Kazıgurt Öyküleri. Nurgali Oraz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz

Скачать книгу

mı?!

      – Ne diye vereceksiniz mahkemeye?

      – Çingenelerle beraber besili koyunu çaldığın için!

      – Kanıtınız var mı?

      – Var. Hanım senin sesini tanıdı, sesinden sen olduğun anlaşıldı.

      – Dayı, asla unutmayın ki, ses bir kanıt olamaz!

      – Ne-ne-ne?! -diyerek, beklenmeyen bu yanıt karşısında söz bulamayan Abdihakim dayımızın gözleri yerinden fırlayıp, alnının üstüne az kalsın çıkayazdı. – Bu Çingene… Çingene uşşağı…

      – Dayı ben sıradan bir Çingene değilim, anladın mı? Ben bir Baronum!!! -diyerek, onu daha çok şaşırtmaya devam etti. Sonra aniden çok üzüldü ve sesi yavaşladı: “Ah, siz var ya…” -dedi alınarak.

      – Uzakta hasret kaldığım köyümde dayım Abdihakim var, yengem Balımşa var diyerek, özlemle gelmiştim. Bana edilecek sözler miydi, bunlar? Ya, dayı! Sizden beklediğim şey bu muydu yani… Ben zavallı, babadan yetim kalan biricik evladım, nereye gidersem gideyim tek desteğim sizsiniz. Ah, yenge ah! Benim kalbimi kırdın be! İçim yanıyor. Bana soğuk bir yoğurt getirir misin, yenge!? Boranbay’ın birdenbire farklı tavır almasına anlam veremeyen Balımşa yenge olduğu yerde kalakaldı.

      – Hey kadın! Yoğurt getirsene bu çocuğa, der Abdihakim dayımız, çapasının sapıyla yoğurdu kime getireceğini işaret ederek. – Yoğurt ister, duymaz mısın? Şanslı, neden dışarıda durursun, içeri gel. Hey, Balımşa, hani evdeki şu sırık boyunlu yok mu, ondan kaldı mı bir şey?! Boranbay köye misafir gelmiş ki, onun şerefine, çok değil birer ayak kaldıralım… Gelsene, çekinme. Nedir bu nazlanma, kızlar gibi…

      Bu hadiselerden sonra Boranbay “Baron” olarak adlandırılmaya başlar. Tıpkı dayısının ocağında geziyormuş gibi, her haneye nazlanarak giriyor ve biraz zaman uzak duruyor geziniyordu. Ardından köye üzeri kapalı bir araba ile gelen iki polis memuru tarafından ilçe merkezine götürüldü. Daha sonra öğrendik ki, askerlik yapmaktan kaçtığı için Boranbay Baron iki sene hapis cezasına çarptırılmış ve uzağa Sibirya’ya ağaç kesmeye gönderilmişti…

* * *

      Kasım ayının yağışlı günleri başladı. Köyleri birbirine bağlayan kara yolu, bataklığa dönmüş yürünemez hale gelmişti. Hava da soğumaya yüz tutmuştu. Gökten bir yağmur tanesi düşerken, yaprağını rüzgâra çaldırmış çıplak kavakların dallarından iki tane damlıyordu. Etraf asık suratlı bir hale bürünmüştü. Sonbaharın gökyüzü kanı içine çekilmişçesine içine kapanık bir şekilde ağlıyordu. Mavi kubbe artık tekrardan neşeyle açılmayacak, güneş ise asla parlak yüzünü göstermeyecekti sanki.

      Sonbaharın böylesine keyifsiz günlerinde, daha sobalar kurulmamış hafif serin bir evde düşünceli otururken: “Zavallı Çingeneler şu an ne durumda? Nereye gidip sığındılar?” -diye aklına kimi sorular takılıyordu. Genel olarak, sonbahar ve kış aylarında nasıl yaşadıklarını düşünemezsiniz bile. Tabii ki, bizim ve sizin gibi sıradan bir Kazak’ın bunu bilmesi kolay değildir. Ancak Boranbay gerçek bir Baron olsaydı, her şeyi açıklamak, anlatmak zorunda kalırdı. Ama o, artık köyde değildi. Uzak Sibirya topraklarında kereste kesmekle meşguldü…

      İlçeden günde iki kere sefer yapan küçük bir otobüs iki yanı çamur, bataklığa dönmüş karayolu ile salana sallana güçlülükle ulaştı. Bugün sabah pazara giden az sayıda yolcular çantalarını ve çuvallarını indirmeye başlar. Onların arasında sürücüye alelacele bir şeyler soran kızıl kahverengi bir pardösü giyinmiş bir kız göründü. Yürüyüşü sanki bizim köyün aşınıp taşınarak, torba taşıyan sakinleri gibi değildi, adımlarını büyük atıyordu. Elinde kırmızı ela karışımı bir şemsiyesi vardır. O, bataklığa çevrilmiş çamur yollardan hızlıca atladı ve Boranboy Baron’un evinin bulunduğu tarafa doğru yürüdü. Başına sardığı ince beyaz çiçekli başörtüsünden kalın kıvırcık saçı dalgalanmış bir şekilde görünmekteydi. Şemsiye kaldırdığı kolunun ince bileği dopdolu bilezikti. Kaşı gözü tıpkı kalemle çekilmiş güzel bir Çingene kızıydı. Bu güzel, bizim Boranbay Baron’u şehirden hususi aramaya gelen Muhnisa’nın ta kendisiydi.

      Üstüne kocasının eski montunu giymiş, hayvanlarıyla uğraşmakta olan Maldıkız ana ona şaşkınlıkla bakıyordu.

      Başlangıçta, komşusunun şehirde tahsil yapmakta olan kızı olduğunu düşündü:

      – Hey, Anafiya mısın? Ne zaman geldin? -diye sordu.

      – Zdrastvuyte (Merhaba)!

      – A-a?

      – Dobrıy den’ (İyi günler ana!)

      – Aman Allah’ım!

      – Kak pojivayete (Nasılsınız?)

      – Aman Allah’ım! Kazak mı, Rus mu kendisi, nedir?

      – Boranbay doma (evde mi?)

      – A-a, eskisi gibi mi, dersin?

      – Ana, Boranbay? Hayır?

      – Anladım, Boranbay mı? Benim oğlumu mu, soruyorsun? O, yok. O, orada! Daleko (uzakta), tyurma popal (cezaevinde!).

      – V türme? (cezaevinde mi?) Kak je tak? (Nasıl, yani?!) -diye, ürperdi Muhnisa. – Oh, bednenkiy! (Ah, zavallı!) Vsetaki kakoy je vıy jestokiy narod (Ne kadar da acımasız bir milletsiniz siz!) İz za kakih to baraşek svoego çeloveka posadili da (Basit bir koyun yüzünden, adamı hapsettirdiniz demek)…

      – Evet, evet, -dedi Maldıkız ana, bağını sallayıp, bilinmeyen istikameti işaret ederek. – Orada. Oraya, gitti…

      Muhnisa iki eliyle yüzünü kapattığı halde geri döndü ve ayağındaki çok hafif ve güzel ayakkabısıyla kara yolun bataklığını topuğuna kadar basıp yürüyerek gitti. Belki, sonbahar gökyüzü gibi çok gözyaşı dökmüştü, Çingene güzeli…

* * *

      İki yıl sonra Boranbay Baron köye tamamen farklı biri olarak döndü. Eski serseri yaşantısını sanki Sibirya’da ağaç keserken orada bırakmış gibi, şuan ise sıradan bir Kazak’a dönüşmüştü. Ayrıca köyden asla uzaklara ayrılmadan, avlusundaki ağaçlara bir çocuk kadar özenle ilgilenip yetiştirdi. Nedeni belli değil, ancak Sibirya’dan geldikten sonra ağaçlara olan ilgisi arttı. Avlusu bir gül bahçesi gibiydi. Maldıkız ana artık güzün olmuş elmalarını Janabazar’a götürüp satmaya başladı.

      Elin anaları gibi gelin almak, elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak arzusu içine işlemeye başladı. Ev işleriyle gerçekten ilgilenecek artık kendine eşlik edebilecek bir hayat yoldaşına muhtaç olduğunu Boranbay Baron fark etti. Böylelikle Tanrı’nın verdiği talihi açıldığı gün Sozak’tan yağda kızartılmış pişi gibi dolgun, sarışın bir kızı kaçırır. Sıradan bu çağın yerleşik Kazaklarının gelenek gereği “n” harfi şeklinde bir masa hazırlanır, gelin ve damadın arka tarafına el dokuma kilim asarlar ve kilime beyaz pamukla “Boranbay-Balağız” diye çiftin adları yazılır. Bunca hazırlıktan sonra sabaha kadar içki ve şarabı bol ihtişamlı bir düğün yaparlar. Gelin

Скачать книгу