Kazıgurt Öyküleri. Nurgali Oraz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz

Скачать книгу

uzattım. Sonra onu simsiyah boyaya daldırıp aldım ve merkezdeki pahalı mağazaların cam raflarından somurtarak bakan mankenlere benzeyen cansız resmin şakağından çenesinin altına kadar kat kat sürdüm.

      Bitti! Yaradılışa kimse karşı duramaz! Kimse. İsyanın tamamı hayaldir. Şeytanın oyunu.

      – Evet, artık doğru oldu -dedi, sessizce konuşarak. Ben birden ürktüm. Eşikte kafasını bembeyaz başörtüyle sarmış olan Ümit, öbür dünyadan gelmiş ruh gibi kirpiğini kıpırdatmadan dik dik bakıyordu.

      – Evet, şimdi her şey yerli yerine oturdu! -dedi o yine. – Böyle olacağını biliyordum. Çünkü siz Tanrı değilsiniz!

      Ondan sonra kafasındaki başörtüsünü çıkarmaya başladı…

      Elime tesadüfen geçen kahverengi defterdeki ressamın yazıları böyle bitiyordu.

* * *

      Otelin balkonuna çıkıp gecenin olmadık bir vaktinde eğlenceye doymayan şehrin kırmızı yeşil ışıklarına bakarak: “Sakallı kız, sen neredesin şimdi?” -diye düşündüm, içimi bir heyecan kaplayarak. – Bu şehirde mi yaşıyorsun?”.

Çeviren: Ufuk Tuzman

      BORANBAY BARON VE TERS AĞAÇ

      Şu an bahsetmekte olduğumuz hikâye Boranbay Baron hakkındadır. Kendisi bu fani dünyanın ilk uzun yolculuğuna köyün sekiz yıllık okulundan güç bela mezun olduğu yıl çıkmıştır. Evet, ya! Onun eğitim yuvasından zar zor mezun olmasının nedeni, beşinci sınıfa kadar elin çocukları gibi iyi bir eğitim alsa da, altıncı sınıfa başlar başlamaz, bu gidişat birdenbire olumsuz olarak değişir. Neden mi? Nedeni ise başlarda diğer çocuklarda görülmeyen ve yalnız yağız Boranbay’da bulunan kıvırcık saçlar, iri gözler gibi kimi ilginç özelliklerini fark etmesiydi.

      Bundan dolayı eğitim durumu hiç doğru gitmedi. Çünkü okulu, eğitimi aklından çıkarıverir ve haftalarca, hatta aylarca haber alınamaz, ortadan kaybolurdu. Aslında Kazıgurt Dağı’ndaki yılkıcı çobanlarının, Kumsay’daki çobanların, Şoşkabulak’taki tavukçuların yanına gitmeyi alışkanlık haline getirmişti.

      Kısacası, Boranbay kindiği sokakta kesilmiş bir serseriye dönüşmüştü. Tabii ki, dağdaki yılkıcıya, çöldeki çobana ve sokak çeşmesinin başında oturan tavukçulara da daima bir yardımcı hava kadar gerekliydi. Üstelik işleri baştan aşıp, yakaya yapışıp, dönüp bakacak zaman bulamayıp uğraşırlarken, kendilerine Tanrı’nın bir mükâfatı olarak yardıma yollamışçasına uzaktan beliriveren, kepçe kulak bir çocuğun kolkanat olacağına sevinmişlerse de kırılmamışlardı. Çat pat çay içirip, köyde olup biten haberi alelacele öğrendikten sonra çocuğun baş edebileceği bir işin başına koyarlar. Hatta onu kimse “Neden buraya geldin? Okullar kapanmadı mı? Dersini kaçırmadın mı?” gibi sorularla rahatsız etmezdi. Yolda rastgelen ve durdurduğu herhangi bir taşıtın vasıtasıyla ve ara ara yaya yürüyerek, epey meşakkatli bir yolculuktan sonra buralara kadar gelmek Boranbay için bir ömre bedeldi. Kısacası ona lazım olan da buydu, yani “Kimsenin ona bunları sormaması”. Hatta ona, biri gelip bütün hadiseyi ayrıntılarıyla anlatmasını istediği an, yanıtlayabileceği hiçbir cevabı yoktu. Çünkü buralara neden geldiği, nasıl geldiği ve ne amaçla geldiği bize malum olmadığı gibi, kendi için de bir muammadır. Her neyse, sürekli onu buralara sürükleyen, çeken, gönlünü hoş tutan, cezbeden bir yerdir ve üstüne söylenecek söz yoktur, olup biten sadece bundan ibarettir…

      Bir de, Boranbay kendini bir misafir olarak gören herhangi biri değildi, yalnızca yerinde duramayan, eline aldığı uğraşa dört kolla sarılan sadık bir çocuktu. Köyde babaannesi: “Kerata, tıpkı babasına çekmiş. O da, bunun kadarken köyde kendini paçasından tutturmayan bir serseriydi. Ben gelin geldiğim yıl birkaç ay ortalıktan kaybolmuştu ve zor bulmuştuk benim herifi. Bu da kanına çekmiş, kerata!” diye mırıldanarak, anlatırdı.

      Geçtiğimiz son birkaç yıldır, işi gereği tahıl toplama noktasına taşınan sınıf öğretmeni Bağısbay öğretmen ise: “Ah, işte Altayev’den gördüğüm şey ortada, yapmadığını bırakmadı!” diye yakınırdı.

      Elbette, okuldaki dersini birçok kez kaçırmış bir çocuğun şefkatle karşılanacağı açıktır. Boranbay Altayev, altıncı sınıfta bir yıl, yedinci sınıfta iki yıl peş peşe sınıfta kalmış ve sonra tekrar tekrar okuyup sekizinci sınıfa geçmiştir. Son senelerinde ise, muhtemelen öğretmenler ondan kurtulmak için çok acele etmişler ki, artık onu engellemeye çalışmamışlar. Oysa çoğulculuk görüşü dediğimiz şey okulda da mevcutmuş, Tanrıya çok şükür! Bu nedenle, “Genel olarak, Altayev kötü bir çocuk değildir. Örneğin, edebiyat dersine biraz eğilimi var …” diyenler olmuştur. Fakat Boranbay’ın kendisi daha fazla kafa yorup okumaya gerek duymamış ve tekerine takviye bir teker eklemeyi edepsizlik olarak hissetmişti. Neymiş! Sekiz yıllık eğitim değerini bilen için de bir dersmiş, bu birikim küçsenemezmiş. Buna bir de sınıf atlayamadan kalmayı ve tekrar tekrar okumayı ekleyin! Genel olarak, bu da yeterli. Sekiz yıllık eğitimle gelecekte bol maceralı, birçok zamanı yaşamaya imkânın olur.

      Boranbay sekizinci sınıfı bitirdiği yılın yazında, bir çingene grubu köyümüzün kenarına gelip yerleşti. Üzerine çadır örtmüş at arabalarını Küçük Keles ırmağının kıyısına yan yana dizerek, gece boyunca ateş yakıp, şarkılar söylediler, dans ettiler. Irmağın karşı tarafındaki Kazak köyü uykusuz kaldı ve sabaha kadar ara sıra yastıktan başlarını kaldırıp, farklı farklı düşüncelere daldılar. Çok etekli, kızıllı, yeşilli elbiseler giymiş çingene kızları ne güzel, ne nazlı ve ne özgürce görünüyorlardı…

      Serseri Boranbay Çingene grubunu gördükten sonra, sürüsünü bulmuş bir kuş gibi suyun karşı tarafında rahat duramadı. Ayak topuğu yüksekliğinde akmaya devam eden, çok berrak ve durgun Küçük Keles ırmağını bir köpek misali geçerek, çingenelerin yanlarına çabucak geliverdi. Çok zaman geçmeden onlarla nasıl yaptıysa, anlaştı. Er ya da geç, yani gözünü açıp kapayana kadar ki zaman dilimi içerisinde onların dilinden anlar hale gelip, hemen kaynaştı. Bundan bir gün sonra köyümüzde bir koyun, iki-üç hindi, beş-altı tavuk ve Boranbay birdenbire ortalıktan kayboldu. Dün akşam ki Küçük Keles ırmağının kenarına yerleşen çingene grubunun bulunduğu yerde, şimdi arabaların karışık teker izleri ile hala sönmemiş odun kalıntıları tütmekteydi…

      Boranbay’ın bu sefer ki gidişi uzun sürmüştü.

* * *

      Sonraki yıl, bizim derin uykuda yatan asude köyümüzü gece vaktinde soymaya devam eden rastgele bir hırsız grubunun varlığı tespit edildi. Onlar başlangıçta Kazıgurt’taki yılkı çobanları ile Kumsay’ın koyun çobanlarına büyük zarar verdi. Daha sonra bizim köyümüze kadar ulaştı. Hırsızların “Besmelesi” Baykazak’ın ertesi gün Şorapazar’a götürüp satacağı kırmızı düvesi olmuştu. Pazar koyduğun an en az beş yüz bin tengeye tereddütsüz satılacak kadar değerli bir hayvandı. Nasip değilmiş. Baykazak yaşananların karşısında çok üzüldü ve bir süre dövündü. Birkaç hafta çoluk çocuğuna bağırıp, eşiyle kavga edip evinin huzurunu kaçırdı. Kırmızı düvenin çalındığına dair hiç şüphesi yoktu. Kesin çalınmıştı. Çünkü birisi düvenin boynuna bağlı olan kalın ipi dikkatlice toplamış ve giriş tavana asmıştı. Bunları yaparken hırsız acele etmeden, hatta dayısına yeğen muamelesi yapıyormuş gibi alıp götürmüştü.

Скачать книгу