Kestaneler Altında. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kestaneler Altında - Yakup İsmail страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kestaneler Altında - Yakup İsmail

Скачать книгу

bileyim ağabey, dedim Başmuharrir bu iş için bana vade kesmedi ama yarın başka vazife çıkarsa, bugünkü iş yarıda kalmış olmaz mı?”

      “Haftada üç sayı hazırlıyoruz. Her sayıda beş veya altı muhabir yazısına yer veriliyor. Sana her gün on beş on altı mektup gelecek. Onların üçte biri ya istifade edilir ya edilmez.”

      “Anladım.”

      “Gazetede yer verilmeyen yazılar için hazırlayacağın cevap üç, bilemedin dört satırlık olsun. Hepsine uzun uzadıya eleştiri yazmayacaksın ya…”

      “Yavaş yavaş işin içine girerim Halim ağabey. Meslektaşların arasında olan münasebetlere gelince…”

      “Yavaş yavaş öğrenirsin.”

      Ötesini getirmedi. Sade gözlerimin içine baktı derin derin. Doçent’ in buraya işe başlamama çekingenlik göstermesi meslektaşların arasındaki bazı münasebetlere bağlı değil miydi acaba?

      İkinci gün de öyle geçti. Öğleye doğru Başmuharririn odasından bir dosya daha geldi. Bunlar bu sabah gelen muhaberelerdi. Oda arkadaşımın tavsiyelerine bakmayarak her iki dosyayı da okuyup bitirdim. Bana göre iş yapacak olanları bir tarafa ayırdım. Onların içinden de beş tane en iyisini seçtim. Onları önümüzdeki sayıya girmelerini teklif edecektim.

      Kahve zamanı gelince yine büfedeydik. Bu defa yanımıza edebiyat sayfası sorumlusu da geldi, oturdu:

      “Nasıl, alışıyor musun?”

      “Dün bir, bugün iki. Hala her şey karanlık.”

      “Alışırsın, alışırsın. Sınavlar ne durumda?”

      Anlattım.

      “İyi. Benim sayfayı unutma hem. Zaman bulduğunda bir öykü hazırlamaya bak. Elimizde olsun. Bazen seyrek de olsa kısılıp kalıyoruz. Öyle an geldi mi hemen salarız.”

      Bu defa “iyi” demek bana düşmüştü. İş yerine dönerken koridorda kolumdan çekti:

      “Gel odama kadar. Dün bir şiir geldi mektupla. Sen de oku.”

      Gittim. Çekmeceden bir kâğıt çıkardı.

      “Enteresan bir şiir. Yollayanı gıyaben tanırsın. Sizin taraftan değil, şiirlerine sık sık yer veriyoruz gazete sayfalarında… Hem dikkat et, yanındakine pek açılma. Ağzı pek sıkı değildir. Tavsiyelerine her zaman kulak asma.”

      Bir şey anlamamış gibi ona doğru baktım kaldım ama o arkasını getirmedi. Yanı başındaki dosyayı önüne çekti ve kağıdın birini okumaya başladı. Ben de odama çıktım.

17.01.1984

      Yavaş yavaş işin içine girmeye çalışıyorum. Oda arkadaşım arada sırada bazı tavsiyelerde bulunuyor. Bana yardımı az değil.

      Baş muharrir dikkat ayrılması gereken yıldönümlerini, çeşitli hadiselere hasredilmiş günleri ve haftaları anarken gelecek ayda arıcılar gününü de aksettirmemiz gerektiğini kaydetti. Laf arasında babamın arıcı olduğunu andım. O da Halim ağabey de ilgiyle baktılar bana doğru.

      “Yani arıcılıktan anlıyorsun?’ diye sordu Başmµharrir.

      “Birazcık.”

      “O zaman arıcılar haftası münasebetiyle yayınlayacağımız yazıyı sen hazırlayacaksın.” dedi. Ben de kabul ettim.

      Kahveden toplanırken Edebiyatçı sordu:

      “Geçenlerde verdiğim şiiri beğendin mi?”

      “Evet. Gazetenin sayfalarında yer verecek misin?”

      “Yakında.”

      Şiirde Bulgaristan’da Türk dilinde yaratılan edebiyatın son senelerde gördüğü kısıtlanmalarla ağaç dalında olmak üzereyken kurumaya yüz tutmuş bir elmaya benzetiliyordu. Bu bir hakikat idi ama böyle bir şiire gazete sayfalarında yer vermek için cesaret gerekiyordu…

18.02.1984

      Başmuharrir işimden memnun. Gazeteye her gelen mektubu geciktirmeden okumaya ve gereken cevabı vermeye çalışıyorum. Verdiğim cevapları şimdilik doğru buluyor.

      Bu sabah kahveye gitmeden önceydi. Oda arkadaşım önündeki kağıda bir şeyler yazmaya devam ederken sordu:

      “Dün sabah kitapçılara ‘Faşizm’ diye yeni bir kitap salmışlar, haberin oldu mu?”

      “Hayır, işitmedim. Neden sordun? Çok mu ilginçmiş?”

      “Dün sabah erken erken satışa salmışlar. Satılan satılmış, satılmayan nüshalar bu gece raflardan toplanmış.”

      “Neden? Kusurlu muymuş yoksa?”

      Arkadaşım kalemi elinden bıraktı, bana doğru baktı: “Anlamıyor musun? demek ki, münderecatı bizim idarecilere yaramıyor.”

      Bu haber beni iyice ilgilendirdi.

      “Başlığına bakarsan faşizmin ne demek olduğunu anlatıyor. Yazılması ve neşredilmesiyle ilgili makamlar münderecatının ne olduğunu ta şimdi mi anlamışlar? Basılmadan önce o kitabı okuyan olmamış mı? Ben bu işten hiçbir şey anlamadım.”

      “Anlamayacak ne var? Büyüklerden biri kitabın neşriyatına izin vermiş. Büyüklerden biri bir kusur bulmuş ve toplanmasını emretmiş. Bu sabah otobüslerde, kahvehanelerde hep bu konuşuluyordu.”

      “Müellifi kimmiş bu kitabın?”

      “Doktor Jelü Jelev. Felsefe enstitüsünde çalışıyor. Ama bu hadise için her yerde ve herkesle konuşulmaz. ‘Altıncı şube’nin her yerde kulağı var.”

      “O da ne demek?”

      Arkadaşım tekrar baktı gözlerime:

      “Öğrenirsin.”

      Yavaş yavaş işin içine giriyorum demiştim ama bilmediğim şeyler daha çok.

15.03.1984

      Bütün gece kar yağmıştı. Trotuarlar temizlenmediği ve yayaların işi zorlaştığı için otobüsler ve tramvaylar tıklım tıklımdı. İşe zar zor yetişmiş olan herkes odasına kapanmıştı. Azıcık ısınmış olanı hemen bir salıklık, bir uyku basıyordu. Halim ağabeyle ikimizi de aynı… Bugün ben hatırlattım ona kahve zamanını. Kâğıdı kalemi hemen attı elinden. Saate baktı ve:

      “Gidelim, dedi, bugün acele bir iş yok. Gereken yazıları yardımcıya daha akşamdan teslim ettim.”

      Her gün ziyaret ettiğimiz büfe bugün tıklım tıklımdı. İçerisi arı sepetine benzemişti. Konuşanlar, sigara içenler…

      “Gel, arka sokaktaki kahvehaneye gidelim.”

      Orası hakikaten de tenhaydı. Oturduk. Bu defa haber sırası bendeydi:

Скачать книгу