Kefensiz Gömülenler. Yusufoğlu Şükrullah

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kefensiz Gömülenler - Yusufoğlu Şükrullah

Скачать книгу

musun, imzalamıyor musun, seni düşman olarak tutukladık mı, buna mecbur ederiz, demek ister. Elbette, benim hayret etmekten ve hayır, demekten başka cevabım olamazdı. Sorgu memuru benden hayır cevabını duyunca, oturduğu yerden öfkeyle fırlayarak:

      – Sahtekâr!.. Sahtekâr! Düşman sahtekâr olur! Sovyet karşıtı faaliyetlerin, pantürkist va panislamist fikirlerin hakkında bir şey bilmediğimizi mi zannediyorsun? Zorlayıp işkence etmeden ve hiçbir şeyi gizlemeden kendin anlatırsan, bu durum suçunu hafifletir. Maksim Gorki ne diyor? Şairsin, biliyor olmalısın! “Düşman kendi teslim olmazsa, onu paramparça ederler”, öyle mi, diye gürledi.

      – Olmayan bir şeyin nesini gizleyeyim? Suçumu biliyorsan, söyle! Benim Sovyet devletine hiçbir düşmanlığım da, hafifletecek veya ağırlaştıracak herhangi bir suçum da yoktur.

      Benim bu cevabımı hakaret sayarak masayı öfkeyle yumrukladı:

      – Düşmanlığını gizleyerek bizi kandırmak mı istiyorsun, iftiracı! Sana merhamet gösterilmeyeceğini düşün, diyerek vurmak üzere gelip tepeme dikildi.

      Papağan gibi durmadan aynı şeyi tekrar ediyordu:

      – Sovyet devletine karşı nasıl ve kimlerle beraber mücadele ediyorsun? Biz mecbur etmeden kendin söyle!

      Her ne kadar tehdit ve hakaret ettiyse de benim cevabım hep aynı oldu:

      – Ben düşman değilim ki, neyi düşünüp neyi söyleyeyim?!

      – Senin şiddetli düşmanlığının bir alâmeti de şu ki, hatta sen Sovyet çekistlerini40 bile yalancılıkla suçluyorsun, onlara da inanmıyorsun.

      – Hayır!.. Ben çekistleri en fedayi, devlet ve vatan menfaatinden başka bir şey düşünmeyen en dürüst insanlar olarak görüyorum.

      Fakat ben sorgu memuruna nasıl cevap verirsem vereyim, o her sözümün aksini söyleyerek beni düşman durumuna düşürmeye gayret ediyordu.

      – Milliyetçi olduğunu kendin güzellikle itiraf etmezsen, delil ve şahitlerle düşmanlığını biz ispat ederiz. Bize güvenerek suçunu itiraf edersen, tekrar söylüyorum, suçun hafifler, sorgulamanın çabucak sona ermesine sebep olur… Düşün!

      – Suçum olsa, delilsiz şahitsiz itiraf ederim. Olmayan suçun nesini düşüneyim! Suçum varsa, sen söyle!

      – Milliyetçilik faaliyetini inkâr mı ediyorsun?

      – İftira!

      – Peki, tutuklanan milliyetçi, halk düşmanı yazarlarla alâkan?

      – Hiçbir milliyetçi ile hiçbir alâkam yok. Varsa söyle, kabul ediyorum!

      – Biz hepsini biliyoruz. Düşman sahtekâr olur, hemen kabul etmez.

      Benim cevaplarımdan kanı beynine sıçrayan sorgu memuru, benden önce tutuklanan Hamid Süleyman, Mirzakalan İsmailî41, Şühret42, ağabey-kardeş Alimuhammedovlar ve Mahmud Muradovlarla tanışıklığımız, bunlarla olan alâkam, nerelerde buluştuğumuz ve Sovyetlere karşı nasıl bir ideolojik kundakçılık işleri tertiplediğimiz hakkındaki sorulara cevap vermemi istemeye başladı.

      Buna imdat demekten başka çare yok. Nereye kaçarsın? Neyi düşünüp, neyi itiraf edeceğim?

      – Biz hiç kimseyi suçsuz yere tutuklamıyoruz. Suçsuz insanlar buraya gelmiyor.

      Sorgu memuru bana ters ters baktıktan sonra nöbetçiyi telefonla çağırarak beni alıp götürmesini emretti.

      İşte, kaç gündür tek kişilik hücredeyim. Sorgu memuru beni unuttu. Belki de suçlarını iyice düşünsün, diye çağırmıyordur. Eğer öyleyse, hangi suçumu düşüneyim?! Kendi kendime sorular soruyorum, işlediğim bir suç var mı diye arıyorum. Belki de unutmuşumdur…

      Eğer birisi bana bütün bunların herhangi bir zamanda annemin, babamın kalplerini kırdığım için başıma geldiğini söyleyecek olsaydı, onların ayaklarına kapanarak özür dilemeye, hatta her türlü cezaya da razı olurdum. Fakat kendi vatanıma, kendi halkıma asla ihanet etmedim! Eğer böyle olsaydı ölmeye razıydım.

      Kaderimi vicdanıma havale ederek kendi kendime sorular soruyorum. Acaba hayattan, siyasetten memnun olmadığım zamanlarım olmadı mı? Oldu mu? Belki de bunun için tutuklamışlardır?

      Tutuklayıp hapse attıklarından beri kış geçti, bahar geldi. Bu arada kırlarda çimenler yeşerip gelincikler açtı mı, ağaçlar tomurcuklanıp çiçeklendi mi, bilmiyorum; bunları görmek imkânından tamamen mahrumum. Kuşların sesi de benim için yabancı. Benim yattığım hapishaneye baharın ne rüzgârı, ne de nefesi giriyor. İşlediğim hangi suçlarıma karşı Tanrı bu huzur verici nimetlerinden beni mahrum kıldı!?

      Haydi, sorgu memurunun dediği gibi başımdan geçenleri düşünüp bir görelim… Kâmil-i mutlak olan yaratıcının bu gazabı hangi günahlarım sebebiyle başıma geldi ki? Babam hâfız ise, bunun suçlusu ben miyim? Abdullah Kâdirî veya Osman Nâsır’ın eserlerini okumak suç mu? Bundan Sovyet devletine nasıl bir düşmanlık hâsıl olabilir? Benim ne suçum var?

      Bana isnat edilen asıl suçlardan birisi de Sovyet hâkimiyetine düşman oluşum, sovyet hayat tarzından ve siyasetinden memnun olmayışım, bundan şikâyetim imiş! Düşmanlık var, rızasızlık var!.. 1930’lu yıllarda insanlar açlıktan şişip öldü. Bundan kim razı olur? 1937 yılında masum insanlar tutuklanıp yok edildiler. Kim buna rıza gösterir? Kendimi bildim bileli, ilk gençlik yıllarımdan itibaren daima bir korku ve daima bir endişe ile, daima can korkusuyla yaşadığım, bundan memnun olmadığım doğru, bunu saklamıyorum. Eğer bu da bir düşmanlık sayılıyorsa!..

      Beş-altı yaşlarımda şahit olduğum adaletsizlikler, zorbalıklar hâlâ aklımda.

      Mahallemizin Mamanbey adlı bir encümen üyesi vardı. Son derecede sahtekâr bir adamdı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında haddinden fazla erzak karnesi alıp satmaktan dolayı tutuklanıp hapishanede öldü. Mahalle halkının çoğu buna üzülmedi bile. Hatta insanlar arasında, “kendi etti kendi buldu, kimsenin hakkı kimsede kalmaz, bir kötü eksildi”, diyenler bile oldu. Mamanbey hiç kimsenin hakkına, hukukuna aldırış etmeyen ve nice nice mahalle sakininin 1928-30 yıllarında haksız yere kulak43 sayılmasına ve tutuklanmasına sebep olanlardan birisiydi.

      Hiç aklımdan çıkmıyor. 1926-27 yıllarında her gün olmasa da haftada bir, on günde bir, babam “damle”, yani dinî mektep muallimi olmadığı hâlde kapımızın önünden “Hâfız muallim” diye bağıra-çağıra geçip giderdi. Mamanbey’in “damle” sözünü üzerine basa basa telâffuz etmesinin sebebi, beni kandıramazsınız, dindar, damle diyerek kulak saydırıp sürgüne göndertmek de elimden gelir, mânasında ikaz ve tehdit etmekti. Onun bu niyetini bilen babam da “damle” olmadığını ispat etmek için Çar Rusyası devrinden beri hekim olduğunu belirten şehâdetnameden başlayarak Sovyet devrinde hangi kaza, hangi şehir, hangi cumhuriyette ne zaman ve ne kadar insanı tedavi ettiğine dair belgelerini çıkarıp gösterirdi. Ancak okuyup yazabilen Mamanbey bu belgeleri okuyabilir miydi, okuyamaz mıydı bilmiyorum,

Скачать книгу


<p>40</p>

Çekistler: Sovyet karşıtı ihtilâlci faaliyetleri önlemek ve Sovyet rejimine muhalefet edenlerle savaşmak üzere kurulmuş olan ÇEKA örgütünün mensupları.

<p>41</p>

Mirzakalan İsmailî (1908-1986): Sovyet dönemi yazarlarından. Romanı: Fergana Taŋ Atgunça (1958). Piyesi: 8 Mart (1927).

<p>42</p>

Şühret (1918-): Sovyet dönemi şair ve yazarlarından. Şiir kitapları: Hayat Nefesi (1947), Kardaşlar (1950), Lirika (1973). Romanları: Şinelli Yıllar (1947), Cennet Kıdırgenler (1968). İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet ordusunda subay olarak cepheye giden şair, 1950 yılında Osman Nâsır’ın lehinde konuşmak, Abdullah Kâdirî ile Çolpan’ın kitaplarını okumak ve propagandasını yapmak suçlarından dolayı mahkûm olmuş, beş yıl boyunca Kazakistan’daki hapishanelerde ve Sibirya’daki çalışma kamplarında kalmıştır.

<p>43</p>

Kulak: Rusça geniş arazi sahibi, toprak ağası mânasına gelen söz. 1920-1930’lu yıllarda, sadece Özbekistan’da ekonomik olarak ancak kendi kendisini idare edebilecek seviyedekiler de dâhil olmak üzere on binlerce aile “köy burjuvazisi”, “karşı ihtilâlciler”, “halk düşmanları”, “sosyalizm düşmanları” ve “kolhoz düşmanları” olarak ev, arazi ve hayvanları müsadere veya yağma edilmek suretiyle cezalandırılmış, başka ülkelere sürgün edilmiştir. Kulak sayılanların önemli bir kısmı da kurşuna dizilmiştir. Bu uygulama sebebiyle bütün ülkede tarım ve hayvancılık çökmüş, yüz binlerce insanın hayatına mal olan çok ağır bir kıtlık dönemi yaşanmıştır. Orta ve zengin sınıfın tamamen yok edilmesini hedef alan bu uygulamadan sonradır ki, meşhur “kolhoz” ve “sovhoz”lar teşkil edilmiş; Sovyet hâkimiyeti de milyonlarca insanı açlık ve sefalet sebebiyle perişan hâle düşüren bu uygulamadan sonra kurulabilmiştir. Nitekim başta Ceditçiler olmak üzere rejime muhalif aydınlar da ancak 1930’lu yılların sonlarında, yani söz konusu “kulaklaştırma siyaseti”nden sonra tasfiye ve imha edilmişlerdir.