Kestaneler Altında. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kestaneler Altında - Yakup İsmail страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kestaneler Altında - Yakup İsmail

Скачать книгу

duyunca.

      “Sessiz Ali gibi kahveden başka hiçbir şey içmeyi bilmiyorsunuz sanmıştım.”

      “Ama yine de bira teklifinde bulundunuz.” “Napayım gelen giden yok, canım sıkıldı.” “Aç biraları. Hem içer hem konuşuruz.”

      Konuştuk hakikaten de. Anladım ki, gencinin de yaşlısının da dilinde Sessiz Ali. Sessiz Ali demek suskun kişi demek, kahveden başka bir şey içmeyen demek. Okuyacak başka gazete bulamayıp da “Edebiyat” ı okuyan demek. Lokantada ayrı masaya oturan demek… Adamın her tutumu alayla karşılanıyordu bu köyde. Ama neden suskun duruyor, neden her karşıladığı kimseye sadece baş eğmekle selam veriyor? Neden kalabalığa karışmıyor? Bunları soran yok. Hakikaten de neden acaba? Köy burası, hem de ne kadar küçük. Herkes herkesle senli benli. Aralarında kavga edenler bir, iki, bilemedim üç gün kin tutuyorlar, dördüncü gün birbirlerini af ediyorlar ve hemen birlikte bira yahut kahve içmeye oturuyorlar. Şakası da, sohbeti de yeniden başlıyor. Ali ağabey bunların hepsinden uzak. Bugüne kadar hiçbir kimseyle kavga etmemesine rağmen ne sohbet ettiği var ne de şaka yaptığı. Hiç mi derdi yok, hiç mi dertleşeceği insan yok bu köyde, neden böyle uzak duruyor herkesten? İşte bu sorular yoruyordu kafamı bir hayli zamandan beri. Bunları garsona da açacak oldum. Bana:

      “Ama yine de bayağı konuştunuz.”

      “Ne konuşması? Bir cümle ben söyledim, bir cümle o!” “Sen ne söyledin, o ne cevap verdi?”

      “Merhaba Ali ağabey, oturabilir miyim?” diye sordum.

      “Büyük yanlışlık yapmışsın Öğretmen Bey, çok büyük yanlışlık!” “Nasıl yani?”

      “Onun adı Ali değil ki!” “Ne?!”

      “Onun adı Hayri! Ali takma adı. Başkalarının uydurması. Ali deyince bayağı gücenmiştir!”

      Günlerce üzüldüm yaptığım yanlışlığa. Nasıl olmuştu da hakiki adını hiçbir kimsenin ağzından işitmemiştim!? Hiç kimse mi onun hakiki adını anmamıştı benim yanımda? Onun yüzüne nasıl bakacaktım bundan sonra? Ne yüzle çıkacaktım onun karşısına?

      Günlerce Hayri ağabeye görünmemeye çalıştım, günlerce onun gittiği saatlerde lokantaya uğramadım, günlerce onun geçtiği sokaktan geçmemeye çalıştım.

      Yine bulutlu, soğuk bir gündü. Kar yağdı yağacak. Kuzey rüzgârı sokağa her çıkanın yüzünü yakıyor, gözlerini yaşartıyordu. Köy için deki gezintiler iyice tenhalaşmıştı. Tütün tarlaları çoktan boşalmış, son diziler de tamamlanmıştı. Artık son iş, yani ürünü satışa hazırlayıp tacirlere teslim etmek kalmıştı.

      Problemli iki öğrencim vardı sınıfımda. Oyuna mı fazla kaçıyorlardı, yoksa evde işe mi çokça koşuyorlardı anne ve babaları, öğrenmem gerekiyordu. Evlerini ziyaret etmek için yola çıktım.

      Birinci öğrenciyi evde tütün elpezelerken buldum. Anne ve babasının çocuklarının okuldaki başarısıyla ilgilenmeyen kimseler olduklarını derhal anladım. Bugünlerde çok iş olduğunu, tütünü en yakın zamanda satmak gerektiğini anlattılar. Kız çocuğu değil mi, adını yazmayı öğrenmiş ya, daha fazla okumak neye gerek? Doktor mu olacak sanki? Bu konuları uzun uzun konuştuk. Öğrencim de bir köşede dinliyor, yarın okula yine hazırlıksız geleceğinden sıkılıyordu. En nihayet derslerini hazırlaması için çocuğa imkân vermelerine ikna edebildim aileyi ve oradan ayrıldım.

      İkinci öğrencim köyün alt tarafında yaşıyordu. Vardığımda kimseyi bulamadım evde. Dış kapı kilitliydi. Bir yere gitmiş olmalıdırlar diyerek döndüm. Beş on adım atmamıştım ki, komşu evden bir ses geldi:

      “Ne o öğretmen, bize uğramak yok mu?”

      Döndüm ve sesin geldiği tarafa baktım. Sokağın üst tarafında yaşayan Koca Ahmet dede dedikleri komşuydu seslenen. Onun torunu da benim sınıfımdaydı. Annesi ve babası Batıya işe gitmişler, oğlan babaannesi ve dedesinin yanında kalmıştı. Öğrenciyle bir problemim olmadığı için onu ziyaret etmeye niyetim yoktu ama Ahmet dede oralarda döndüğümü pencereden görmüş olacak ki, setresini omuzlarına atarak kapıya çıkmış ve şimdi beni biraz da olsa utandırmaya çalışıyordu.

      “Gel bakayım. Bizim evde su çıkmadı. Hem birer kahve içelim hem de bizim yaramaz hakkında biraz konuşalım.” dedi.

      Geri döndüm ve girdim. Ahmet dedenin eşi soba başında akşam yemeğiyle, torun ise pencere boyundaki masada yarınki dersleriyle meşguldü.

      “Günaydın!” dedim.

      “Günaydın,” diye cevap verdiler üçü birden. Pencereden dışarı bir göz attım. Bütün sokak ve alt taraftaki evler ayna gibi görünüyordu. Ahmet ağabey hemen oğlana emir verdi.

      ‘‘Sen kitaplarını kavra ve haydi yukarı kata. Biz burada şimdi senin okuldaki rezaletlerini gözden geçireceğiz. Bakalım ne belalar yaptın son günlerde. Öğretmenle konuşmalarımızı dinlemen lazım değil haydi bakalım.” diyerek çocuğu yukarı gönderdi. Fakat sesinde bir tatlılık vardı. Belli ki, oğlanla olan münasebetleri yerli yerindeydi. Sonra bana döndü:

      “Buyur, otur öğretmen. Hanım, haydi hemen bize iki kahve hazırla.”

      “Neden iki? Üç yaparım. Ben de sizin yanınıza oturup, insan gibi bir kahvecik içerim.” diye cevap verdi eşi.

      “İşittin mi öğretmen? Bizimle bir tutuyor kendini. Eheee! Bir zamanlar kadınlar sorulmadan cevap mı verirdi? Feracesini başına çekmeden yabancı erkek yanına mı çıkardı? Elinin hamuruyla erkeğin işine karışmaz, karışmaya cesaret bile edemezdi. Şimdiyse… “diye konuştu.

      “Şimdiyse erkeklerin sultanlığı sona erdi değil mi? Seneler boyu kadınların hakları erkeklerinkilerle eşittir diye anlatıp duruyordunuz. Bunları anlatıp durmayın, bu işin sonu size yaramaz, pişman olursunuz.”

      Ahmet ağabey bana bakarak omuzlarını kaldırdı:

      “Ne diyeyim öğretmen? Bu söylenenlerden sonra bana susmaktan başka hiçbir şey kalıyor mu? Kalmıyor!”

      “Evet Ahmet ağabey kalmıyor. Susman gerekiyor. Kadın haklı.” diye cevap verdim.

      Kahveler çabucak hazır olmuştu. Tabla üç fincanla ve şeker kavanozuyla masaya geldi. Şerife abla kendine bir sandalye çekti ve yanımıza yerleşti·.

      “Ha buyurun Öğretmen Bey, kahveler şekersiz. Ne kadar istersen o kadar koy.”

      “Şekersiz içsem Şerife abla?” diye sordum.

      “Daha iyi olur. Kahve ikramını daha az masrafla halletmiş olurum. Bak sen bizim Öğretmene, benim şekerim israf olacak diye korkmaya başlamış.”

      Bu kadın hakikaten de şakacının şakacısı. Kahvelerden birer yudum aldık. Laf olsun diye:

      “Şerife abla, ne yazıyor sizin kahve tablasında? Bana biraz ters geliyor, okuyamıyorum,” diye sordum.

      “Sen o sözleri Ahmet ağabeyine okut. Okusun da kafasına koysun. Koysun da kahveyi

Скачать книгу