Göllerköy Çeşmeleri. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail

Скачать книгу

ağabey doğru söylüyor. Ben o yazıyı yazan gazetecinin ikiz kardeşiyim ve o yazıyla alakam yok. Köyünüze başka bir vazifeyle geldim.”

      “Haydi, oturun en nihayet!” dedi muhtar hep aynı tutnuk sesle.

      Yine Kahveci Veli konuştu ve ziyaretlerinin sebebini kısaca izah etmeye çalıştı. Hep daha son sözünü söylememişti ki, muhtar, masasının yanı başındaki zile bastı ve kapı önünde beliren hademeye sordu:

      “Bu sabah kır bekçisini gördün mü? Hangi semte gitti acaba?”

      “Az önce mavzeri ve yemek torbasını omuzuna vurmuş, Yukarı Mahalleye doğru gidiyordu. Bugün “Kayacık” semtinde olacağını söyledi.”

      “Yani bütün gün kırlarda olacak. Akşama beni görmeden eve gitmesin!”

      Muhtarın ayağa kalktığını görünce Behçet Boyacı onu alâkadar eden diğer soruna geçmeye acele etti:

      “Köyünüzde kaldığım günlerde Kadir Kadiroğlu adında bir köydeşinizi bulup konuşmak arzusundayım. Veli ağabey burada böyle bir kimse olduğunu hatırlayamadı.”

      “Veli yalnız lokantaya girenleri biliyor. Senin sorduğun kişi ise on altı yaşında bir lise öğrencisi. Yani henüz Velinin müşterileri sırasına girmemiş. İkiniz de bana vurulmuş gibi bakmayın! Kadir oğlan köy çeşmelerini sizden önce gezmiş ve gazeteye çok iyi bir makale göndermiş. Eh, beni de azıcık tenkit ediyor, ama o kadarolur. Galiba büyüyünce gazeteci olacak kerata!”

      “Onu nasıl bulabilirim?”

      “Bulsan da ne konuşacaksın onunla? Çeşmeler için onun sana vereceği bilgiyi Kahveci Veli de verebilecek. Oturun ve onunla uzun uzun konuşun!“ dedi muhtar lâkayt dolu sesle. Sonra ne düşündü o bilecek, kapıda dikilmeye devam eden hademeye döndü:

      “Kara Mahmutun Kadiri bul ve söyle, oğlu yarın sabah yanıma gelsin. Hem korkacak bir şey yok diye ikisini de tenbihle! Muhtar acaba niçin çağırıyor diye boşu boşuna telâşlanmasınlar. Veli, bugün misafire köy içindeki çeşmeleri sen göstermeye başla. Ben belediyeye gitmek için acele ediyorum. Sohbete ve kahveye vakit yok. Akşama senin yanında buluşuruz. Misafire hem gerektiği gibi bir “hoş geldin” deriz, hem de sakin sakin konuşuruz. Anladın değil mi?”

      Muhtarlıktan çıktıklarında Behçet Boyacı sormadan olamadı:

      “Muhtar ‘Anladın değil mi? derken sana bambaşka bir şekilde baktı. Bundan hiçbir şey anlamadım.”

      Kahveci Veli gülümsedi:

      “Akşama anlarsın. Şimdi lokantaya dönelim, daha birer soğuk bira içelim ve köy içindeki çeşmeleri gezmeye başlayalım. Muhtar da zaten öyle emretti değil mi?”

      -3-

      İlkbahar belirir belirmez elma bahçesinde işler ardı ardına diziliyor ve bitmek bilmiyordu: Yemiş ağaçlarını budamak, ilâçlamak, aralarını sürmek, kavun karpuz ekmek, kazmak, hazır olan ürünü toplamak… Onun için Bostancı ailesi mart ayı gelir gelmez kış aylarında ev önünde yatan karavanı oraya değiştiriyor ve akşam sabah evden bahçeye, bahçeden eve gidip gelmektense kasıma kadar onda yatıp kalkıyordu.

      Bostancı karısı her defa olduğu gibi bu sabah da uyanır uyanmaz karavan önüne çıktı. Etraf iyice aydınlanmış, gün doğmasına çok az kalmıştı. Alışkanlık üzere etrafı dikkatle gözden geçirdi. Yemişle yüklü elma ağaçları ve olmuş veyahut olmaya yüz tutmuş karpuz ve kavunla dolu olan bahçe gözleri okşayıcı bir yeşillik ve sessizlik içindeydi. Hava bugün de bayağı sıcak olacağa benziyordu.

      Karavan önündeki çardağın altında bulunan doğal gaz sobasını çalıştırdı ve üzerine çaydanlığı yerleştirdi. Kahvaltı için ne lâzımsa çıkarıp masa üzerine dizdi. Her şey bir tamam olduğuna kani olduğunda açık duran karavan kapısına doğru seslendi:

      “Kalk artık! Kahvaltı hazır!”

      “Tamam, işittim!” Diye homurdandı Bostancı uykulu sesle ve diğer tarafına döndü. Yorgundu. Karı koca dün yine karanlık basıncaya kadar durmadan çalıştılar ve kamyonu karpuz ve kavunla tıka basa doldurdular. Akşam yemeğini yer yemez yattılar, lâkin yaz geceleri o kadar kısaydıı ki, yorgunluklarını giderinceye kadar sabah oluvermişti!…

      Bostancı diğer tarafına dönmüştü ya, birkaç saniye sonra gözlerini araladı ve bileğindeki saate baktı. Bakar bakmaz da yataktan fırladı ve telaş dolu sesle konuştu:

      “O-ho! Neredeyse gün üzerime doğacak! Yola çıkmak için yine geçikiyorum!”

      Elini yüzünü yıkar yıkamaz masa başına geçti. Acele acele birkaç yudum aldı, çay bardağını iki yudumda boşalttı ve tekrar ayağa fırladı. Masaya taze oturmuş ve kahvaltıya henüz daha başlamamış olan eşine her vakitki gibi sert sesle akıl vermeye başladı:

      “Daha fazla oyalanamayacağım! Sıcak basıncaya kadar yolun yarısını bari geçmem lazım. Ekmek arasına azacık peynir kıstırıver. Kamyonu sürürken arada sırada yudumlarım! Sen kahvaltıdan sonra bir dakika bile vakit kaybetmeden sararmış olan kavunları gölgeye taşımaya başla! Yarına kalırlarsa biredek patlaşacaklar ve sonra beş para etmeyecekler! O işi bitirdikten sonra ise karpuz toplamaya başla! Ben dört gün sonra yine buradayım! O zamana kadar kamyonun yükünün yarısı bari hazır olsun!”

      Kamyonun tekerleklerini ve yükü acele acele gözden geçirdi ve kabine tırmandı. Motoru çalıştırdığında eşi açık camdan ona bir poşet uzattı ve motorun gürültüsünü bastırabilmek için yüksek sesle konuştu:

      “Her şeyi fazlaca koydum! Yanında bulunsun! Yol boyunda durup karnını gerektiği gibi doyurmaya bir türlü öğrenemedin!.. Çocuklara selamlarımı ilet!”

      “Tamam tamam! Her defaki gibi karşımda dırıldanarak kafamı şişirip durma! Senin aklına uyarak olur olmaz yerde durmaya başlarsam, gideceğim yere iki günde de varamam!.. Dediğim gibi ben gelinceye kadar kamyonun yükünün yarısını bari hazır etmeye bak! Anladın mı?”

      “Anladım, anladım! Tekrarlayıp durma!” diye cevap verdi Bostancı karısı. Eşinin bitmez tükenmez dırdırlarından bezmişti artık. Birkaç adım geri çekildi. Yaşlı bir insan gibi inildeyerek ileri doğru hücümleyen ve eğrili büğrülü kara yolda adım adım ilerlemeye başlayan kamyonun ardından bir saniyecik bile bakmadan dönüp karavana doğru hem yürüdü, hem de kendi kendine öfkeli sesle konuştu:

      “İş kuduzu! Şunu topla, bunu topla, o işi yap, bu işi yap… Ben ne yapacağımı bilmiyorum ve haylazlık ediyorum sanki!.. Köyden uzak, hani bir laf var, kervan geçmeyen, kuş uçmayan bu yerde günlerimi yapayalnız geçiriyorum ve günlerce, bazen haftalarca tek bir canlı görmüyorum! Durmak, oturmak istesem bile, etrafımda durup konuşacak, oturup sohbet edecek bir kimse olmadıktan sonra…”

      Cezveyi gaz ocağına yerleştirdi, radyoyu açtı ve kahvaltının başına geçti.

      Kahvaltı etmeyi, kahve içmeyi ve radyo dinlemeyi en azından bir saat sürdürdü. Dört gün dur otur ne demek bilmeden çalışmıştı. Hele dünkü iş hem yorucuydu, hem de gece yarılarına kadar devam etti. Yorgunluğunu giderememişti

Скачать книгу