Kestaneler Altında. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kestaneler Altında - Yakup İsmail страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kestaneler Altında - Yakup İsmail

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Onların tatlı atışmalarından sonra, uzun uzun konuştuk. Havadan, sudan, gelen kıştan … Çok şeylerden bahsettik. Şerife abla geniş geniş ilgilendi sağ olsun ev durumumla. Annemi de sordu, babamı da. Kardeşim var mı yok mu, kimdir, ne işle meşgul, nerede yaşadığımı, nerede çalıştığımı gelip görmeyecekler mi, nasıl olmuş da onların köyüne düşmüşüm, evlenmek için ne düşünüyorum. Bu meseleyi daha fazla uzatmasam daha iyi olmaz mı? Yalnızlık iyi bir şey olsaydı, kimse evlenmez, birbirinin kahrını çekmezdi, vesaire vesaire… Bir ara Ahmet ağabey bir sigara yaktı ve söze karıştı:

      “Öğretmenin canını sıkmaya başladın hanım. Onun her işine laf katmasan daha iyi olmaz mı? Tanıştın tanışmadın…”

      “Tamam tamam, diye teslim oldu Şerife abla. Susacağım artık. Ben oğlana kötü yol göstermek istemiyorum. İyi oğlan göründü gözüme de büyüğü gibi nasihatte bulunayım dedim.”

      Kalktı, boş fincanları toplamaya başladı.

      “Eline sağlık Şerife abla! Kahve çok güzeldi!” dedim.

      “Sağ ol. Siz konuşmaya devam edin, ben de diğer odada kendime başka iş bulayım.”

      Ahmet ağabeyle gelişimin daha ilk günlerinde tanıştık ve çabucak senli benli olduk. Öğrencilerimi tanıdıktan sonra ebeveynlerle tanışıp görüşmek, bağlantı kurmaktı gayem. Her gün hademeyi yanıma alarak köyü ev ev gezdim ve bir hafta sonra hangi öğrencim hangi evde yaşıyor, annesi ve babası neyle meşgul, çocuğuna dersleri hazırlamada yardım ediyor mu, yardım etmek için imkânı var mı, yok mu, öğretim işlerine görüşü doğru mu değil mi, hepsini öğrenmiştim. Hepsinin içinde en çok Ahmet ağabey dikkatimi çekmişti. Belli ki çok görmüş, başından çok şeyler geçmişti. Herkesle, hatta torunuyla bile yaşlıyla konuşur gibi konuşuyordu. Öğretmenin vazifelerine ve tavsiyelerine anlayışlı bir şekilde yaklaşmasıyla hayran etti beni. Sonradan öğrendim ki, uzun yıllar köy muhtarıymış ve okulun kurulması, sokaklara asfalt döşenmesi, köye su getirilmesi ve daha birçok şeyler hep onun çabasıyla hallolmuş. Hatta ihtisası olmamasına rağmen kendi tabiriyle kıtlık yıllarda iki yıl öğretmenliği de varmış.

      Odada ikimiz kaldığımızda:

      “Ahmet ağabey, birkaç zamandan beri size bir şeyler sormak istiyorum ama…” dedim.

      “Buyur öğretmen, neymiş o?” diye hemen merakını gösterdi. “Köyünüze geldiğim günden beri dikkatimi çeken bir sorun var.

      Zaman zaman kurcalıyor kafamı. Sessiz Ali dediğiniz Hayri ağabey kapanıklığı ile suskunluğu ile herkesin dilinde. Hakikaten de kimseyle mi konuşmuyor, konuşmak istemiyor? Nasıl bir insandır biliyor musunuz?” diyerek merak ettiklerimi sordum ve gözlerimi hane sahibine çevirdim. Yüzünde beliren her hareket, her mimik, her tavır ilgilendiriyordu beni. O da mı alaylı alaylı konuşacaktı Hayri ağabey için, o da kulak asma böyle şeylere mi diyecekti? İlgilenme onunla, bırak şu enayiyi mi diyecekti? Bu akşamki konuşmamızı Hayri ağabeye yöneltmekle yanlışlık mı yaptım acaba? “Seni ne ilgilendiriyor” demeyecek miydi? Şimdiye kadar düşünmemiştim, belki de akrabaydılar. Bayağı bir gerginlikle bekledim.

      Ahmet ağabey öncelikle bakışlarını yere çevirdi. Yüzü bayağı ciddileşmişti. Masa üzerindeki tütün kutusunu açtı, kalınca bir sigara sardı ve yaktı. Derin derip çekti tütün dumanını.

      “Öğretmen,” dedi değişik fakat dargın olmayan bir tavırla. “Bu çok uzun bir mesele. Hayri bir hayli zaman öncesi böyle değildi. Pek çok kişinin bilmediği, çok kişilerin anlamadığı bir iş var işin içinde.”

      Sustu. Nasıl devam edeceğini bilemeyen bir duruma düşmüş gibiydi. Sanki devam etsin mi etmesin mi, bildiklerini söylesin mi söylemesin mi diye soruyordu kendi kendine. Sigarasını bir daha asıldı derin derin ve kül kabına bıraktı. Kollarını göğsüne bağladı ve ağır ağır anlatmaya başladı:

      “Bizim köy insanlarının çok iyi vasıfları vardır. Hepsi çalışkan, işini bilen, işten korkmayan, konuşkan, komşu hatırı güden, ihtiyacı olana derhal yardıma koşan insanlardır. Şakayı da çok severler. Ama bir kusurları var, bazen şakayı fazla yaparlar, aşırıya kaçarlar.

      İşi alaya vardırırlar. Bir kimsenin zayıflıklarıyla alay etmek başka, iyi taraflarıyla alay etmek gene başka. Aşırı iyilikçiyi Allah da beğenmez diye bir ifade vardır, kim söylemiş bilmiyorum. Ama bizim köyde bu var, hiçbir işte, hiçbir şeyde umumdan farklı olmayacaksın. Farklı oldun mu dillerine dolayıp dururlar. Hayri tahsilli bir kimse. Tutumunda, giyiminde, konuşmasında kendini gösterir. Okumayı da çok sever. Onun bütün bu vasıflarıyla dalga geçenler var. Ama bu şakalar çok kişinin ağzından çıkmaya, defalarca tekrarlanmaya başladı mı artık alaya dönüşüyor. Tahsiliyle alay etmek, okumasıyla alay etmek… Ne demek oluyor? Onun da bir başka dünyası var işte. En mühimi de tahsilliyim diyerek böbürlendiği, kendini başkalarından üstün gördüğü yok ki…”

      “Ne tahsili var onun?”

      “Üniversite bitirdi. Edebiyat fakültesini. Sonra da gazetecilik. Birkaç zaman kaldı başkentte. Bildiğim kadarıyla bir gazetede çalıştı.”

      “Sonra?”

      “Sonrası, bundan on iki yıl öncesi birdenbire köyde belirdi. Gazeteden azledilmiş. Sebebini en iyi o bilecek. Bu hususta kimseyle konuştuğu yok. Benim anladığıma göre o gergin, demokrasinin ne olduğunu unuttuğumuz yıllarda emniyet organlarının, totaliter parti önderlerinin dikkatini çekmiş. Onun ifade ettiği düşünceler, konuşmaları bazı kimselerin hoşuna gitmemiş. Nereye çağrıldıysa çağrılmış ve başkentte kalması yasak edildi diye söylenmiş, doğduğu köye dönmesi mecbur edilmiş. Ben muhtardım o yıllar daha. Köye toplanmasından bir hafta sonra yazılı emir geldi. Hayri’nin köyden dışarı çıkması yasak edilmiş. Vade sonsuz, yani yeni bir emir gelinceye kadar devam edecek. Her sabah saat sekizde ve akşam saat beşte muhtarlığa gelip hususi bir deftere imza atacak. Bu, beş yıl kadar devam etti. İşte o zamanlar Hayri içine kapandıkça kapandı, kapandıkça kapandı. Kimseyle oturup konuşmaz, kimseyle dertleşmez oldu. Sohbetlere katılmaz, kimseyle ilgilenmez, kendi işleriyle kimseyi ilgilendirmez. Bu o zamandan beri hep böyle sürüp gidiyor…”

      “Bu meseleler üzerine hiç konuştuğunuz olmadı mı? Sana hiçbir şey anlatmadı mı? Sen ilgilenmedin mi?”

      “Hayır. Hiçbir zaman hiçbir şey sormadım ona. Sormak da istemedim. Bilmemem daha iyiydi onun için de, benim için de. Başkentte iken güvendiği kimselerden görmüş ne kötülük gördüyse. Başından geçenleri bana anlatacak, derdini deşecek olsa bile susmasını tavsiye edecektim. Zaten buraya döndükten sonra da etrafında dönenler, onunla yakınlaşmaya dost olmaya uğraşanlar oldu. İyi ki, kimseye açılmadı, kimselere yakınlık göstermedi. Aksi takdirde toplama kampını boylaması içten bile değildi. O yıllarda emniyet temsilcileri hiç boşlamazdı arkasını ama o, susmasını bildi.”

      “Lakin şimdi zamanlar değişti! O zamanki emniyet organlarından eser bile kalmadı!

      “Evet, haklısın. Lakin Hayri hiç değişmedi. Hep öyle, on iki yıl önceki gibi bir yaşam sürdürüyor. İşte bu bir muamma.”

      “Neyle yaşıyor? Nasıl sağlıyor geçimini? Geliri nereden?”

Скачать книгу