Kaharlı Altay. Jaksılık Samiytulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kaharlı Altay - Jaksılık Samiytulı страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kaharlı Altay - Jaksılık Samiytulı

Скачать книгу

binanın önünde Çin’in Doğu Türkistan’daki Hükümet Başkanı Jang Jıjung tarafından, bizzat karşılandı. General Sung’un otomobilinden inen Osman Batur’u, Jang Jıjung, özel bir ilgiyle karşıladı; koluna girerek içeriye dâvet etti.

      Güneşin daha batmadığı vakitlerdi. Osman Batur, etrafını dikkatlice gözden geçirdi. Gün ışığının bir parçası, uzaklarda görünen Boğda Dağının dünyaca meşhur üç zirvesini aydınlatıyordu. Güneş ışınlarının bir kısmı da, süslü binanın yeşile boyanmış demir çatısının köşesinden göz kırpıyordu. Muazzam sarayın ön yüzü baştan aşağıya kadar mavi tuğlalarla örülmüş ve her bir tuğlanın arası mavi çinilerle bezenmişti. Yukarılarında kabartma halindeki kemerimsi çıkıntılar üzerinde ise çeşitli süslemeler vardı. Sarayın dört tarafına da dört tane sütun yerleştirilmişti. 1935 senesinde Japonya’daki Zav Dav Tian Üniversitesi İnşaat Fakültesini bitiren Mühendis Van Nai Jı tarafından projelendirilen bu yapının Japon mimarisinden esinlenmiş olması da boşuna değildi.

      General Jang Jujıng, Osman Batur’u döner merdivenlerden yukarıya çıkardı. Osman Batur, kırmızıyla cilalanmış kalın tahtadan yapılmış basamakların üstüne altın çubuklarla tutturulmuş Hoten halılarının üzerinden acelesiz yürüyüp, kırmızı çam ağacından yapılmış büyük kapıdan içeriye girdi.

      Salonun içi oldukça güzel döşenmişti. Salonun tavanı, tahta ile astarlanmış parkeydi ve birbirine geçen daireler şeklinde süslerle bezenmişti. Salonu biri oldukça büyük, diğer dört tanesi ona eş değer Sovyet yapımı avîzeler aydınlatıyordu. Büyük pencerelerde duble perdeler vardı. Kalın perdeler, siyah ve içindeki tülleri, pembe renkliydi; Sovyet malı oldukları anlaşılıyordu.

      Osman Batur, etrafına dikkatlice baktı ve belli belirsiz iç geçirdi. Kendisini aşağılanmış hissediyordu. “Kazak halkı, çok bahtsız bir halk. Biz koyunlarımızı güderek, ayranımızı içerek keyiften dört köşe otururken, komşu memleketler ve toplumlar nasıl da ilerlemişler. Bütün Altay bölgesindeki en güzel ev, Şerifhan Töre’nin geçen sene yaptırdığı kışlağı olsa gerek. Burayla karşılaştırınca, o evi, ev diye göstermek bile ayıp olur. Bizde zenginlik yok mu? Tabii ki var. Başka zenginliklerimiz bir tarafa, evlerimizin duvarlarını mücevherlerle bezemek istesek dahi bizim topraklarımızın mücevherleri yeter de artar bile. Bu zemindeki tahtalar, bu kapıların yapıldığı ağaçlar, Allah bilir ya, tastamam Altay bölgesine aittir. Kazakların şu andaki en büyük eksikliği, sanat… Sanata yönelmek… İşte buna çalışmak lâzım. Çinliler ve Ruslar gibi sebat ederek bunu öğrenmek gerekir. Artık biz de bunları halletmeliyiz; en çok ihtiyacımız olan şeyler bunlar.“

      Bugünkü davetlilere hazırlanan masa oldukça zengindi. İle Bölgesi’nin elmaları, Turfan’dan gelen üzümler, Kumul’dan gelen kavun ve karpuzlar, Şonjı bölgesinin beyaz buğdayından yapılmış çörekler, Altışehrin armutları, cevizleri, şeftalileri.. sadece, şu andaki sahibi farklı. Onların şimdiki sahibi General Jang Jijung idi.

      Davet sırasındaki açış konuşmasını ev sahibi olarak General Jang Jijung yaptı. Kazakları methetti. Osman Batur’a iltifat etti. İkinci olarak General Sung Shiliang da benzer sözlerle konuştu. Bütün bu konuşmalardan sonra sıra göstericileri seyretmeye geldi.

      Uygurların meşhur dansçısı, uzun örgülü saçları topuğuna kadar uzanan güzel, elma yanaklı, yay kaşlı Kamber Hanım binlerce kere kıvrılarak, bükülerek, dönerek, fırıldak misali daireler çizdiği zaman, bunu seyreden Kazaklar, şaşkınlık ve hayranlıkla baka kaldılar.

      – Bu kız mı, yoksa kukla mı?

      – İnsan değil, adeta şeytana benziyor.

      – Daha çok periye benziyor.

      – Kudretine kurban olduğum Allah’ım böyle güzeller de mi yaratıyormuş! Bu gösterişli vücut, bu endam, bu hareket! Güzelliğine kıyafet ve hareketleri de ne güzel yakışmış. Nasıl güzellik bu! dedi Şamsiya.

      – Hadi canım sende! dedi buna alınan Bayan Hanım. “Bu süslenmiş, çıkmış; gösteri yapıyor. Bunun gibi, senin de kaşını, gözünü boyasalar, ipeklere tüllere sarsalar; sen, ondan güzel olursun. Başka hiçbir iş yaptırmadan, hiç zorluk çektirmeden, elini ayağını şöyle düzene sokarsan, birinden özel dersler aldıktan sonra dans edersen; sen değil, ben bile bin kıvrılır, kirman gibi dönerdim. Her gördüğüne heveslenmenin âlemi yok. Dışı parlıyorsa da içi kimbilir nasıl da tir tir titriyordur. Her gördüğünüze özenerek altın başınızın değerini azaltmayın. Bu dünyada, insana en çok lâzım olan şey, kendisini dürüst ve düzgün olarak tutabilmektir. Daha sonra kendine güven, saygı ve dayanıklılık lâzımdır. İnsan ruhunun zirvesi ve insanın gerçek değeri, işte bunlardır. Bayan Hanım’ın bu sözlerinden sonra hanımlar tarafının sesi kesildi. Bundan sonraki fısıltılar, erkekler arasından çıkıyordu.

      – Tüh be! Elimize geçmez ki böyle bir âhû! diye arkalardan bir adam iç geçirdi.

      – Peh peh yiğidim, ümidine peh!

      – Rüyanda bile göremezsin böyle güzeli! dedi bazıları.

      – Ahh! Yalan dünya! diye kasvetlendi bir diğeri.

      – Herşey fâni bu dünyada, desene! dedi yine kalın bir erkek sesi.

      Artık sıra, Kazakların meşhur şairi Abdülkerim Intıkbayoğlu’na gelmişti. O ortaya, başına hiçbir şey giymeden çıktı. (Kazak geleneğine göre erkekler başında başlıksız dolaşmazlar). Saçını, davetten önce çok kısa kestirmişe benziyordu. Avizelerin güçlü ışıkları altında tepesi parlıyordu. Başı küçüktü, ama gözlerindeki ateş, daha çok dikkati çekiyordu. Beyaz ipek gömleğinin yakasını eliyle düzelterek biraz rahatlamaya çalıştı ve “Osman Batur’a İthaf” diye gürleyiverdi. Elinde ne dombırası ne kağıdı ne de kalemi vardı. Bu orta boylu Kazağı bazıları ilk başta önemsemedi. Topluluktan sesler yükselmeye başlamıştı ki şairin vücuduna hiç uygun olmayan ve yaralı aslan misali kükreyen bir ses, dinleyicileri bir anda susturdu:

      Daralmış dağ ile taş arasında

      Müslüman, tehlikeler karşısında.

      Kim çıktı ona karşı?

      Osman Batur çıktı!

      Ağlayan halk, Allah’a yalvardığında,

      Mahpusa bütün iyiler toplandığında,

      Birçoğunun canına kıyıldığında,

      Kim çıktı buna karşı?

      Osman Batur çıktı!

      Ağlayan halk, Tanrıya yalvardığında.

      Şairin sesi gittikçe yükseldi. Yumruklarını taş gibi sıkmış, sağ elini yukarıya kaldırmış ve ağırlığını iki ayaklarına sırayla vererek hiddetle okuyordu şiirini. Hiddetle gürlüyor, iki avurdu sinirden şişmiş; gıcırdayan dişleri, yuvalarından fırlayan gözleriyle, kırmızı yüzündeki öfkeyle volkan gibi patlıyordu.

      – Peh peh, ne kadar da hiddetli! Neredeyse patlayacak hiddetten!.. dedi Jetpis, heyecandan yerinde duramaz hâlde ileri geri sallanırken. İlham gelmiştir. Böyle eşref saatlerinde sanatçıların gözü hiçbir şey görmezmiş, diye fısıldadı, – Gerçek şairler, işte böyle olurlar. Şimdi o, kendisini yeryüzünde yaşayan bir varlık

Скачать книгу