Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik. Orhan Söylemez

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik - Orhan Söylemez

Скачать книгу

Beyler arasında mevcut sorunların çözülme yöntemi de Oğuzlar hakkında bilgi vermektedir. Aslında romandaki şahsiyetler ve olaylar adetâ Dede Korkut kitabından fırlamış gibidir. Aralarında pek bir fark olmayıp, sadece kişilerin konuşmaları, iç hesaplaşmaları, gizli planları ve bunlara uygun davranışları, hırsları, kıskançlıkları daha öne çıkmaktadır. Bu da eseri, destan özelliğinden çıkartmaktadır. Çünkü kahramanları dümdüz birer çizgi gibi çizilmemiş, derinlemesine iç dünyalarını yansıtacak bir tarzda tasvir edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Dede Korkut tıpkı destandaki gibi romanın da hem anlatıcısı hem de anlatım tekniği açısından “her şeyi bilen” anlatıcı durumundadır. Destanda Dede Korkut, “Oğuz’un tam bilicisi olan gaipten türlü haber söyleyen, Hak Teâlâ’nın gönlüne ilham ettiği” kutsal kişidir ve “Oğuz kavminin müşkülünü halleder. Her ne iş olsa Oğuzlar ona danışmadan yapmazlar. O ne buyursa kabul ederler ve sözünü tutup yerine getirirler.”21 Romanda da Bayındır Han onu yanına çağırır ve bütün soruşturma boyunca yanında kalmasını, hiçbir sözü kaçırmadan kaydetmesini ister. Dede Korkut’un zaman zaman kendi iç konuşmalarını, kendi düşüncelerini açıklaması romanda onu daha canlı bir karakter hâline sokar. O da zayıflıklıklarıyla diğer insanlardan farklı değildir. Nitekim Oğuz’un sorunlarını çözücü destan kahramanı Dede Korkut’un yerinde bazı sorunları kendi kendine çözemeyen, çözülemez gibi duran meseleleri Nur Taşı’na danışan, bu kutsal taşın dibinde yetişen otun etkisiyle rüyalar gören ve gaipten haberler alan biridir. Bunun dışında onun da ayağını yere bastıran en önemli ipucu, İç Oğuz’a gelen, yakalanan ve hapsedildikten sonra salıverilen ve Bayındır Han tarafından sorgulanan olayın tam göbeğinde onun olmasıdır.

      Bu yüzden yazarın Dede Korkut’u küçük düşürdüğünü iddia edenler de çıkmıştır. Eserde soruşturmaya paralel giden Şah İsmail olayı da romanın tarihî boyutunu destan veya efsane olmaktan çıkarıp belli bir zaman dilimine yerleştirmektedir. Şah İsmail’in bir benzerini bulup eğitmesi ve kendi yerine geçirmesi şaşırtıcı gelebilir. Şah İsmail, Çaldıran’da yenileceğini bildiği için yerine sahtesini geçirecek ve kendisi hayatta kalmayı başaracaktır. Fakat olaylar böyle gelişmez. Gerçek Şah İsmail savaşta ölür, yerine de sahte olanı yani Hızır isimli kişi geçer. Fakat onun Şah İsmailliği de çok uzun sürmez, çünkü onu yakından tanıyan ve savaşta şehit düştüğü düşünülen Lala Hüseyin beklenmedik bir anda çıka gelir ve Hızır’ı yani sahte Şah İsmail’i öldürür.

      Burada da muhtemelen tarihçiler eseri eleştireceklerdir. Fakat romanın sonunda kimin gerçek kimin sahte Şah İsmail olduğu da iyice karışmaktadır. Bu da belki yazarın postmodern bir roman yazma gayreti olarak gösterilebilir. Bu yönleriyle roman, tarihî malzemesinin yanı sıra zamanı ve mekânı aşarak insanlık değerlerine dokunabilen bir kurguyla etkileyici bir edebî eser olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır.

      Roman için “tarihî” demek yanıltıcı olmaz. Olaylar zamanı bilinmeyen bir geçmişte cereyan etmektedir. Kahramanlar tarih kaynaklarına uygun olarak seçilmiştir. Diğer taraftan eserde hâlihazırda yaşanmakta olan bir de hadise vardır. Bu da romanın başında anlatıcının arşivde “eksik el yazmasını” bulması, kütüphane memuresine okutturması, tercüme ettirmesi ve eser üzerinde düşünmesidir. “Buradan ne çıkartılabilir?” sorusu birçok bilinmezi beraberinde getirmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra yazılmış bir eser ile yazar, geçmişe dair pek çok bilginin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemin ardından böyle bazı eserlerin korunabildiğini vermek istemiş olabilir. Ayrıca, gerek Sovyet döneminde gerekse sonrasında Azerbaycan’da yaşandığı bilinen “adaletsizlik” meselesine açıklık getirmek isteyebilir. Bayındır Han şüphelendiği bir olay etrafında bütün beylere eşit mesafede durarak onlara kendilerini savunma hakkını verir. Bu da “adalet”in temeli olarak değerlendirilebilir.

      Yazarın ayrıca bu konuda yazmış olduğu Gizli Dede Korkut kitabı da bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer taraftan tarihin derinliklerinde yine Oğuzların hayatını anlatan bir başka sanatçı da Türkmen yazar Annaguli Nurmemmed’dir. Annaguli Nurmemmed’in bütün Türk dünyasının ortak destanı olan Oğuz destanını motif olarak seçtiği Nuh Tufanı ve Büyük Göç romanları da önemli bilgiler içermektedir.

Annaguli Nurmemmed. Nuh Tufanı

      Yazarın olgunluk dönemi eseri olan roman 1990 yılında yayımlanmıştır.22 Eserin konusu, bir Türkmen köyünde yaşayan halkın kendi benliğini ve kimliğini koruma çabasıdır. Sovyet döneminin tenkit edildiği romanda, baraj inşa edilmesi yüzünden sular altında kalan köyde geçen olaylar anlatılır.

      Romanda, kutsal kitaplardan bilinen eski “Nuh tufanı” değil, insanların ruhlarında meydana gelen tufan anlatılır. Olaylar, Sovyet rejimi altında baraj inşasıyla sular altında kalan bir Türkmen köyünde geçer. Roman, şehre göç etmeyip köyünde kalmayı tercih eden son beş hanenin, bu hanelerde yaşayan, inançlarını ve kültürel değerlerini korumaya çalışan, bu arada zaman zaman sapmalar da yaşayan insanların hikâyesidir. Romanda yer yer Nöker Bekçi, Sehetniyaz Molla ve kızı Ayceren, Arhip Balcı, Cihansultan Teyze ve oğlu Mekân, Annam Dükkâncı ve karısı Sadap’ın hikâyeleri anlatılır.

      Romandaki ilk bölüm, “Kıssa Başı Nöker Bekçi’nin Defterinden” adını taşır. Bu bölümde Nöker Bekçinin “Kitapların Şahı” adını verdiği kitabından iki sayfalık bir bölüm alınmıştır. Yazar, olayları anlatırken kendini gizlemez ve yer yer kahramanlarla ilgili tahlillerde bulunur. Nöker’in kitabından defter olarak bahseden de yazar-anlatıcıdır. Şu satırlar, yazarın anlatıcı olarak romana nasıl girdiğini ifade etmesi bakımından önemlidir:

      Köyde kalanlar hakkında söylenen sözler bunlar. Fakat duyduğuna değil, gördüğüne inan derler. Belki onları görüp, sözlerini dinleyip, olan biteni tahlil edebilirsek, her şey bir elin ayası gibi açık seçik meydana çıkar. Öyleyse sabah selamının ardından neler olup bittiğine bakmak bize düşüyor… (s. 10)

      Roman, yirmi bölümden oluşur. İlk bölümde Sehetniyaz Molla ile Nöker arasındaki fikir çatışmasından söz edilir, köyün sakinlerinin isimleri ve oturdukları evler kısaca tanıtılır. Daha sonra da köyün mollası Sehetniyaz’ın tanıtımına geçilir. Sehetniyaz, köyün en itibarlı insanlarından biri olan Heştek Ahun’un oğludur. Bir kızı, üç oğlu vardır. İki büyük oğlu okumaya gidip orada evlenir ve şehre yerleşir. Küçük oğlu ise büyüyünce yoldan çıkar ve hapishanelerden kurtulamaz. Molla’nın karısı ise kızı Ayceren’i doğururken ölmüştür. Ayceren, babası ile köyde yaşar ve ağabeylerinin ısrarlarına rağmen babasından ayrılamaz. Molla, dinine bağlı, inançlarının gereklerini yerine getirmeye çalışan samimi bir insandır. Köydeki camiyi düzenleyip ibadete açmak isteyince tutuklanır. Bir süre hapiste yattıktan sonra serbest kalır. Romanda köydeki herkesin farklı inanca sahip olduğu sık sık vurgulanır. Nöker, Allah’a inanmaz; sadece başı sıkıştığında Allah’ın adını anar. O, yalnızca kitapların şahı adını verdiği kendi yazdığı kitaba inanır. Sehetniyaz Molla hayatının sonuna kadar Kuran’a bağlı olarak yaşar. Öldüğünde elinde Kuran vardır. Çevresindekiler elinden Kuran’ı alamadıkları için onu o şekilde gömerler. Arhip Balcı, annesinin yegâne hatırası olan İncil’e bütün kalbiyle bağlıdır. Cihansultan Teyze, partisine her şart altında inanır ve güvenir. Romanda, eğer böyle giderse birliğin hiçbir zaman sağlanamayacağı ifade edilir. Mahtumkulu’nun sözleri

Скачать книгу


<p>21</p>

Muharrem Ergin. Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları A.Ş., 2003. s. 15

<p>22</p>

Annaguli Nurmemmed. Nuh Tufanı. (Akt. Nesrin Kahtalı Sis, yazarla beraber) Ankara: Devran Yayınları, 2002. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)