Kazıgurt Öyküleri. Nurgali Oraz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz

Скачать книгу

rahatlığına kavuşursun.

      Ama, onun yine de bir hayal, erişilmeyen bir arzu olarak kalacak olması son derece üzücüdür. Ancak, ayrı bir evin tavanını sıvayıp kapattığınız halde de, mutlaka bir delik bulup içeri sızan yağmur damlası gibi, bizim çocukluk sevdamız da engel tanımaz bir duyguydu. Belki de, bu yüzden ona olan sıcak duygularımız, kalbimizin tutkulu sevgisi, bir an bile unutulmadan, gün geçtikçe büyüdü. Ama o dünyada eşi bulunmayan son derece güzel, beyaz tenli ve ta başkentteki Kızlar Pedagoji Eğitim Enstitüsü, Müzik Fakültesi’nin bir öğrencisiydi.

      Biz onu ilk defa kuyu başında hayvan sularken gördük. Hangi kuyu başında yaşandığını sormayın. Çünkü Şavil’de tek bir kuyu var. Öğle vakti hava cayır cayır yanarken kırsaldaki tüm canlıları “tavaya atmış” gibi diri diri yakmaya başladığında, bu köyün meleyen hayvanları oraya doğru yol alırdı. Daha öncesinde toz, toprak yığılı düzlüğün tozunu toprağına katıp aksırıp, hapşırıp, öksürerek soğuk suya başlarını sokmak ister hayvancağızlar. Ancak çimentodan yapılmış uzun yalağa tamamının başı aynı anda sığmadığından, aralarında bir kargaşa kopar. Koyunu meleyip, ineği böğürüp, atı kişneyerek debelendiğinde sanki güpegündüz köye bir düşman baskın yapmış zannedersin.

      Herkes hayvanlarını hızlıca sulamak ister. Bazen kuyudaki su tükenip, hayvanların yarısı susuz kalırsa, işte, o durumdan kötüsü yoktur. Öyle durumlarda hem hayvan sahibi hem de hayvan kudurmuş gibi davranır.

      – Ah, ceddine lanet, it malı!

      – Hantallaşmadan defol buradan, cadı!

      – Al kovanı oradan tıngırdama!

      – Sana ne, kendin çek! Şu kovayı kafana geçireyim mi?

      – Ne yani, senin hayvanın su içmeli, benim hayvanım toprak mı yalasın? Şeklindeki bağrışmalar ve haykıran seslere çok alışmıştık artık. Öyle şeyleri umursamıyorduk bile. Önemseyemeyiz de, en iyisi kendi bildiğimiz işimizi yapmaya devam edeceğiz.

      Aha da, böyle bir kargaşa devam ederken, kuyu başına çıtkırıldım bir güzel kızın gelivermesi, bizim için büyük bir hadise oldu. Her köşeden çıkan kavga, gürültü, haykırma sesleri birden kesildi ve sadece hayret içerisinde bulunan gözler şaşkın şaşkın bakakaldılar. İnce beyaz elbise giyinen, kuğu boyunlu, servi boylu bir güzel, elinde bir kovayla karşımızda gülümsüyordu. Cennetten inen bir melek gibi güzelin karşısında aynı zamanda itibarımız yerle yeksan oldu. Hayvanla hayvan olduğumuza çok utandık. O, elindeki kovasını sallayarak şöyle dedi:

      – Ben Sağira ananın koyunlarını sulamaya geldim. Acaba, sıranın sonu kim? diye sordu.

      Bizse, sanki birbirimizi yeni görmüşçesine davranmaya başladık. “Sen söyle, söylesene sen”, diye etrafımızdaki insanlara bakıyoruz. Ama kimse söylemiyordu. Çünkü ortada ne kuyruk, ne de kuyruğun sonu vardı.

      – E-e-e! Herkes birinci mi, yani? -dedi, gümüş bir zil gibi tıngırdayıp.

      Biz ise gülümsemeye başladık.

      – E-e-e! -dedi, sesi uzatarak. – Anlaşıldı. Demek, ben de birinciyim, öyle mi?!

      Bunları söyledikten sonra, aramızdan serbestçe itekleyip geçerek kuyunun kenarına çıktı. Hepimiz yol vererek, onu sessizce izledik. Hayvanlar bile, kuyu başında büyük bir değişiklik olduğunu hissetmiş gibi, ince yalaktan kafalarını havaya kaldırarak bize şaşkın şaşkın bakakalmışlardı.

      Az önceki güzel kız söğüt ağacı gibi eğilip, bir kova suyu çıkardığı sırada, birden bire ayağı kayarak, az kalsın kuyunun içine düşeyazdı. İki kolunu havaya kaldırarak, sallana sallana dururken, eğer Artıkbay nasırlı eliyle onun bembeyaz bileğinden tutuvermeseydi ki, kötü çarpacaktı. Genellikle bu tür hadiseler köyümüzde sık sık yaşanırdı. Bu sene ilkbaharda, Artıkbay düştü ve yalak taşına çarptığı alnının sağ yanında derin bir kesik açılmıştı.

      Ancak yere zıplayarak toparlanan güzel kızın suratında ve gözünde korkunun izi dahi yoktu. Korku yerine bir mucize görmüş gibi gülmeye devam ediyor.

      – Şimdi, ben bunca zahmetle ulaştığım bir kova suyu ne yapacağım? – dedi bir hayli zaman sonra gülmeyi kesip, oldukça ciddi bir tavırla – Sağira ananın koyunları hangisidir?! Ben onları tanımıyorum…

      Artıkbay ona alaylı bir bakışla:

      – Bütün bunlar, Sağira ananın koyunları – dedi, gülümseyip.

      – Eyvah! –diyen kızın gözleri fal taşı gibi açıldı. – Bana üç tane olduğunu söylemişti. Güldük. Kuyunun yanında oluşan küçük bir su birikintisine konan serçe sürüsü “fıııııırrrrr” etti, uçtu.

      – Kovanızı bana verin, – dedi Artıkbay elini uzatarak. – Sağira ananın koyunlarını ben sulayayım…

      O gün sürü halindeki hayvanları sorunsuz suladık. Her-gün yaşandığı gibi herkes kendi hayvanını önce sulamaya kalkıp endişe yaratmadı. Artıkbay yoruduğu zaman, diğer çocuklar da dönüşümlü olarak yalağı anında dolduruyorduk.

      Hayvanı sularken safımıza yeni katılmış olan güzel kız, Artıkbay’ın üzerine bir kova suyu boşaltıverdi ve gülerek kaçmaya başladı. Biz ona çok güldük. Yalağın aşağı tarafına gelip konarak oturan bir gurup serçe “Of, be! Bunlar tekrar tekrar rahatsız ediyor” der gibi “pırrrrrr” diye uçup gitti.

      Artıkbay ise, üstü başından sular aktığı halde çaresiz kaldı. Bu onun daha önce yapmış olduğu kurnazlık ve alaylı mizahına karşı yapılan bir davranış payıydı. Güzel kız çok uzaklaşmadan birdenbire arkasını döndü ve Artıkbay’a baktı, el sallayarak:

      – Çav! – deyip gitti.

      Bizse bir süre sonra kendimize gelerek, birbirimize:

      – Kimdi o! Bu kimdi?

      – Nerden geldi?

      – Sağira ananın yakını mı, acaba? – diye sormaya başladık.

      Asanali adında bir çocuk Sağira ananın yan komşusuydu. O anda, bir gözünü hafifçe sıkarak, az evvelki kızın köye ne zaman ve nereden geldiğine dair bilgileri vermeye başladı. Misafir kız, dün akşam otobüsten iki büyük çantasıyla inmiş. Yol kenarında dururken bembeyaz yüzünü güneşten koruyarak, avucuyla güneşi kapatsa da Şavil’e yani bizim köye hayretle bakmış. Sonra elindeki yükünün ağır olmasına rağmen, vücudunu dimdik tutarak, adım adım Sağira ananın evine doğru yürümüş. İlk başta, Sağira ana onu tanıyamamış. Kapı önünde, semaver için odun parçalarken arkasından gelip selamlaşan kıza:

      – Yavrum, okul müdürünün evi ta orada, – diye eliyle işaret etmiş. Aslında, okula gelen bir stajyer kız olduğunu düşünmüş olmalı ihtiyar.

      – Nine, gerçekten de tanımadınız mı beni? – demiş kız hayran bakışla. – Ben Bibiajar’ım ninecim.

      – Evet, evet, Satbek’in baldızı

Скачать книгу