahta kâseyi çabucak aldı ve iltifat edercesine diğer koluyla eşine sarıldı, ipek şalının üstünden saygıyla omzunu sıvazladı.

      Biraz önceki İyis nine dâhil olmak üzere, kapı önünde yığılmış olan yaşlı kadınlar:

      – Kurban olayım gelin kız, dallı budaklı olasın!

      – Allah gönlüne göre versin…

      – Bu türkünle, bu güzelliğinle geç şu yalan dünyadan, diyerek dualar ettiler. Son duayı İyis söylemişti. Abay’ın dikkatini çekti ve İyis’e bakarak:

      – Ya Pir! Bu İyis annemin duası ne kadar güzeldi. Aygerim buna “âmin” desene, dedi.

      Aygerim çok nazik bir şükran duygusuyla İyis’e baktı:

      – Âmin, nine, dedi. Kendisi birazcık geriye doğru sıkışarak yer açtı, ihtiyar İyis’i yanına çağırdı ve kımız ikram etti.

      Aygerim’in türküsü Birjan’ı da cezbeye sürüklemiş gibiydi. O “pohpohlamış olurum” diyerek içindekileri dışa vurmadı. Sadece Jiyrenşe dayanamadı, hareketlenerek:

      – Canım efendim! Aygerim’in sesi şu kızıl gırtlağın sesi mi, yoksa cennetten gelen bir hurinin nağmesi mi, diyerek hayranlığını dile getirdi, büyük bir memnuniyet ve huzur içinde Aygerim’e bakmakta olan insanları tebessüm ettirdi. Bunun üzerine Birjan, Bazaralı’ya doğru hafifçe ses verdi:

      – Türkü söyleyecekse, Aygerim söylesin sadece, dedi.

      İçtenlikli sanatkâr diğer gençlerle birlikte kendisini de katmıştı bu sözün içine.

      Ev sahibesinin türküsü, eğlenceyi bitirecek olan yemek öncesindeki son gayda gibi olmuştu.

      Yemek hazırdı. Kapı tarafı yemeğin hazır olduğu haberini alınca dışarı çıkmaya başladı, kalabalık seyreldi. Bu bağlamda hava alıp gelmek için konuklar da kapıya yöneldi. Aygerim de ayağa kalktı, kımız kaplarını toplamak ister gibi bir izlenim verdi.

      Tam o anda, karşı yönden gelip kapıdan çıkmakta olan konukları sıkıştırarak içeri giren Kaliyka Abay’ın yanına yaklaştı:

      – Telğara! Canım, annen seni çağırıyor, dedi.

      Abay Emir’e, Ospan’a ve Aygerim’e baktı:

      – Gecikecek olursam beni beklemeyin! Konuklara yemek ikram edin, dedi ve çıkıp gitti…

2

      Büyük evde sadece Uljan, Ayğız ve Dilda vardı. Üçünün birlikte çağırttığını anladı…

      Tülbendinin altından görünen şakak saçları akpak olan Uljan eskisi gibi yapılı olsa da bugünlerde yaşlılığa yenilmiş gibiydi. Yüzü sararmaya başlamıştı. Alnındaki kırışıklıklar belirginleşip genişlemekle kalmamış, derinleşmeye yüz tutmuştu.

      Abay annesinin son yıllarda hayattan yorulduğunu özellikle onun duluklarına yerleşen iki dizi derin kırışıklıktan anlıyor, onları izleyerek yaşıyordu. Bu iki derin çizgi, apaçık vehim çizgisi, dert hararetiydi.

      O kırışıklık çizgileri özellikle şimdi apaçık belirginleşmişti. Şu gençlerin oyun eğlence otağından gelen Abay’a kederli düşünceli ananın soğuk yüzünü gösterir gibiydi. Anasının sessiz yüzü bile Abay’a bir şeyler için “suçlusun, kınayacağım” der gibiydi.

      Abay’ın gönlüne korkuyla karışık üzüntü düştü ve kendisine yönelecek olan hükmü bekledi. Fakat anasının alışık olduğu şefkatli yüzü dış görünüşünden belli olmasa da içindeki öz duruşunu değiştirmemişti… Bu, konuşmaya başlayınca söylediği ilk sözlerle kendini göstermişti.

      Uljan aheste bir biçimde “Abaycan” diyerek söze başlamış ve yüzünü oğluna dönmüştü:

      – Düşünce de çok vehim de çok düşünürsen, düşünce de yok vehim de yok oynayıversen! Sen bunu düşündün mü evladım, dedi.

      Abay

Скачать книгу