Göllerköy Çeşmeleri. Yakup İsmail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Göllerköy Çeşmeleri - Yakup İsmail

Скачать книгу

aklıma gelmedi.”

      “Madem onu oradan alacağını vadetmişsin, gitmeliydin! Adam sözü söz biliyor ve şimdi çeşme başına oturmuş ve seni bekleyip duruyordur.”

      İkisi birlikte taraçada misafir bir taraftan çıkıp gelir umuduyla geç vakitlere kadar oturdular. Gece yarısı yaklaştığında gelmeyeceği, bu defa hakikaten de geceyi kırda bayırda geçireceği neticesine vardılar ve kalktılar. Kaba-hatlı olduğunu hissetmeye başlamış olan kır bekçisi daha fazla kendini sakinleştirmeye çalışaraktan konuştu:

      “Havalar ii gidiyor. Yağmur için korku yok. Misafir, tecrübeli bir turist olduunu ve kırlarda sık sık gecelediini gelmesinin daa birinci akşamında uzun uzun annattı diil mi. Bizim köy topraklaanda da bir defacık bari kırda gecelemeyi arzu etmiş herhalde.”

      “Köye nasıl nice dönmek istediyse ve yolu şaşırarak başka yöne gittiyse kötü olacak. Kocakoru adı üstünde çok büyük bir orman. İçine daldığında ve ciheti şaşırdığında nereye varacağın, hangi köye çıkacağın belli değil…”

      “Çocuk diil ki, kaybolsun.” dedi kır bekçisi, fakat sesi o kadar kati değildi.

      Behçet Boyacı ertesi akşam da köye dönmeyince Kahveci Veli iyice telâşlandı. Lokanta önündeki taraçada onu yine gece yarılarına kadar bekledi. Eve gidip uykuya yattığında da üç dört defa uyandı ve her uyandığında ev önünde ayak sesleri var gibisine geliyordu. Sabaha güç halle çıktı. Etraf aydınlanır aydınlanmaz kendini lokantaya attı. İki kahve hazırladı ve taraçaya oturarak sokağı gözlemeye koyuldu.

      Her sabah ilk müşterilerisi olan kır bekçisi en nihayet Yukarı Mahalleden gelen sokakta belirdi. Yemek torbasını, dürbünü ve şimdi mavzer yerine taşıdığı kızılcık dalından yapma değneği omuzuna vurmuş, sakin sakin yürüyordu. Veli onun sabah kahvesi için lokantaya uğramadan hiçbir yere gitmeyeceğini biliyordu ya, yine de sabredemedi ve onu beklediğini hatırlatmak için elini kaldırmadan olamadı. Yanına geldiğinde selâm vermesini bile beklemeden içindeki telaşı açıkladı:

      “Mehmet ağabey, bizim Çeşmeci bu gece de gelmedi!”

      Kır bekçisi bu defa iyice şaşkınlığa uğradı:

      “Ööle mi?! Bunun çok ciddi bir sebebi olmalı! Önceki akşam arkasından indirmedii sırt çantsında devamlı uyku tulumu bulundururmuş dedik ve herhangi bir aaç altında geceleyecek diye birbirimizi sakinleştirdik. Fakat dünkü yaamurdan sonra tekrar kırda bayırda kalması… Başka çeşmelerin başında iki saatte hallettiği vazifeyi Kayacık Çeşmesinde iki günde de mi bitiremedi?”

      “Yolu şaşırarak komşu köylerden birine doğru uzaklaştıysa…”

      “Ne bileem Veli?.. Kocakoruya girdiimizde, hele bulutlu havada yürüyeceemiz istikameti biz de bazen şaşırdıımız oluyor. Buranın yabancısına ne kalmış. Ben de gerektii gibi düşünemedim. Daha doorusu budalalık ettim. Daha dün sabaa Kayacık Çeşmesine giden yolu tutmalıydım ve hiç olmazsa geceyi nerde ve nasıl geçirdiini öörenmeliydim. Hastalandıysa veyaut başa gelmesin, yaamurdan sonra çamurlu yolda kayıp düşerek sakatlandıysa, şimdi herhangi bir yerde mecalsizce yatıp duruyordur.”

      “Sen derhal Kayacık semtine git ve onu ara!”

      “Kaaveyi içer içmez yola revan olacaam! Bir şeycikler öörenir öörenmez telefon açıp muutara haber edeceem!”

      Mehmet dayı başka defa içmesini yarım saatten fazla uzattığı kahveyi bu defa üç dört yudumda bitirdi ve kızılcık değneğini koltuğuna kıstırarak Kayacık Çeşmesinin yolunu tuttu. Köyden çıkar çıkmaz adımlarını sıklaştırdı. Herhangi bir zararcı yok mu diye dürbünle veya dürbün-süz yakınlara ve uzaklara göz atmak için durmak şimdi aklının işi değildi. Biricik amacı Kayacık Çeşmesine mümkün olduğu kadar daha çabuk yetişmekti.

      Bir saat sonra Kayanın başındaydı. Çeşme yanına inen patikayı tutmazdan önce durdu, gözleri önüne serilmiş olan çeşme alçağını dikkatle gözden geçirdi. Etrafta son yalaktan su içen bir karaca yavrusundan başka ne bir canlı vardı, ne de herhangi bir hareket.

      Çeşme önüne indiğinde gözüne takılan ilk şey Mimar Behçetin hiç ayrılmadığı ve şimdi cevizin gövdesine dayalı duran sırt çantasıydı. Hemen gitti ve ona bir göz attı. İtina ile bağlıydı. Uyku tulumu dörde katlanarak onun üzerine konmuş ve yassı bir taşla bastırılmıştı. Yanı başında ise duvar aynasından daha büyük bir çerçeve dayalıydı. Onu dikkatle kaldırdı, ilgiyle baktı ve kendi kendine hımırdandı:

      “Amma da kocaman resim ha! Ortasında Kayacık Çeşme. Yalakları, kurnası murnası, sütunları mütunları, hepsi bi tamam. Arkasındaki büyük kaya, yanı başındakı ceviz aacı, etraftaki otlar ve taşlar ayan beyan görünüyor. Hatta çeşmenin üstünde, iki sütun arasında yatan ve sekiz on pelvanın kaldıramayacaa kadar büyük olan kaya bile aynisi. Demek ki, bizim Çeşmecinin fotograf makinası hem renkli, hem de bu kadar büük resim yapabiliyor! Yalnız nesi var, şu sol taraftakı sütun daha fazla ak elbiseler içinde göklere dooru uzanan bir kadına benziyor. Bu ne demek acaba? Bu resim insan ruyasında gördüü bir manzarayı andırmıyor muydu daa fazlasınna?”

      Çerçeveyi dikkatle yerine bıraktı ve gözlerini etrafta bir daha gezdirdi. Her yer sessizlik içinde. Ne insan var, ne de herhangi başka bir canlı. Sırt çantası burada olmasına göre Çeşmeci neredeydi acaba? Bostancı ailesine sorması gerekecek. Onlar bahçeyi hayli zamandan beri insansız bırakmıyorlardı ve bu üç gün içinde çeşme etrafında yabancı bir kimsenin gezinmekte olduğunu fark etmeden olamazlardı.

      Dürbünü açtı ve karavana doğru yöneltti. Kapısı ardına kadar açıktı, fakat etrafında herhangi bir canlılık görünmüyordu. Bostancı herhalde hep daha derin uykuda, fakat karısı kalkmıştır ve şimdi yine bahçe içinde bir yerde herhangi bir işle meşguldür diye düşündü ve dürbünü bahçe üzerinde gezdirdi. Orada da herhangi bir hareket göremedi. Çok çok düşünmeden yukarıya, karavana giden patikayı tuttu. Bahçe kapısına kırk elli adım kaldığında durdu ve etrafı gözleriyle bir daha süzdü. Karavan kapısı hakikaten de ardına kadar açıktı, fakat içinde de, dışında da ne ses vardı, ne de herhangi bir hareket. Elma ağaçları arasında da herhangi bir canlılık görünmüyordu.

      Bahçenin giriş kapısına geldiğinde tekrar durdu. Kapının rezesi takılıydı, fakat kilitli değildi. Yani bahçe insansız değildi. Birkaç birkaç öksürdü ve seslendi:

      “Eey! Buralarda hiçbir kimse yok mu?”

      Cevap veren olmadı. Bu defa daha yüksek sesle çağırdı:

      “Bostancılaar! Neredesiniiiiz? Kaave içmee geliyoruuum!”

      Yine cevap veren olmayınca kendi kendine konuştu:

      “Galiba Bostancı da, eşi de bahçenin öte ucuna gitmişler ve şimdi herhangi bir işle uuraşmaktadırlar.”

      Kapıyı aralayarak girdi. Karavan önüne vardığında durdu ve açık kapıdan içeriye bir göz attı. Atmasıyla da geri çekilmesi bir oldu. Yatak üzerinde kadın ve erkek sarmaş dolaş olmuşlar, derin uykudaydılar. Bu sıcak havada yorgan yerine istifade ettikleri çarşafın bir kısmı yere kaymış ve şimdi ikisi de yarı açık yatıyorlardı. Mehmet dayı hemen

Скачать книгу