Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 27

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

getirdi. Bindiler, onu ve Amir’i de beraber aldılar ve sahil yoluyla giderek Kudeyd denilen yere ulaştılar. Orada yaşayan Ebu Ma’bed’in çadırı önünden geçerken satın almak üzere, “Hurma yahut başka yiyecek bir şey var mı?” diye sordular. Ebu Ma’bed, orada yoktu fakat karısı Âtike oradaydı. “Yiyecek bir şey yoktur.” diye cevap verdi. Resul-ü Ekrem (s.a.v.) bir tarafta bir koyun gördü, “Bu nedir?” diye sordu. Âtike, “Bir zayıf koyundur ki yürümeye takati olmadığından sürü ile gidemeyip kalmış.” deyince Efendimiz (s.a.v.) “İzin verirsen sağalım.” diye buyurdu. Âtike, ne desin? “Sürü ile otlamaya gidemeyen bir zayıf hayvandan ne çıkar?” diye karşılık verdi ama misafirin isteğini reddetmek uygun kaçmayacağından, “Pekâlâ onda süt bulursan sağıver.” dedi.

      Resul-ü Ekrem (s.a.v.) o koyunu tutup memesini sağdı ve “Bismillahirrahmanirrahim.” dedi. Koyunun sütü gelince bir büyük kap istedi ve koyunu sağdı. Kap doldu. Önce Âtike’ye ve sonra orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi ve en son kendisi içti. Tekrar sağdı, yine içtiler. Üçüncü defa sağıp onu Âtike’ye bıraktı. Oradan kalkıp mağara arkadaşı olan Ebu Bekir’le (r.a.) beraber yola koyuldular.

      Aradan çok zaman geçmeden Ebu Ma’bed geldi. O kap içindeki sütü gördü, “Bu ne?” diye sordu. Karısı Âtike, “Allah’a yemin ederim ki buraya bir mübarek adam geldi. Koyunu böyle sağdı.” diyerek olup biteni olduğu gibi anlattı. Ebu Ma’bed, “Bunda bir iş var. O adamın şekil ve yüzü nasıldı?” diye sordu. Karısı da “Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü ve son derece nur yüzlü, güzel adamdı.” diyerek, peygamberin vasıflarını anlattı.

      Kocası Ebu Ma’bed, “Allah’a yemin ederim ki bu senin dediğin kişi, Kureyş içinden çıkan peygamberdir. Eğer ben burada bulunsaydım ona uyardım.” dedi. Âtike’den rivayet edilir ki “O koyun Hz. Ömer’in hilafetinde ortaya çıkan kuraklık zamanına kadar yaşadı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken, biz onu akşam sabah sağardık.” demiş.

      Resul-ü Ekrem’i ele geçirenlere Kureyş’in yüz deve vadettiği, Kinâne Kabilesi’nden, o taraflarda, çadırda yaşayan Müdlicoğulları Aşireti içinde duyulmuş ve kıyı yolundan iki deve ile dört kişinin geçip gittiği de işitilmişti.

      Bunun üzerine Müdlicoğullarından Sürâka yüz deve tamahına düşmüş, atına binip onların peşine takılmıştı. Onlar ise Kudayd denilen yerde henüz Âtike’nin çadırından çıkarken Sürâka, onlara yetişti. Hz. Ebu Bekir, “Eyvah ey Allah’ın elçisi! Tutulduk!” diyerek telaşa düştü. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Endişe etme, Allah bizimle beraberdir.” diye teselli ederken Sürâka gelip çattı. Ama atının ayakları dizlerine kadar yere battı. Sürâka, “Ey Muhammed! Dua et kurtulayım. Boynuma borç olsun ki geriden gelen arayıcıları savıp uzaklaştırayım.” diye yalvardı.

      Hâtemü’l-Enbiya dua etti. Yüce Allah da onun duasını kabul buyurdu ve Sürâka kurtuldu. Sürâka, bu şekilde uğramış olduğu beladan kurtulup onların yanına geldi. Üç gün kadar onların durumunu gizlemek üzere söz verdi. Kurnaz ve akıllı bir adam olan Sürâka, ileride İslam’ın kuvvetlenmesini düşünerek bir amanname istedi. Resul-ü Ekrem, Amir bin Füheyre’ye deri üzerine bir amanname yazdırıp Sürâka’ya verdi ve yoluna gitti.

      Sürâka orada kaldı. Peygamberimizi aramak için gelenlere, “Ben buraları arayıp taradım, kimseler yok, başka tarafa bakalım.” diye onları geri çevirdi.

      Daha sonra Ebu Cehil, Sürâka’nın onları bilerek geri çevirdiğini duyunca fena hâlde hiddetlendi. Hatta onu ayıplayan bir de şiir yazdı. Sürâka da ona, “Eğer atımın ayaklarının nasıl yere gömüldüğünü görseydin sen de Muhammed’in peygamberliğine iman ederdin.” diye şiirle cevap verdi.

      Daha sonraları Ebu Bekiri’s-Sıddık Radiyallahü Anh Hazretleri de bu olaya dair bir güzel kaside söylemiştir.

      Mekke’nin Fethi senesinde Resul-ü Ekrem, Huneyn Gazası’ndan döndüğünde; Sürâka o amanname ile peygamberimizin huzuruna gelmiş ve İslam ile müşerref olarak peygamberimizin iltifatına nail olmuştur.

      Resul-ü Ekrem ona, “Ya Sürâka, nasılsın? Kisra’nın bileziklerini takınacağın vakit gelmiştir.” demiş ve “Sanki gözümün önünde gibi görüyorum ki Sürâka, Kisra’nın bileziklerini takınıyor.” diye buyurmuş idi. O vakit bu sözlerin manası gereği gibi anlaşılmamıştı. Sonra Hazreti Ömer’in hilafetinde, Kisra’nın malları ganimet olarak alınarak Medine’ye getirilip de bileziklerini Sürâka’nın takındığı vakit, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mucizelerinden olduğu meydana çıkmıştır. Nitekim yeri gelince açıklanacaktır. Biz yine konumuza gelelim.

      Resul-ü Ekrem beraberindekiler ile beraber Kudeyd adlı mahalden ayrılıp giderken, yolda bir çobana rast gelip süt istedi.

      Çoban, “Sağılır koyunum yok. Şurada bir keçi var, onun da sütü kalmadı.” dedi.

      Hazreti Peygamber, “Onu getir.” diye buyurdu. Çoban da o keçiyi getirdi.

      Resul-ü Ekrem, mübarek elini onun memesinin üstüne koydu, hemen sütü geldi. Hazreti Ebu Bekir kalkanını tuttu, kalkan süt ile doldu.

      Fahr-i Âlem, onu Hazreti Ebu Bekir, Amir, Abdullah ve çobana içirdi. Ondan sonra yine sağıp kendi içti.

      Çoban, “Sen kimsin? Ben senin gibi adam görmedim, ne olursun bana kendini anlat.” diye yalvardı.

      Resul-ü Ekrem, “Eğer kimseye duyurmaz isen söyleyeyim.” diye buyurdu. Çoban da kimseye söylemeyeceğine söz verdi.

      Fahr-i Âlem, “Muhammed Resulullah, dedikleri benim.” dediğinde çoban, “Ha, şu Kureyş’in dininden dönen kişi dedikleri sen misin?” dedi. Resul-ü Ekrem de “Elbette onlar öyle söyler ya!” diye buyurdu.

      Çoban, “Ben şehadet ederim ki sen Hak peygambersin ve senin yaptığını kimse yapamaz, meğerki peygamber ola. Ben seninle beraber giderim.” dedi.

      Resul-ü Ekrem, “Şimdi olmaz, sonra benim ortaya çıktığımı haber aldığın vakit gel.” dedi ve yoluna devam etti.

      Hz. Ebu Bekir, pek çok kere Şam’a gidip gelmiş olduğundan yol üzerinde onu tanıyanlar çoktu. “Bu önündeki kimdir?” diye soranlara, “Kılavuzdur. Bana yol gösterir.” diye cevap verirdi.

      Fakat Zübeyr bin Avvam (r.a.), Şam kafilesiyle henüz Medine’den çıkıp Mekke’ye gelirken onlara rast geldi ve Resul-ü Ekrem ile mağara arkadaşı Hz. Ebu Bekir’e ak ve yeni elbiseler giydirdi.

      Zübeyr bin Avvam (r.a.) kafileyle Mekke’ye gelip işlerini bitirdikten sonra, o da Medine’ye göç etmiştir. Resul-ü Ekrem’in Mekke’den çıktığı daha önce Medine’de duyulunca Müslümanlar birkaç sabah Medine dışına çıkıp, sıcak basıncaya kadar Hz. Peygamber’in Medine’yi şereflendirmesini beklediler.

      Yine bir pazartesi günü çıkıp çok sıcak bastırınca geri dönmüşlerdi. Bir iş için evinin damına çıkmış olan bir Yahudi, uzaktan Resul-ü Ekrem ile mağara arkadaşının ak elbiselere bürünmüş şekilde gelmekte olduklarını gördü ve “İşte beklediğiniz geliyor.” diye Müslümanları müjdeledi.

      Müslümanlar silahlanıp o tarafa koşuştular ve Fahr-i Âlem’i büyük bir saygıyla karşıladılar. Peygamberliğin on

Скачать книгу