Kestaneler Altında. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kestaneler Altında - Yakup İsmail страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kestaneler Altında - Yakup İsmail

Скачать книгу

mi?” diye şaştı kaldı Seniha. Sonra bana döndü:

      “Gerçekten mi? Yazıyor musun? Şiir mi, düz yazı mı?”

      Bedri ateşli ateşli devam etti:

      “İki öyküsü çıktı gazetede. Bir de makale. Hem de epey uzun. Yaz tatilinde kim bilir daha kaç tane hazırladı.”

      Semra derin derin baktı gözlerime bir şey demek ister gibi. Anlayamadım ne demek istediğini.

      Seniha yine aynı heyecanla:

      “Gerçekten mi? diye sordu bana, sonra da Bedri’ ye bakarak. “Bedri abartıyor, deneme gibi bir şeyler işte,” dedim.

      “Ne abartması be. Yalnız benim bildiklerim…”

      Burada artık acele etmem icap etti:

      “Ama kitap? Bugünkü kitabı unutmadın değil mi?”

      “Tamam tamam,” diye cevap verdi Bedri ve ‘Teslim oluyorum’ der gibi hemen ellerini de kaldırdı.

      Seniha bana döndü bu defa:

      “Ama kitap da mı yazıyorsun?”

      “Yok,” dedim, “Bedriyle bir kitabı beraber okuyacak oluyoruz. Hem kalın hem ilginç.”

      Bu kadarla her şey kapandı ve misafirleri tatlılıkla uğurladık.

07.10.1983

      Doçent’i daha hiç göremedim. Gelir gelmez onu neden aramadım diye beni azarlayacak diye tahmin ediyorum. Yarın derslerden sonra bu işi nasıl halletmeliyim?

08.10.1983

      Bugün en nihayet hocamı ziyaret edebildim. Bedri’nin dediği doğruymuş. Yarından sonra bir ziraat kooperatifine patates çıkarmaya gidiyoruz. Vakti varmış, geniş geniş konuştuk. Tatili nasıl geçirdiğimi, bir şeyler yazıp yazmadığımı ince ince sordu. Muharririn röportajı beğenmediğini gizledim. Belki hakikaten de başarısız bir yazıydı. Fakat onun haberi olup dururmuş. Evirdi çevirdi sözü oraya getirdi. lkıla sıkıla meseleyi anlattım.

      “Yardımcı beğenmemiş ama Başmuharrir beğendi.” dedi. “Önümüzdeki sayıların birinde yer verecek senin röportaja.” Nasıl oluyor da biri beğeniyor, diğeri beğenmiyor diye sormayacak mısın Hayri?”

      “Ne bileyim. Bir yazıya herkes aynı kıymeti veremiyor herhalde”

      “Haklısın. Herkes bir yazıya aynı kıymeti biçemez. Biri diğerinden daha az veya daha çok beğenir ama biri menfi, diğeri müspet diyemez ki!”

      Sustum. O da sustu bir an. Sonra daha sakin ve daha alçak bir sesle devam etti:

      “Bu konuya başka bir zaman yine döneceğiz ve daha geniş konuşacağız. İleride ona yine dönmek icap edecek!”

      Semra’yı bu akşam yemekhanede bekledim. Umut ettiğim vakitte Seniha ile birlikte geldiler. Yemekten sonra kahve içmeye gittik. Seniha kahvesini çabuk çabuk içti ve bizi yalnız bıraktı. Az sonra biz de kalktık ve Kestaneli sokakta Kartal köprüye doğru yürüdük. İkimiz de susuyorduk. Çoktan beri zihnimi kurcalayan soruyu en nihayet sordum:

      “Semra, bizim köyden ayrılırken kulağıma bir şeyler fısıldamıştın, hatırlıyor musun…”

      “Evet, hatırlıyorum.” dedi.

      “Sebebini bugüne kadar anlayamadım.”

      “Yazdıkların gizlice okunuyor. Anlayamayacak ne var?”

      “Kim olabilir? Bedri’yle yaşıyorum. Artık dördüncü yıl. Ondan başka kim yapabilir bu işi?”

      “Bilmiyorum.”

      “Sen nasıl anladın?”

      Durdu. Gözlerimin içine baktı.

      “Sorma. Çok rica ederim. Bununla ilgili hiçbir şey sorma. Otobüse binerken tembihlemem seni çok yakın bir dost hissetmemin ifadesi değil mi?”

      “Teşekkür ederim.”

      “Sabırlı ol. Zamanı geldiğinde bu konuyu ben açacağım sana. Ama rica ederim bütün yazdıklarını daha gizli bir yerde tutmaya çalışsan iyi olur.”

      Bir dakika sonra bu ciddi konuşmadan eser bile kalmamıştı yüzlerimizde. Çok tatlı, çok şen konuşarak akşam gezisine devam ettik.

      25.10.1983 Rila dağlarındaki ziraat kooperatifinde on dört günlük işten döner dönmez Doçent gene aradı. Gittim. “Bayağı bir iş bitirdiniz mi?” “Evet.” “Nasıl geçti iş günleri? Her şey normal miydi?” “Evet. Neden sordunuz?” “Yolsuzluk falan olmadı değil mi? Şenlikler, yarış, akşamları ateş başında şarkılar, türküler, oyunlar…?” “Tam öyle.” “Gazetenin Baş muharriri sordu seni geçen günler. Görmek istiyormuş. Söyledim nerede olduğunuzu. Döner dönmez onun yanına uğramamı istedi. Bugün gitsen iyi olur.” Gittim. Doçent gibi o da bayağı şen karşıladı. O da iş zamanında günlerin nasıl geçtiğini sordu. Ona da aynı cevabı verdim. “Otur ve derhal bir röportaj yaz. Erken kalkmalarınızı da yaz, aranızda geçen yarışları da. Akşamları ateş başında geçen saatleri de yaz, oyunları, şarkıları, şakaları da. Köylülerin sizden duydukları memnuniyeti de yaz, ufak tefek yolsuzluklar var ise, onları da. Yaz işte… Gazetede üniversite öğrencilerinin günlük hayatına da yer ayıralım arada sırada. Ama bu defa acele tut, konunun “aktüelliğini kaybettirme!” Son sözleri söylerken bıyık altından bayağı bir gülümsedi. “Ne kadar acele?” diye sordum. “İki, üç, bilemedin dört gün!”

28.10.1983

      Defteri üç gündür açıyorum, dakikalarca bakıyorum ona. Nereden başlayayım diye sorup duruyorum kendi kendime. Nereden başlayacağımı bilemeyince de defteri kapayıp masadan kalkıyorum. Hakikatte ise yazacaklarım var. En nihayet bugün katiyen yazacağım dedim ve yazmaya başladım.

      Birinci, Başmuharririn istediği röportajı hem zamanında hem de büyük bir kolaylıkla hallettim. Daha ilk akşam oturdum ve şunun şemasını bari hazırlayayım dedim. Şema oldu olmadı derken münderecatını işlemeye başladım. Başmuharrir yaz işte, yaz da yaz demişti ya. Öyle bir şey oldu. Uykum dağılmıştı. Ben de yazdım da yazdım. Rila dağlarının eteklerinde bulunan köyde geçen günler gözümün önüne dizilivermişti. Yorucu işi de yazdım, şen şakrak geçen günleri de, köyde kalmış ve kooperatifin her işini yüklenmiş olan ihtiyarlarla yakınlığımızı da. Götürdüğümde Başmuharrir bir solukta okudu ve memnun bir sesle:

      “İyi. Güzel bir röportaj olmuş. Derhal salacağız,” dedi, İkinci, Başmuharririn yaptığı yeni teklif bana bomba gibi geldi. Yeni yılın başında gazetede daha bir iş yeri açılıyormuş ve o, bu yere beni münasip görüyormuş. Daha bir şeyler konuştu ama şimdi bir türlü hatırlamıyorum. Beklenmedik teklif karşısında her halde dilim tutulmuş kalmışım. Kendimi toparladığımda dikkatimi çeken şey ikimizin de susmasıydı.

      “Eee? Bir şey de edin?”

      “Ne diyeyim. Benim

Скачать книгу