Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 28

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

şairi olan Hassan bin Sabit de (r.a.) Hz. Muhammed’in şeref vermesine dair güzel ve övücü bir kaside söyledi ve onu bir şükrane olarak Fahr-i Âlem’e sundu.

      Hz. Ali, Resul-ü Ekrem’den sonra üç gün Mekke’de kalıp, kendisine bırakılmış olan emanetleri sahiplerine verdikten sonra Mekke’den ayrılmıştı. Resul-ü Ekrem henüz Kuba’dayken o da gelip Kuba’ya erişti.

      Sonra Resul-ü Ekrem, bir cuma günü kendi devesine bindi ve yüz kadar Müslüman ile beraber Kuba’dan kalktı, Medine’ye doğru yollandı.

      Yolculuk esnasında sol tarafına saparak Beni Salim yurdunda Ranuna denilen vadinin üst tarafına indi ve orada çok belagatli bir hutbe okuyup cuma namazı kıldı. Hâtemü’l-Enbiya’nın ilk kıldığı cuma namazı budur. İlk hutbesi de burada verdiği hutbedir. Kısaca şöyledir:

      “Ey halk! Sağlığınızda ahiretiniz için hazırlık görünüz. Muhakkak bilirsiniz ki kıyamet gününde birinin başına vurulacak ve çobansız bıraktığı koyunundan sorulacak. Sonra yüce Allah ona diyecek. Ama nasıl diyecek? Tercümanı yok, perdedarı yok. Bizzat diyecek ki: ‘Sana benim resulüm gelip de bildirmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim. Sen kendin için ne hazırladın?’ O kimse de sağına soluna bakacak, bir şey görmeyecek. Önüne bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek. Öyleyse her kim kendisini velev ki bir yarım hurma ile olsun ateşten kurtarabilecek ise hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa, hiç olmazsa dua, niyaz ve salavat getirerek, yani kelime-i tayyibe ile kendisini kurtarsın. Çünkü onunla bir hayra on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir. Vesselamü alâ Resulullahi ve rahmetullahi ve berekâtühû…”

      Resul-ü Ekrem, birinci hutbeyi bu şekilde tamamladıktan sonra, ikinci hutbeye de kalkıp şöyle buyurmuştu:

      “Allah’a hamdolsun, Allah’a hamdederim ve ondan yardım isterim. Nefislerimizin kötülüklerinden ve fena işlerimizden Allah’a sığındık. Allah’ın doğru yola yönelttiğini, kimse çeviremez Allah’ın sapıklıkta bıraktığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tek ve eşsizdir. Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Her kimin kalbini yüce Allah, Kur’an ile süslü kılarsa, onu sapıkken İslam’a sokar ve o da Kur’an’ı başka sözlere üstün tutar. İşte o kimse kurtulur. Doğrusu Allah’ın kitabı, sözlerin en güzeli ve en üstünüdür. Allah’ın sevdiğini seviniz, Allah’ı candan ve gönülden seviniz. Allah’ın kelamından ve onu tekrardan usanmayınız. Allah’ın kelamından kalbinize sıkıntı gelmesin. Çünkü Allah kelamı, her şeyin en iyisini ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını ve kulların seçkini olan peygamberlerin ve kıssaların iyisini mevzu eder, helal ve haramı açıklar. Artık Allah’a ibadet ediniz ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Ondan hakkıyla sakınınız. Güzel sözünüz de Allah’a doğru olsun. Aranızda Allah sözü ile sevişiniz. Muhakkak bilmelisiniz ki yüce Allah, sözünden dönenlere gazap eder. Vesselamü aleyküm.”

      Akabe’deki biatle ensar, her ne zaman Resul-ü Ekrem, kendi şehirlerine gelirse, her şekilde onu korumak üzere söz verip yemin etmişlerdi.

      Evvelce Resul-ü Ekrem, onların memleketine gelip bir süre Kuba’da kaldıktan sonra, bu sefer Medine’ye girmek üzere olduğundan, artık onların verdikleri söze uymak zorunda olacakları an gelmişti. Bunun içindir ki Resul-ü Ekrem, bu hutbenin sonunda yüce Allah’ın sözünden dönenlere gazap edeceğini belirterek hutbesine son vermiştir.

      Resul-ü Ekrem öylece Ranuna’da cuma namazını kıldıktan sonra yine devesine bindi ve Medine şehrine yöneldi. Fakat kimin evine misafir olacağını kimse bilmiyordu.

      Ensarın gerek ilk başta, gerekse sonraları muhacirlere yaptığı yardım, haklarında gösterdikleri saygı ve ev sahipliği doğrusu tarif edilmez derecedeydi.

      Bu defa Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişinde ise sanki düğün bayram derecesinde şenlik ettiler. O gün Medineliler için gerçekten büyük bir bayram günüydü. Çocukları sevinip sokaklarda, “Allah’ın elçisi geldi!” diye çağrışıyorlar, kadınlar damların üstüne çıkıp güzel güzel şiirler okuyorlar ve “Hoş geldiniz!” diye bağrışıyorlardı. Hangisinin evinin önünden geçse, “Buyurunuz ey Allah’ın elçisi!” diye evine davet ediyor ve devesinin yularından tutup döndürmeye çalışıyordu.

      Onlar bu şekilde devenin yularına sarıldıkça Allah’ın elçisi, “Ona dokunmayınız, memurdur, Allah tarafından memur olduğu yere gidiyor. Durunuz bakalım, nereye gidecek?” diye engel olurdu ve Resul-ü Ekrem, devenin yularını bırakıp hiç dokunmazdı. O mübarek hayvan da sağa sola bakarak kendiliğinden giderdi.

      Sonunda Malik bin Neccâr’ın evinin önündeki boş arsada çöktü, fakat durmayıp kalktı, tavus gibi süzülüp giderek Neccâroğullarından Halid’in yani Ebu Eyyûb Ensari’nin evinin önüne vardı ve orada çöktü. Ama durmayıp yine kalktı ve dönüp evvelki çöktüğü yerde çöktü ve hemen boynunu uzatıp bağırdı. Resul-ü Ekrem de “İnşallah konağımız burasıdır.” diyerek devenin üzerinden indi ve Ebu Eyyûb Hazretleri’nin evini şereflendirdi.

      Hz. Halid, Zeyd bin Harise ile beraber devenin üzerindeki şeyleri alıp evine götürdü.

      Ensarın en büyüğü olan Es’ad bin Zürare de (r.a.) teberrüken deveyi alıp kendi evine götürdü.

      Hâtemü’l-Enbiya’nın şerefli gelişiyle Medine şehri mesut oldu ve nurla doldu. Vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri üzgün olan muhacirlere taze can geldi. Ensarın da yüzü güldü.

      O gün Medine halkı, Hz. Halid’in (r.a.) evine gelip Resul-ü Ekrem’i ziyaret ettikleri sırada, Yahudi âlimlerinden Abdullah bin Selam da geldi ve dikkatle Hz. Peygamber’in yüzüne baktı, “Bu yüz yalancı yüzü değildir.” deyip, hemen Müslüman oldu.

      Ensarın her biri, Resul-ü Ekrem’i kendi evine misafir etmek istiyordu. Hangisi tercih olunsa diğerlerinin üzülmesi hatırlara gelirdi. Hâlbuki konak yerini deve belirleyince kimsenin bir diyeceği kalmadı. Fakat o boş arsada çökmesinin sebep ve hikmeti neydi? Onu da anlatalım:

      O arsa, Neccâroğullarından iki çocuğun, miras kalmış mülküydü. Resul-ü Ekrem, onu on miskal altına satın aldı. O miktar altını Hz. Ebu Bekir’e ödettirdi. O da bu parayı sahiplerine verdi.

      Sonra Resul-ü Ekrem, kerpiç kestirdi ve kereste buldurdu. O arsada bir mescit yaptırmaya ve bir tarafında kendisi için odalar bina ettirmeye başladı. Daha sonraları zaman içinde nice yüksek binalar eklenerek bugünkü bayındır ve süslü “peygamber mescidi” işte bu camidir ve kapısı, devenin çöktüğü yerdir. Bu cami yapılırken Allah’ın elçisi, ashabıyla beraber çalışmış ve elleriyle kerpiç taşımıştır. Kâbe-i Mükerreme, müşriklerin elinde bulunduğu için, Resul-ü Ekrem, Medine’ye geldikten sonra Beytü’l-Makdis’e, yani Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılardı. Bunun için bu mescidin kıblesi Kudüs yönünde olmak üzere yapımına başlandı.

      Resul-ü Ekrem’in kızlarından Rukuyye (r.a.), evvelce kocası Osman bin Affan (r.a.) ile birlikte Medine’ye göç etmişti.

      Bu defa mescidin yapılmasına başlandıktan sonra, Resul-ü Ekrem’in diğer kızlarıyla hanımı Sevde’yi getirmek üzere kendi azatlıları olan Zeyd bin Harise ile Ebu Râfi’yi Mekke’ye gönderdi. Onlar da gidip Resul-ü Ekrem’in kızları olan Ümmü Gülsüm ve Fatıma’yla (r.a.) hanımı Sevde’yi (r.a.) ve Zeyd bin

Скачать книгу