Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 26

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

sayarlar ve onlara yardım ederlerdi. Din uğrunda, bu şekilde vatanlarını terk ederek göçen ashaba “muhacirun”, Medineli olup da onları bu şekilde ağırlayıp İslam dinine yardım eden ashaba da “ensar” denirdi. Gerek muhacirun ve gerek ensar, hepsinden Allah (c.c.) razı olsun ki İslam dinine gerçekten çok büyük hizmetleri olmuştur.

      Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hicret Etmesi

      Kureyş müşrikleri baktılar ki Evs ve Hazreç kabileleri iman etti. Böylece İslam Medine’de kuvvet bulup yerleşti. Onların Akabe’deki biatlerinden sonra, ashap da arkalarından gitti ve hemen bir iki ay içinde çoğu Medine’ye gidip onlarla birleşti.

      Müşriklerin akılları başlarına geldi ki Resul-ü Ekrem de onların yanına giderse Medine’de büyük bir İslam kuvveti doğacak ve Kureyş’in Şam yolunda pek önemli bir geçit yeri olan Medine yolu Müslümanların elinde kalacak. Kureyş ileri gelenleri bunları düşündükçe telaşa düştüler ve hemen danışma için Dârü’n-Nedve’de toplandılar. Dârü’n-Nedve, Kusay bin Hakim’in evidir ki yukarıda anlattığımız gibi Kusay, şurada burada dağılmış olan Kureyş kabilelerini toplayıp kuvvet bularak Mekke başkanlığını kazanmış olduğundan onun evi, danışma yeri yapılmıştı. Ne zaman Kureyş’in önemli bir işi olsa orada toplanıp görüşme yaparlardı.

      Bu sefer de orada toplanıp, “Muhammed için ne tedbir almak lazım gelir?” diye aralarında görüştüler. Her biri bir söz söyledi. Bazıları, “Onu hapsedelim.” dediler. Münasip görülmedi. Bazıları, “Bir tarafa sürgün edelim.” dediler. Bu da kabul görmedi.

      Sonunda en büyük müşrik Ebu Cehil, “Onu öldürmekten başka çare yoktur. Her kabileden birer adam gidip, hepsi birden vurarak öldürmeli ki katil belli olmasın. O zaman Beni Haşim çaresiz kalıp diyete razı olacak. Bu şekilde iş biter ve kan davası da olmaz. Kabileler içinde konu kapanıp gider.” dedi. Diğerleri de onun görüşünü kabul edip uygun gördüler.

      Bu kararın yerine getirilmesi için birtakım kötü kişiler ayrılıp seçildi. O gece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) evinin önünde durup, onun uyumasını beklediler. Kâfirlerin ileri gelenlerinden Ebu Cehil, Hakem İbni As, Ebu Leheb, Ümeyye İbni Halef, Ubeyye İbni Halef ve benzeri başları da onlarla beraberdi. Cebrail (a.s.) gelip durumu Resul-ü Ekrem’e haber verdi. Medine’ye hicret etmek üzere izin verildiğini ve Hz. Ebu Bekir’i birlikte götürmeye memur olduğunu bildirdi.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) hemen Hz. Ali’yi çağırdı ve kendisinde şunun bunun emanetleri olan eşyayı verdi. “Ey Ali! Ben, Medine’ye gidiyorum. Bu emanetleri sahiplerine ver. Ondan sonra sen de durma gel fakat şimdi benim yatağıma yat ki müşrikler beni yatıyor sansınlar.” diye buyurdu.

      Hz. Ali, Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) döşeğine yattı ve Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) yeşil hırkasını kendi üzerine örttü.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) hemen bir avuç toprak aldı ve Yasin Suresi’nin evvelinden “Ve ceâlnâ min beyni eydihim şedden ve min halfihim şedden feağşaynâhüm fehüm lâ yübsirûn.” ayetini sonuna kadar okudu. O toprağı kapısının önünde bekleyen müşriklerin üzerine saçtı ve içlerinden çıkıp gitti. Kör gibi bakıp durdular ve onu göremediler. Bir süre sonra kendilerinden olan biri geldi, “Burada ne bekliyorsunuz?” dedi. “Muhammed’i bekliyoruz.” cevabını verdiklerinde, “Muhammed, sizin başınıza toprak saçıp, içinizden kaçıp gideli epey zaman olmuş. Hele bir kere kılığınıza bakınız.” diyerek onlarla alay etti. Birbirilerine bakıp üzerlerinin toz toprak içinde kalmış olduğunu gördüler. Fakat evin içerisine bakıp Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) döşeğinde birinin yattığını görünce, “İşte Muhammed yatıyor.” deyip durdular. Sonra yataktan Hz. Ali kalktı. Onu görür görmez neye uğradıklarına şaşırdılar. “Muhammed nerede?” diye sordular, Hz. Ali, “Bilmem.” deyince, o kötü niyetli kişiler şaşırıp ne yapacaklarını bilemediler.

      Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) böyle gözlerden kayboluvermesi Kureyş’in ileri gelenlerine pek güç geldi. Mekke’yi altüst edip Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bulamadıkları için canları pek sıkıldı. Hemen, “Muhammed’i her kim bulup getirirse yüz deve veririz.” diye her tarafa duyurdular.

      İçlerinde ne kadar hırsız, kanlı, hayır ve şerrini bilmez delikanlı varsa, kimi kılıçlar ve kimi sopalarla Mekke dışına çıkıp etrafa koşuştu. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) ise o gece evinden çıkıp gizlendi ve her nerede kaldı ise kaldı. Ertesi gün öğleyin Hz. Ebu Bekir’in evine gitti, kapısı önünde durdu. Dinin gereği üzere, “İçeri girmeye ev sahibinin izni var mı?” diye seslendi. Hz. Ebu Bekir, “Buyurunuz ey Allah’ın elçisi.” deyince Resul-ü Ekrem (s.a.v.) içeri girdi ve Allah tarafından göçe izin verildiğini bildirdi.

      Hz. Ebu Bekir, “Ben de birlikte miyim?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Evet.” cevabını verdi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile birlikte göç edeceğine o kadar sevindi ki gözlerinden sevinç gözyaşları aktı. Hemen evinde bulunan develerden birini Resul-ü Ekrem’e (s.a.v.) sundu. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Pekâlâ, ama şimdi hediye kabul etmem, satın alırım.” dedi ve hemen parasını ödedi.

      O deveyi Hz. Peygamber (s.a.v.) için, başka bir deveyi de Hz. Ebu Bekir için hazırladılar. Kılavuzlukta usta olan Abdullah bin Ureykit’i kılavuzluk etmek üzere ücretle tuttular. Develeri, belli bir vakitte Mekke’nin alt tarafında ve yaklaşık olarak bir saat uzaklıkta olan Sevr Dağı’na götürmek üzere Abdullah ile sözleşerek ona emanet ettiler.

      O gün Hz. Muhammed (s.a.v.) akşama kadar Hz. Ebu Bekir’in evinde oturdu, geceleyin Ebu Bekir’le beraber çıktılar ve Sevr Dağı’na gittiler. Sevr Dağı’nda ıssız bir mağara vardı. Oraya girdiler. O anda Allah’ın (c.c.) emriyle bir örümcek gelip, o mağaranın ağzına ağını ördü. Bir çift yabani güvercin de gelip yuva yaptı ve yumurtladı.

      Kureyş’in etrafa gönderdiği adamlar gelip Sevr Dağı’nın her tarafını dolaştılar. Bir kısmı da Ümeyye bin Halef ile beraber o mağaranın ağzına geldi. “Şu mağarayı da arayalım.” diye birbirleriyle söyleştiler. Ümeyye bin Halef, “Allah akıllar versin. Orada ne işimiz var? Orada Muhammed doğmadan bu örümcekler ağ germiş. Ayrıca güvercinler de yuva yapmış.” deyince hepsi dönüp gittiler.

      Hâlbuki mağara ağzına geldiklerinde içeriden Resul-ü Ekrem (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir onları görüyorlardı. Fakat onlar bu iki kişiyi görmezlerdi. Öyle ki onlar mağara yakınına geldiklerinde Hz. Ebu Bekir, pek endişelenerek, “Ey Allah’ın resulü, beni öldürürlerse ne gam… Ben bir kişiyim, ama Allah göstermesin sana bir zarar gelirse bütün ümmetin mahvolmasına sebep olur.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” diye teselli etti.

      Onlar geri dönüp gittikten sonra Hz. Ebu Bekir, “Ey Allah’ın resulü, eğer içlerinden birisi şöylece önüne bakıverseydi bizi görürdü.” deyince, Resul-ü Ekrem, “Ya sen ne sanıyorsun? O iki arkadaş hakkında ki onların üçüncüsü Allah’tır.” diye buyurdu.

      Hz. Ebu Bekir, mağaraya girdiğinde bir delik gördü. Oradan yılan ve çıyan gibi bir zararlı hayvan çıkıp da Resul-ü Ekrem’e zarar ve ziyan vermesin diye onu ayağıyla tıkayıp oturdu. Resul-ü Ekrem de ona dayanıp uykuya daldı. Hâlbuki o delikten bir yılan çıktı ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) ayağını soktu. Fahr-i Âlem (s.a.v.), uykudan uyanıp da rahatsız olmasın diye Hz. Ebu Bekir ayağını çekmedi. Fakat canı acıyıp gözlerinden yaş aktı ve gözyaşları Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.) mübarek yüzüne

Скачать книгу