Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik. Orhan Söylemez

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez

Скачать книгу

olsun, asıl onları toprağa bağlayan ruh yok. Bu halde nesiller nasıl küçülmesin.” (s. 101)

      Romanda, köylüler istemediği hâlde, zührevi hastalıklar hastanesi köye taşınır. Nöker bu hastanede bekçilik yaptığı için burada polislerin ve doktorların yaptığı ahlâksızlıklara şahit olur. Hastanede yatan kadınlar, hastalık mikrobu taşıdıkları bilindiği hâlde, doktorlar tarafından pazarlanırlar. Polisler de aldıkları rüşvetler sebebiyle bu duruma göz yumarlar. Okumuş kesimi temsil eden doktor ve polislerin bu davranışları toplumdaki bozulmuşluğu göstermesi bakımından dikkate değerdir. Nitekim ahlâksız bir adam olan Annam da bu kadınlardan biriyle ilişkiye girdiği için hastalanır ve bu hastalığı karısı Sadap’a da bulaştırır.

      Romanın geneli göz önünde bulundurulduğunda, yazarın kömünist rejimin yanlış uygulamalarını eleştirdiği ve birlik-beraberlik mesajı vererek milli kimliği güçlendirme gayesi taşıdığı görülmektedir. Ayrıca mevcut düzenin yozlaşmışlığına yapılan vurgu, milli kimlik bilinci üzerine inşa edilmiş olan ve kardeşlik bağlarını önemseyen bir toplumun oluşturacağı yeni bir düzene olan özlemi dile getirmek içindir. Romanda göbek bağı örneğinden hareketle nesil bilincine yapılan göndermede ise, aslında tarih bilincini öne çıkartmak amaçlanmaktadır.

Annaguli Nurmemmed. Büyük Göç

      Annaguli Nurmemmed’in bir diğer romanı Büyük Göç, Selçuknâme’den alınmış bir bölümle başlar.23 Bu eserde yazar, Sultan Sancar’ın esaretiyle zayıfladığı görülen Selçuklu Devleti’nden söz eder. Romanda Dandanakan ve Malazgirt gibi iki büyük savaş ve bu savaşların getirdiği sonuçlar üzerinde durulur. Dandanakan, Oğuzların ata yurduna kavuşmalarını sağlar. Malazgirt ise Rumistan’ın yolunu açmıştır. Göç, Türkmenler için çok önemlidir. Onlar, göçlerinin önünde hiçbir engel olmaması ve rahat göç yapabilmeleri için geniş bir coğrafyaya hâkim olmak isterler. Eserde “Cihan padişahı”, “Yedi iklimin padişahı” gibi ifadeler sıkça geçer. Eserin başı ve sonunda Sultan Sancar’ın esareti vardır. Selçuklu tarihine bu bölümlerde temas edilir. Oğuzların eline düşen Sancar’ın demir bir kafese konmuş olduğu eserin ilk kısımlarında görülür. Babası Sultan Melikşah’ı hatırlayan Sancar, onun kendisine duyduğu güven nedeniyle Horasan tahtını verişini hatırlar. Soyundaki herkesten fazla olarak altmış yıl tahtta oturan Sultan Sancar, Peygamber yaşına geldiğinde esareti tatmıştır. Esareti sırasında aslını, atalarını düşünür. Han sülalesinin kökü Selçuk Ağa’ya kadar varmaktadır: “Esir düşen çok olmuştur da onun canını yakan, gururuna yediremediği Oğuzların eline düşmesiydi.” (s. 11) Sultan Sancar, kendisini niye kafese koyduklarını, böyle bir cezayı uygun gördüklerini anlayamaz. Buna karşılık konuşmayarak tepkisini ortaya koyar. Oğuzlara karşı çok alçak gönüllü davrandığı için başına bunların geldiğine inanır. Sultan, yerden mi gökten mi geldiğini anlayamadığı sesin etkisinde kalır. Bu ses, “Kılıçla değil, göçle yurt edinilsin!..” demektedir. Yayladan dervişler geçerken bu sesin duyulmasını, Sultan hayırlı bir işaret sayar. Konuşmama kararını bozar. Sultan’ın yanında sürekli duran, onu konuşturmaya çalışan Tuti Han, Sultan’ın eksikliklerini ortaya koyar: “Aslında Sultan kendilerinindi. Şu yayladan kaleye gitmişti. Fakat kalede çok telaşa kapılıp bazen yaylasını unutuvermişti… İnsan yaylasını unutursa ufuğunu göremez, gözleri daralır. Sonradansa kendi ufuğu küçülürdü.” (s. 27)

      Sultan’ın Oğuzlara karşı yanlış muamele ettiği, başlangıçta beraber hareket ettikleri hâlde sonradan dövüşüp yuvalarını yıkan iki kuşun hikâyesi ile vurgulanır. Tuti Han, Dandanakan’ı da hatırlatarak, o savaşın Oğuzlarla birlikte yapıldığını belirtir. “Dandanakan’da bizim atalarımız Çağrı Bahadır, Sultan Tuğrul’la birlikte savaşmamış mıydı? Aslında bugüne kadar bizim bahadır yiğitlerimiz seni korumamış mıydı?” (s. 30)

      Çağrı Bahadır, Sultan Mesud’un ordusunun kalabalık ve güçlü oluşundan çekinenler olmasına karşın Gazneliler ile savaşmak ister. O önceden Takkale’de de Gazneliler ile savaşmış, donanım yönünden zayıf olsa da başarılar elde etmiştir. Ona göre önemli olan korkusuzca, gözü pek savaşmaktır: “Esas olan onların hiçbir şeyden korkmaması, gözü pek bahadır olmalarıydı… Elin alışmış olsa da, gözü karalığın olmasa attığın ok hedefe isabet etmezdi.” (s. 33) Sultan Mesud ise yenilmişliğinin sebebini atalarının ruhunun Selçuklular tarafında yer almasına bağlar:

      Hükümdarlık kim iyi hükmediyorsa, onun eline geçer. O yüzden kutlu olmasını, bahtlı olmasını bilir. Aslında Oğuz Han’ın altın yayının, ya da üç gümüş okunun her tarafa yayılması o ‘kut’un aranmasıydı. ‘Kut’ hükümdarlığın gücüydü. Kim âdil olsa, onun yüreğinden çıkıyor. (s. 34)

      Ancak Sultan Mesud’un ordusunun gücüne dair söylentiler, Çağrı Bahadır’ın komutanları arasında telaş yaratmıştır. Çağrı, bu söylentilere bizzat kardeşi Tuğrul’un da inanmasına öfkelenir. Özellikle Hacip Komutan’dan çekinilmektedir. Ancak savaş Merv’i ve Nişabur’u Selçuk Ağa’nın torunlarına kazandırır. Sultan Mesud’un ordusunun gücünden çekinilmesi Çağrı Bahadır’ın kazancı olmuştur. Çünkü ordusu çok büyük bir güçle karşılaşacağını düşünerek hazırlığını da çok daha iyi yapmıştır. Sultan Mesud tarafında ise, Takkale ve Serahs’ta yaşanan yenilgiler hayal kırıklığı yaratmıştır. “Lakin Sultan Mesud, onların mertliğini kabul etmezse, işlerin sarpa saracağını” bilir, öfkesini Türkmenlere kötü sözler sarfederek ortaya koyar. Gazneli Sultan’ın gazabından kaçan askerler ise Çağrı Bahadır’ın tarafına geçmiştir. Bunların savaş anında karşı tarafa geçmesi, casus olması gibi ihtimaller korku yaratırsa da savaş sırasında bu kişilerin Gazne ordusuna karşı saldırıları oldukça etkili olur. Çölün şartları ve ordusunun içine giren endişeler nedeniyle Sultan Mesud geri çekilme ihtiyacı duyar. Vezirin elçisini Selçuklulara yollarlar. Sultan Mesut, Herat tarafına çekilir. Güzün geri dönüp savaşmak niyetindedir. Tuğrul ve Çağrı sultanları, Gazne Sultanı ile mücadeleye sevk eden en önemli etken, göç yolunun rahat hâle gelmesi çabasıdır:

      Selçuk Türkmenleri Ceyhun’dan geçtikten sonra doğru dürüst bir yaşam görmediler. Nereye girdilerse onlar kılıçlarıyla birlikteydiler. Her zaman iğnenin üzerinde oturuyor gibi, rahat değillerdi. Şimdi onlar Oğuz yurduna gelip huzurlu, gururlu bir hayata kavuşacaklardı. Yine de Maveraünnehir’deki günleri daha sakindi. Nasıl olsa eski Oğuz Devleti’nden kalan avuç içi kadar yerleri, kaleleri vardı… Burada ise günleri bir olsa kavgaları iki oluyordu. Üstelik Horasan’da yaşayan önceki Türkmenler kendilerine arka bulmuş gibi önceki oğullarına gösterilen zulümlere cevap olarak, Gazne hükümdarına karşı başkaldırmaya başladılar. Bazı yerlerde evlerini yıktılar. Bazı yerlerde sormadan söylemeden izinsiz otlak ve yaylalara girdiler. Bunların hepsi Selçukluların adına sayıldı. Ona sabrettiler, gidecek yerleri yoktu. (s. 127)

      Tuğrul Sultan’a göre, Rey ve Irak tarafına gidip önceden oralara yerleşmiş Türkmenlere katılarak o yerleri yurt edinmek gereklidir. Çağrı Bahadır, Selçuk atalarının altın yayı bulmaları konusundaki emeli kendine rehber edinmiştir. Bu topraklar ataların ruhu sindiği için kerametli ve mukaddestir. “… buralara bizi kimin gönderdiğini, kimin çağırdığını hiçbir zaman unutmamalıyız. Gönderen Selçuk Atamızdır, çağıransa Oğuz Atamızdır.” (s. 133)

      Bu topraklar göbek bağının kanının damladığı topraktır ki bu ifade Nuh Tufanı adlı

Скачать книгу


<p>23</p>

Annaguli Nurmemmed. Büyük Göç. (Çev. Gülâlek Nurmemmet ve Hümeyra Yücel) Ankara: Devran Yayınları, 2002. 632 s. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)