Ruslar Ahaltekede. Tugan Mürze Baranovskiy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ruslar Ahaltekede - Tugan Mürze Baranovskiy страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ruslar Ahaltekede - Tugan Mürze Baranovskiy

Скачать книгу

Fakat bazılarına da sinek belası, cehennem azabı gibiydi. Böyleleri gün boyu yüzünü gözünü sararak yatıyordu. Subayların bazıları da bazen söylenerek yerinden zıplayıp kalkıyor, hizmet erini yanına çağırarak, sinekleri çadırdan kovmasını istiyordu. Fakat bu çabaların hepsi boşuna idi. Çünkü on dakika geçer geçmez çadırın içi yeniden sineklerle doluyordu. Bunlara rağmen erlerin çoğu, sineklerin varlığını bile duymuyordu. Karargâha geldiğimizin ertesi günü at yataklarının arasında dolaşırken, öğle yemeğini yemekte olan askerlerin yanına vardığımda gördüklerimi hiçbir zaman unutamam:

      –”Yiğitler afiyet olsun.”

      –”Sağ olun. Buyurun komutanım, bizim çorbamızın tadına bakın. Elbette, buna alışmamışızdır. Fakat bizi küçümsemezseniz, gelin birlikte yiyelim.” diyerek, bir ağaç kaşığı pantolonuna silip bana uzattı.

      –”Ayıp değil, tadına bakın. Çorba iyidir. İçinde bol gıda maddesi var” diyerek de arkadaşı, sözüne katıldı. Ben çömelerek oturdum. Çorbanın taneleri gerçekten de yeterliydi. Bana verilen çorbanın üstünde yağ kabarcıkları, soğan parçaları, peksimet taneleri ve 15-20 sinek görünüyordu. Kaşığı çorbaya uzattım. Özellikle de içine sinek kaçırmamak için dikkat ettim. Birlikte yemek yediğim askerlerin her biri beş altı kaşık çorba içmişti. Yanımda oturan askerin kaşığında, peksimet tanelerinin arasında bir şeyin karardığını görüp:

      –”Dur, kaşığında sinek var…” diyerek seslendiğimi ve onun kolundan tuttuğumu kendim bile fark edemedim. Askerler gülüştüler. Kaşığından tuttuğum dragun ise kaşıkladığı lokmayı yuttuktan sonra, dudağını şapırdatıp durdu. Kendi kendine söylendi:

      –”Yemek ayırmak olmuyor. Çünkü burası, sinek yediren yurt…”

      Asker bölümlerinin muhtemelen hemen hepsinde her gün söylenegelen bu sözler, bu defa gülüşmelere yol açtı. O konuşmasını bitirdikten sonra bir başka asker, beni öğüt verir şekilde düşündürdü:

      –”Biliyor musunuz, eğer her defasında kaşığa gelen sineği çıkarmak için uğraşırsan, sen bu işi yaparken diğerleri çorbayı içip bitirirler.”

      Bu sözleri kabul etmek mümkün değildi. Askerlerin midelerinin bozulmaması beni çok şaşırtmıştı. Fakat bütün bunlara rağmen ben de bütün dikkatime ve korumama rağmen Çekişler’de kaldığım süre içinde mutlaka birkaç tane sinek yemişimdir.

      Vakit çok yavaş ve aynı tarzda geçiyor, bu monotonluk yüreklere sıkıntı veriyordu. Askerler de yürüyüşün başlamasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Ancak günler, haftalar, aylar geçip gidiyordu. Bu şartlar altında, gününü gün eden müfrezenin ne zaman hareket edeceği de belli değildi. Karargâh subaylarından biri, askerlerden bir veya birkaçına görünse, hemen çevresi sarılıyor;

      –”Ne yenilik var? Hareket ne zaman? Yakın zamanda mı?” diye soru yağmuruna tutuluyordu. Ama onların bu sorularına; “Henüz bir şey yok!” şeklinde hep aynı cevap veriliyordu.

      Herkes sadece bir şeyi, o da, General Lazarev’in;”Ta ki askerlerin hepsinin yiyecek ihtiyacının halledildiği zamana kadar harekete kalkışmam.” şeklindeki, hemen hemen her gün söylediği sözlerini biliyordu.

      Çekişler’de askerler saat 05’te kalkıyordu. Bütün karargâh hemen harekete geçiyor, herkes kendi işiyle meşgul oluyordu. Ancak bu uzun sürmüyordu. Çünkü askerler kendi gündelik işleriyle uğraşıyor, çay kaynatıyor, gerekli eşya ve araç gereçlerinin bakımını yapıyor, hiçbir işi olmayanlar da suya giriyordu. Güneş tepelerine dikilip hava sıcaklaşmaya başladığında da askerler, bir yerlere gizlenmek, kızgın sıcaktan korunmak için çırpınıyor; eratlar gölgeliklerine, subaylar ise çadırlarına giriyorlardı. Gerekli bir durum olmasa hiç kimse dışarıya adım atmıyordu. Ancak akşama doğru sıcaklık etkisini kaybetmeye başladığında, deniz yönünden serin bir rüzgârın başlamasıyla bütün askerlere sanki bir büyücünün nefesiyle yeniden can geliyordu. Dört bir yandan şarkı müzik sesleri işitiliyordu. Askerler yaktıkları ateşlerin çevresine toplanıyor, subayların çadırlarında ışık yakılıyor, böylece öbek öbek topluluklar oluşuyordu. Uzun ve sıkıcı gün boyunca ağzını açmamış insanlar, büyük keyif içinde sohbet ediyor; içindeki bastırılmış konuşma ihtiyacını karşılamaya çalışıyordu. Sıcak da sinek de diğer zorluklar da böylece unutuluyor ve herkes geceyi geç vakitlere kadar büyük bir neşe ve mutluluk içinde geçiriyordu.

      Çekişler’de bu tekdüze ve sıkıcı hayatın akışı, yeni bir haberin gelmesi veya bir olayın olmasıyla bozulmazsa hiç değişmiyordu. Meselâ: Haziran ayının ortasında Teke bölgesinden ilk haber geldi. Tekelerin güçlerini birleştirerek Ruslara karşı durmak için bir yere toplandıkları ve Göktepe kalesini daha sağlam etmeye başladıkları öğrenildi. Bu söylentilerin yayılması, türlü görüşlerin söylenilmesine sebep oldu. Çekişler’de 7 ve 11 Haziranda sel baskını olduğu hakkında, benim yukarıda söz ettiğim vakalardan biri, -bir duyum bizi yakından ilgilendirmese de- sıkıntılı hayatımızın biraz da olsa değişmesine sebep olmuştu.

      Posta gemisinin geldiği günlerde hareketlilik artıyordu. Herkes akrabalarından, dost ve arkadaşlarından bir haber alabilmek için adeta can atıyordu. 15 Temmuzda subayların arasında at yarışı düzenlenirdi. Bu at yarışını gerçekleştirmek için düz bir yer bulundu. Yarışta yaşına, cinsine ve hangi çiftlikte yetiştirildiğine bakmadan bütün atlara eşit katılma şansı verildi ancak Türkmen atlarıyla yarışmanın yasak olduğu bildirildi. Elbette ki bu yasaklama yerindeydi. Çünkü Türkmen atlarının ünü onlar için belliydi. O an hiç işi olmayanların hepsi, at yarışların seyretmeye gelmişlerdi. Müfreze nöbetçilerinden başka, bütün subaylar bayrağın yanına yani General Lazarev’in askerleriyle durduğu yere toplandılar. Bu yarışta subay Bekmurzayev birinci oldu ve 200 rublelik saati ödül olarak aldı.

      Bir gün müfrezede, “Temmuz ayının sonunda veya Ağustos’un ilk günlerinde yürüyüşe geçileceği” haberi yayıldı. Kısa süre içinde, bu haber resmi olarak da tasdik edildi. Herkes, bulundukları yerlerde hazırlıklara başladı. Eşyalar, araç ve gereçler gözden geçirildi. Çekişler’deki bu üç aylık zamanın boşuna olmadığı, inceleme müfrezesinin sebepsiz yere meşgul edilmediği anlaşılarak bu konudaki bazı söylentilerin yalan olduğu ortaya çıktı. Ancak Merv’e gidileceği şeklindeki görüşlerin tam tersine, Ahal Teke bölgesine gidileceği konusundaki haber de doğrulanmış oldu. Aslında bu söylentilere önceden de kulak kabartan çok değildi. Askerler “Çekişler’den bir çıkalım da istediğiniz yere, isterseniz yerin son ucuna kadar götürün” diyecek gibiydiler.

      Çekişler gözden düştü. Herkes, 3 ay süren “misafirperverliği” için onu lanetliyordu. Hatta bütün dünyada Çekişler’den daha kötü bir yer yoktur diye düşünüyorlardı. Kısa bir süre sonra müfrezenin sevinci kursağında kaldı. Askerlerin kendi aralarında İvan Davıdoviç adını taktıkları General Lazarev’in rahatsızlığı ve arkasından çıban çıktığı yolunda haberler yayıldı. Herkesi bir korku ve telaş sarmıştı. Ancak bu haberi önemseyen yoktu. Çünkü haberin üzücü bir olaya yani ölüme sebep olacağı kimsenin aklına gelmiyordu, sadece askerler, burada bir süre daha kalacakları konusunda kaygı duyuyorlardı. Üzüntü kısa sürede kesilerek, “müfrezenin iki kol halinde 30-31 Temmuz’da yola çıkacağı, generalin şimdilik Çekişler’de kalacağı ancak durumu biraz iyileştiğinde müfrezenin peşinden yeteceği” ilan

Скачать книгу