Göllerköy Çeşmeleri. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail

Скачать книгу

az daha seyretti ve hayranlıkla dolu sesle konuştu:

      “Levhanız bir fotoğraftan çok daha ayan ve ifadeli oluyor!”

      Mimar Behçet cevap vermeye gerek görmedi. Hem amatör ressamdı hem de daha işinin başlangıcındaydı. Henüz başladığı tablonun ne kadar başarılı olacağını söylemek için daha çok erkendi.

      Hayli çalıştıktan sonra durdu. Hem biraz dinlenmekten hem de karşısındaki manzarayı tekrar izlemekten gerek duymuştu. Çeşmeyi ve etrafını dikkatle izlerken arkasında yaklaşmakta olan ayak sesleri çalındı kulağına. Tekrar dönüp baktı. Yanından ne zaman ayrıldığının farkına varamadığı kadın geliyordu. Yanına sokuldu, yassı bir taşın üzerine kahve dolu büyücek bir fincan bıraktı ve sakin sakin konuştu:

      “Çok büyük bir dikkat ve gerginlikle çalışıyorsunuz. Kahveden ihtiyacınız vardır diye geçti aklımdan.”

      “Teşekkür ederim.” Diye cevap verdi Mimar Behçet ve fırça ile paleti tekrar eline aldı. Tablonun en önemli yerlerini tuval üzerine aksettirmeye acele ediyordu. Az sonra etraf hakikaten de gölgelenmeye, belli belirsiz de olsa karanlık çökmeye başlayacak ve çalışamaz olacaktı. “Vakit nakit!” diye geçirdi aklından. Fakat kahvenin hoş kokusu genizlerine vurunca daha fazla sabredemedi, boyaya değmemiş olan sol eliyle fincanı kaldırdı ve büyücek bir yudum aldı. Az sonra bir yudum daha… Ta üçüncü yudumdan sonra alçak sesle konuşmak lütfunda bulundu:

      “Kahve çok iyi olmuş ve tam zamanında yetiştirdiniz. Bugünkü yorgunluğuma merhem gibi geldi. Bir daha teşekkür ederim!”

      Cevap almayınca dönüp baktı. Kadın bilinmeyen bir yerden ansızın çıkıp geldiği gibi yine ansızın kaybomuştu. Çalışmasına aynı dikkat ve ihtirasla devam etti.

      Resim işine kendini o kadar aldırmıştı ki güneş arka taraftaki belin ardına ne zaman gizlendi, karanlık etrafa ne zaman çökmeye başladı, farkında değildi. Ta renkler birbirine karışmaya başladığında durdu. Derin derin nefes aldı ve etrafı tekrar izlemeye koyuldu. Alaca karanlık, kurnalardan akan suyun şarıltısı, çeşmenin üzerine muazzam bir akbaba gibi kanat geren o emsalsiz kaya, onun bunca uzaktan gelip tarifi mümkünsüz bir yerde, tarif edilmez bir anda yalnız başına oturması ve karınca kaderince ressamlık tarslaması…

      Bir neden sonra dalgınlıktan çıktı, şunuyu bunuyu topladı ve ceviz altına götürdü. Çeşme başına döndü ve elini yüzünü soğuk su ile devamlı bir şekilde yıkadı. Tekrar ceviz altına döndü ve arkasını ağacın beline dayalı duran sırt çantasına vererek oturdu. Altı gün öncesi başladığı iş en nihayet başarıyla sona ermişti. Şimdi Göllerköyün bütün çeşmeleri ve su kuyuları için elinde birçok resim ve kroki vardı. Başarıyla hallettiği işten doğan memnuniyet ifadesi çehresinden inmek bilmiyordu. Hep daha sadece başlangıçta bulunan ve hayli başarılı olacağını umut ettiği tablo da buna ilave edilince… Ellerini memnuniyetle ve devamlı bir şekilde oğuşturdu durdu. Ta şimdi bugün yakıcı orak sıcağı altında geçtiği yolun ve sehpa önünde saatlerce gergin çalışmanın yarattığı yorgunluğu hissetmeye başladı.

      Karanlık dakika dakika değil, saniye saniye koyulaşıyordu. Kır bekçisi o belacı çobanla kafa tuttuktan sonra buraya geleceğini ve köye birlikte döneceklerini vadetmişti, lâkin herhangi bir sebep yüzünden gelemedi işte… Köy hangi taraftaydı, ona giden yol neredeydi, yola çıkmış olsa gideceği yönü bu karanlıkta nasıl doğrultabilecekti? Devamlı düşündü, fakat bir karara varamadı.

      Ne yapmalıydı?

      Birkaç saat önce buraya geldiğinde çeşme yanından başlayarak ve kayanın sağ tarafından geçerek yukarıya doğru uzanan bir patika bulunduğunu fark etmişti. O patika nereye gidiyordu, kalkıp onu tutsa, onu nereye götürecekti, bilmiyordu… Gündüz gözüyle geçmediği yolu gece karanlığında nasıl bulabilirdi ki… Zaten bugün öğleden sonra başladığı tabloda da daha çok iş vardı. Yani bu anda köye gitmek için imkân olsa bile yarın sabah buraya tekrar gelmesi gerekecekti. Bir sözle geceyi burada geçirirse hiç kötü olmayacaktı. Hava sıcak ve sakin, yağmur tehlikesi yok. En iyisi sırt çantasından eksik etmediği uyku tulumunu çıkarıp onun içine sokulmalı ve bugünkü yorgunluktan sonra temiz havada tatlı bir uyku çıkarmalıydı. Sabah olunca ise erken erken yine sehpa başına geçecek ve tablo üzerinde çalışmaya vakit kaybetmeden devam edebilecekti.

      Bu sabah yola çıkarken ne olur ne olmaz diyerek sırt çantasının cebine bir kahvaltı paketi yerleştirmişti. İşte o paket şimdi ona çok iyi iş bitirecekti.

      Paketi almak için sırt çantasının ağzını karanlıkta el yordamıyla çözmeye çalışırken elinin altında bir kâğıt hışırdadı. Lüzumsuz bir şey olduğunu düşünerek onu top yaptı ve tam bir tarafa atacaktı ki, durdu ve kâğıdı atmaktan vazgeçti. Birkaç saat önce resim takımlarını alırken yanında bulundurduğu evraklardan herhangi birini düşürmüş olabilirdi. Cep fenerinin ışığında kâğıdı düzeltti ve baktı. kendi evraklarından değildi. Öğrenci defterinden koparılmış ve üzerine tükenmezle ve iri harflerle bir şeyler yazılmıştı. Okudu:

      “Ceviz ağacı altında yatmak, hele de uyumak tehlikelidir. Nemli topraktan soğuk alır ve hastalanabilirsiniz.”

      Bu ne demek oluyordu? Geceyi ceviz altında geçireceğini az öncesine kadar o kendi de bilmiyordu. Kimdi bu öngörülü insan ki başına gelebilecek olan herhangi bir tehlike için onu uyarmak gereği duymuştu? En mühimi de bu kâğıdı sırt çantasının üzerine ne zaman bırakmıştı?

      Bu sorunların hiçbirine mantıklı cevap veremedi. Arkasını tekrar çantaya verdi, kahvaltı paketini açtı ve içinde olanı yudum yudum gevelemeye başladı.

      Şimdi sıra uyku tulumuna gelmişti. Sırt çantasından onu da çıkardı ve yere yazdı. Fakat içine girmeye acele etmedi. Uyku denen şey hep daha yanına gelmemişti. Uyku tulumunun üzerine uzandı ve kollarını başı altına kenetleyerek arka üstü yattı. Etrafı sarmış olan zifiri karanlık içinde gözlerini kapayarak hayallere daldı.

      Şimdi bir sigaracık olsa diye geçirdi aklından ve gülümsedi. Bu işten vazgeçeli üç ay oluyordu ve tekrar başlamaya imkânı olmasın diye yanında öyle bir şey bulundurmamaya kararlıydı. Sigarayı bir tarafa bırak, az önce içtiği kahveden daha bir fincan olsa… Her neyse, şimdi yaz gecelerinin en kısa dönemi, en çok altı saat sonra etraf yine aydınlanacak ve tablo üzerinde çalışmaya tekrar imkânı olacaktı. O zamana kadar iki saat bari uyuyabilirse ne âlâ.

      Gözlerini araladı. Üzerinde ceviz dalları büyük ve kara bir şemsiye gibiydi ve bu anda gök kubbedeki binlerce yıldızdan tek bir tanesini bile göremiyordu.

      Gözlerini tekrar kapadı ve uykusunun gelmesini sabırla bekledi.

      -5-

      Mimar Behçet Boyacıya altı gün devamınca kesintisiz refakat eden kır bekçisi akşam karanlığında lokantaya yalnız girdiğini görünce Kahveci Veli hayretle sordu:

      “Mehmet ağabey, Çeşmeci nerede?”

      O, kır bekçisi ve muhtar, Mimar Behçete aralarında “Çeşmeci” deyip geçiyorlardı. Mehmet dayı ona dik dik baktı ve daha büyük hayretle sordu:

      “Buraya

Скачать книгу