Kestaneler Altında. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kestaneler Altında - Yakup İsmail страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kestaneler Altında - Yakup İsmail

Скачать книгу

diye yazıyordu. İkinci dosya: “Çocukların terbiyesinde ana dilinin rolü.” Üçüncü dosya: “Progresif Türk edebiyatı ve onun Bulgaristan’ da Türkçe yazan yaratıcılara olan tesiri”. Dördüncü: “Demokrasi, sosyalizm ve totaliterizm”. İki de kalın kaplı defter vardı çanta içinde. Birinin kaplan mavi renkte, diğerinin kara. “Not defteri” diye yazılı ikisinin de üzerinde.

      Her şeyi yerli yerine koyup kovanı kapadım. Hayri ağabeyin bütün sırları bu kovanın içindeydi yani! Hırslandım kendi kendime. O, insan gibi on bir numarayı açmamamı yazmıştı. Ne işim vardı orada? Neme lazımdı on bir numarayı açmak? İstemeden ve razılığı olmadan onun sırlarına dokunmuştum. Büyük bir kabahat işlemiştim. Eve toplandım. Şimdi ona ne diyecektim? On bir numarayı açmadım desem yalan söylemiş olacağım. Açtım, dosyaları gördüm desem nasıl karşılayacak bu haberi? Gördüm fakat okumadım desem inanacak mı? Gücenmeyecek mi bana? Kızmayacak mı? Henüz başlamış olan arkadaşlığımız sona ermeyecek mi? Sona erecek elbet. Hem de benim yüzümden. İnanmamakta da, gücenmekte de, kızmakta da haklı olacak. Bir de “Senden bu cüretkarlığı beklemezdim,” derse? Rezaletten yer ayrılsın yere batayım.

      Bütün gece döndüm durdum yatak içinde, bir türlü uyuyamadım. Hem neden açtım diye hırslanıyordum hem de çok ilginç dokümanlara değindim, birkaç aydır Hayri ağabey hakkında önüme çıkan sorunların cevabı orada, on bir numara kovanda bulunuyor, bir gün onların münderecatını öğrenebilecek miyim diye soruyordum kendi kendime. Ne şekilde hareket etmeliydim? Hep bu soru kurcaladı durdu kafamı. O gece ve ondan sonra da ta Hayri ağabey sanatoryumdan dönünceye kadar devam edecekti.

      On beş gün geçmiş geçmemişti ki, postacı “Mektubun var!” diye haykırdı.

      “Mektup mu? Kimden?”

      Cevap vermeden zarfı uzattı. Aldım. Gönderen kim diye baktım. Zarfın üstünde yazmıyordu. ‘Esrarengiz şey,’ diye mırıldandım ve açtım:

      “Sayın meslektaşım, Hafta sonunda yanıma kadar gelsen de bir görüşsek çok memnun kalırım. Yanıma geleceğini anneme bildirme. Hatta bu mektubu aldığını bile.

      Pazartesi, saat 23.00 Hayri”

      Hakikaten de esrarengiz bir şey. Harfler pek o kadar düzgün değil. Yazmayı yakında öğrenmiş bir öğrencinin kilere benziyor daha fazla. Zarf esrarengiz, içindeki yazı esrarengiz, yazıldığı saat esrarengiz… Bugün Perşembe, yarın Cuma. Yarın öğleden sonra yola çıkmam lazım. Yarın akşam Filibe’de kalır ve Cumartesi sabahı Hisar’a devam ederim. Öyle de yaptım. Gittiğimde Hayri ağabeyi daha da zayıflamış buldum. Artık tedavi olmuştur, eve dönme günü yakındır derken durumu kötüleşmiş olduğu daha ilk bakışta belliydi. Biraz cesaret verebilmek için coşkulu bir sesle selamladım onu ve:

      “Hayri ağabey, yeter yattığın. Arılar her gün seni soruyor, seni bekliyorlar.” dedim.

      “Arılar beni unutacak… Bizim işler oraya gidiyor artık,” diye cevap verdi hayli kısık bir sesle.

      “Öyle konuşma Hayri ağabey. Yakında doktorlar ayağa kaldırır seni. Daha uzun zaman arılarla uğraşırsın, kestaneli kovanlıkta çok daha iyi günler geçirirsin.”

      “Otur. Otur ve anlat, ne var ne yok köyde?”

      “İyilik. Herkes işiyle. Tütün ekmeye başladılar başlayacaklar. Üç gün önce anneni gördüm. Tarladan dönüyordu. Traktörcünün birine sürdürmüş de iyi olmuş mu diye görmeye gitmiş. Seni sordum. On gün önce mektubunu aldığını söyledi. Biraz daha kalacağını yazmışsın. Sakinleştirmeye çalıştım onu… Anlan muayene ettim. Hangisinin durumu nasıl diye işte şu deftere kaydettim. İzah edeyim mi, yoksa kendin mi okuyacaksın?”

      “Sonra. Bırak defteri. Sonra okurum… Ben seni çağırmamın sebebini anlatayım…”

      “Anlat Hayri ağabey.”

      “…Ben yolcuyum… Günlerim sayılı… artık.”

      “Öyle şey konuşma Hayri ağabey!”

      Elini yavaşça kaldırdı, ‘sus ve dinle’ der gibi. Nefes aldı ve devam etti: “Ben yolcuyum. Bunu doktorlar da biliyor, ben de. Bugün sen de öğrendin. Seni çağırmamın sebebi şu: En güvendiğim kimse sensin. Bugün sana anlattıklarımı ve anlatacaklarımı kimseye söyleme. Anneme de. Üzülmesin. Son dakikama kadar bilmesin… Otomobille gelecek hafta annemi buraya getirebilecek misin?”

      “Evet, getiririm. Bugün de getirebilirdim.”

      “…İlkin seninle baş başa görüşmek, konuşmak istiyordum. Annem yanımızdayken her şeyi söyleyemezdim sana. Gelecek hafta sen teklif et ona. Ben Hisar’a gideceğim, Hayri’yi görmek istiyorum. Seni de götüreyim, dersin. Bugün yanıma geldiğini sakın anma. Gücenir. Gelecek hafta onunla geldiğinizde ilk kez görüşüyoruz gibi tut kendini. Böbreklerim emniyet dairelerinde sürüklenirken mahvoldu. Doktorlar böyle hasta böbreklerle bugüne kadar nasıl dayanabilmişim diye şaşıp duruyorlar. Veremi de o zamanlarda edindim. Arılara bu yıl sen kaygı göster. Sonra… Sonrasını annem bilir. İcap ederse… anlaşırsınız. Şimdi arıların durumunu kaydettiğin deftere bir göz atayım. On bir numarayı da muayene ettin mi?”

      “Evet…”

      “İhtarda bulunmama rağmen onu da açacağını tahmin ediyordum. Neden ‘solak’ olduğunu anladın yani… Orada gizlediğim şeyleri topla. Sende… dursunlar. Başkalarının eline geçmemelerine dikkat etmeni rica edeceğim…”

      “Yani…”

      “Tabii ki, okuyabilirsin. Onlar artık senin… Bir Semra benim yüzümden helak oldu. İkincisine baş ağrısı yaratmak istemedim. Gün gelir de karşılaşırsanız anlat ona her şeyi ve af dilediğimi söyle.”

      Gözleri nemlenmişti. Tam son sözlerinden hiçbir şey anlamadığımı söyleyecektim ki, elini kaldırdı hiçbir şey sorma der gibi.

      Öğle oluyordu artık. Bir hemşire yemek arabasıyla içeri girdi. Bana dönerek konuştu:

      “Gidip biraz gezinseniz iyi olur. Hastayı öğle yemeğine hazırlamam gerekiyor… Büyük bir mütehassıs geldi, az sonra Hayri ağabeyi de muayene edecek. Bir-bir buçuk saat sonra sohbetinize yine devam edersiniz.”

      “Tamam,” dedim ve çıktım.

      Döndüğümde Hayri ağabeyi biraz daha yorgun ama biraz daha sakinleşmiş buldum.

      “Mütehassıs doktor iyice yordu beni. Uzun uzun muayene etti. Nefes al, alma, sağa dön, şimdi sol tarafına, öksür… Yepyeni bir terapi tatbik edeceklerini ve beni ayağa kaldırabilmek için yeni baştan çaba harcayacaklarını söyledi.”

      Akşam saatlerine kadar konuştuk. İkimiz de ayrılmaya acele etmiyorduk. Arada sırada “Yoruldun Hayri ağabey, azıcık uyusan da dinlensen” diye teklif ettiğimde:

      “Yorulmadım, aksine, sen bugün dinlendirdin beni. Seninle konuştukça az daha rahatlıyorum. Uykuya gelince ileride uyumak için çok zamanım olacak, sonsuz uykuya daldım mı…” diye cevap veriyordu.

      Nihayet kalktım. Vedalaşmak

Скачать книгу