Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik. Orhan Söylemez

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez

Скачать книгу

ayrılmıştır.

      Melikü’l-Şarab’ın meyhanesi, otoritenin kabul etmediği, saraydan kovulmuş insanlarla doludur. Burada bilginler, gazaba uğramış komutanlar, sanatçılar, sahiplerinden kaçan köleler bir arada bulunmaktadır. Romanda meyhanenin birleştirici bir rolü olmakla birlikte, bu mekân, kurgunun içindeki birçok düğümü de içinde barındırır. Yazar Yakuboğlu, bu meyhane sayesinde yönetime, yöneticilere ve yönetilenlere dair eleştirilerini korkusuzca dillendirir. Romanda kullanılan bu mekân gerçeklerin söylendiği, akla karanın birbirinden ayrıldığı bir meydan hâline getirilir. Yazar, birinci bölümde kurguyu destekleyen ve anlatıma akıcılık kazandıran küçük hikâyelere de yer vermiştir.

      Şehrin dışında kalan meyhane, görkemli saray ve bahçelerden oldukça uzaktır. Yazar, sanki insanlar arasındaki sosyal sınıf ve düşünce ayrımını ilk önce mekânlarda yakalamıştır. Melikü’l-Şarab’ın meşhur şaraplarına ve meyhanede yapılan sohbetlere müdavim olan belli başlı tipler vardır. Baba Setâri, Pir-i Gıccekî, Pir-i Bukrî ve Birûnî meyhanenin ziyaretçilerindendir. Özellikle Bukrî ve Birûnî’nin roman örgüsünde önemli etkileri olduğu görülür. Meyhanenin her şeyin konuşulabildiği bir mekân hâline gelmesinin bir nedeni de; Gazneli Mahmut’un, eski arkadaşı Melükül Şarab için dokunulmazlık fermanı çıkarmasıdır. Meyhanede birçok konu konuşulur, Firdevsi’nin, Gazneli Mahmut’a sunduğu Şehnâme’si de bu konulardan biridir. Kimileri Şehnâme’yi beğenirken, kimileri de şairin sevmediği bir padişaha neden eserini ithaf ettiğini sorgular. Ancak tartışmanın düğümü yine Melikü’l-Şarab’ın mekânında gizlidir, çünkü Firdevsi’nin Gazne’yi terk etmeden önce yolu meyhaneye düşmüştür. Firdevsi, Melikü’l-Şarab’a hükümdardan aldığı paraları yoksullara dağıttığını anlatır. Eseri üzerine yapılan tartışmaları da burada yanıtlar ve İran ile Turan’ı birbirine düşürmediğini, kendisine haksızlık edildiğini ifade eder. Ayrıca Firdevsi, “Şehnâme”nin sonsuza kadar yaşayacağını bildiğinden eseri hakkındaki değerlendirmeleri tarihin adaletli kollarına bırakmıştır.

      Araştırmacı Turgut Göğebakan önemli çalışmasında “tarihsel roman” veya “tarihî roman” kavramı üzerindeki tartışmaları değerlendirirken Georg Lukacs’ın işaret ettiği önemli bir ayrıntıyı vurgular. Göğebakan, Lukacs’a göre önemli olanın, “tarihin önemli kişiliklerinin ya da olaylarının sergilenmesi değil, bu kişilerin ve olayların arka planındaki düşüncelerin açığa çıkarılması” olduğunu vurgular.30 Tam da burada yazar Adil Yakupoğlu’nun yaptığı da budur. Kurmaca bir mekân olarak Melikü’l-Şarab’ın meyhanesi önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. Belki de tarihçilerin ehemmiyet vermedikleri arka plandaki ayrıntılar burada ortaya çıkar. Bu ayrıntılar da “olay”dan ziyade “insan”ı ön plana çıkardığı için tarihî romanı önemli hâle getirir.

      Romanda, tiyatro ve sinemada gerçekleri korkusuzca söyleyen, cesurca eleştiriler yapan insanlar, genellikle delilerden veya ayyaş tiplerden seçilir. Yazarlar, yarattığı bu tiplerin konuşmaları ile haksızlıklara, zulme isyan eder ve akıllıların deli dediği insanların, akıllı laflar etmesi ile bir ironi oluştururlar. Adil Yakuboğlu da bu eserinde, Gazneli Mahmut’un Bağ-ı Firuzan için topraklarını istimlâk ettiği ve bu yüzden deliren Baba Hurma’ya yer vermiştir. Baba Hurma, Melikü’l-Şarab’dan istediği bir kâse şarap karşılığında bir hikâye anlatır. Bu hikâye sayesinde yazar, yönetilen ile yöneten arasındaki ilişkiyi ince bir şekilde eleştirir. Rivâyete göre eski zamanlarda iki dost, çölde yolcuk yaparken biri diğerine “Padişah olsan ne yapardın?” diye sormuş. Arkadaşı, yurduna adaleti ve hoşgörüyü getireceğini söylemiş. Soruyu soran, insanları soyacağını, onlara eziyet edeceğini anlatmış. Yolculukları sırasında padişahları ölen ve yerine geçecek kimse olmadığı için aralarında seçim yapmaya çalışan bir halkla karşılaşmışlar. Bilginler, serbest bırakılan kuzgun kime konarsa onu padişah yapalım demişler. Sonunda kuzgun bu iki gezginden kötü niyetli olanına konmuş. Bu işlem üç kere tekrarlanmış ve en sonunda onu padişah seçmişler. Gezgin, arkadaşına söylediklerini aynen yapmış. Bu durumdan bezen halk, padişahın arkadaşına gidip yardım istemiş. O da halkın sıkıntılarını padişaha iletmiş. Padişah arkadaşına şöyle bir yanıt vermiş:

      … Eğer ben bu insanlara zulüm kıldıysam bunu küstahlık ve aptallıklarından dolayı yaptım. Çünkü bunlar aptal olmasalardı, Allah’ın yarattığı akılsız bir hayvanına inanıp beni tahta oturtmazlardı! Akılsız bir mahlûka güvenip beni tahta oturtan bu insanlara şefkat ve merhamet ne gerek? Bilgili padişah bilgili insanlara layıktır. Ahmaklara ise ahmak bir padişah gerekir! (s. 17)

      Yazar, bu hikâye ile halkların hak ettikleri şekilde yönetildiklerini vurgulamaktadır. Kaderlerini, geleceklerini akıllıca planlamayan, yöneticilerini sağlıklı seçmeyen halkın hâlini gözler önüne seren bu örnek, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Romanın bu ilk iki bölümü yöneticilerin nasıl olması gerektiğini anlatan birçok çarpıcı hikâyeden oluşur.

      Adil Yakuboğlu, ikinci bölüme Cevahir Lal Nehru’dan bir alıntı ile başlar.31 Bu alıntı ile birlikte yazar, okuyucuya Birûnî’yi daha yakından tanıtır. Onun iç dünyasına girer; bilimsel çalışmalarını, düşüncelerini tarihî bir süzgeçten geçirerek sunar. Yazar, eserinde ilk defa Birûnî’nin ağzından Gazneli Mahmut’u diktatör olarak tanımlar. Bu da Birûnî’nin hocasından görüp öğrendiği doğruluğa yakışır bir tavırdır. Çünkü hocası Abdussamed Evvel de hayatı pahasına doğruyu söyleyecek cesarette bir üstattır. Yazar, şehrin sol tarafındaki fakir mahalleden çıkıp gösterişli saray ve bahçelerin olduğu yerlere dikkatleri çeker. Bu bölümde Gazneli Mahmut, hastalığına çare ararken resmedilmektedir. Eski ihtişamlı günlerine geri dönmek isteyen Sultan, tüm bilginleri, hekimleri sarayına toplar ve hastalığına bir çare arar. Sultanı iyileştirecek tedavilerin konuşulduğu böyle bir toplantıda, şair Unsûrî, “Nimet-i İlâhî” denilen bir ağaçtan bahseder. Bu ağacın meyvesini yiyen insanların gençliklerine geri döneceklerine dair bir rivayet anlatır. Gazneli Mahmut heyecanlanır ve bu ağacın derhal bulunmasını emreder. Ancak bir sorun vardır. Bu ağacın nerede yetiştiği konusunda net bir bilgi yoktur, yalnız Hindistan dolaylarında bulunduğu tahmin edilir. Bu noktada Birûnî’nin engin bilgisine başvurulur, çünkü üstat Hindistan’ı herkesten iyi tanımaktadır. Ancak Birûnî, Sultan’ın beklediği ümit verici sözleri söylemez ve böyle bir ağacın olmadığını ifade eder. Sarayda toplanan heyet, Sultan’ın gönlünü hoş etmek için bu ağacın doğruluğunu savunurken, Birûnî gerçekleri söylemekten geri durmaz. Heyette bulunan isimler bu yanıttan memnun olmazlar ve İbn-i Sinâ’ya da sorulması gerektiğini söylerler. Bu sebeple İbn-i Sinâ her yerde aranır, ancak bu süreç birçok karışıklığın da ortaya çıkmasına neden olacaktır.

      Gazneli Mahmut, hastalığın ve ölüm korkusunun verdiği sıkıntı ile etrafındaki insanlara dikkat edemez. Onun çaresizliğinden yararlanmak isteyen kurmaylarının çevirdiği gizli kapaklı işlerden habersizdir. Acımasız Gazneli Mahmut’un sağlığını merak eden bir kişi de oğlu Emîr Mes’ud’dur. Çünkü vezirlerin, babası ölünce yerine aklî dengesi bozuk kardeşini getireceklerini düşünür. Böyle bir oyuna gelmemek için de gözü kulağı saraydan gelecek haberdedir. Emîr Mes’ud da bir yandan İbn-i Sinâ’yı aratır, ama o Sultan’ı tedavi etmektense gizlenmeyi tercih eder. İbn-i Sinâ’nın Sultan’ın hastalığına derman olmak istemeyişine benzer bir olay da, Muhtar Şahanov’un, Cengiz Han’ın Sırrı

Скачать книгу


<p>30</p>

Turgut Göğebakan. Tarihsel Roman Üzerine. Ankara: Akçağ Yayınları, 2004, s. 25

<p>31</p>

“Ben sana Gazneli Mahmud’un yaptığı zulümlerden bahsettim. Fakat henüz o dönemin başka büyük bir kişisinden bahsetmedim. Bu el-Birûni’dir. Sınırsız zulüm ve işkence devrinde hayatın kahrına maruz kalmasına rağmen, hakikat peşinde koşan büyük bilgin olarak yerini koruyacaktır…” (Cevahir Lal Nehru. Glimpses of World History. New York: Penguin Books, 1934. Cilt I, s. 300)