Peygamberimiz. Muhammed Ali Lâhûrî

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Peygamberimiz - Muhammed Ali Lâhûrî страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Peygamberimiz - Muhammed Ali Lâhûrî

Скачать книгу

yoktur. Adnan’ın dokuzuncu torunu olan Nadr b. Kinane, Kureyş ailesi’nin kurucusudur. Bundan dokuz batın sonra Kusay gelir ki Arabistan’da en şerefli iş olan Kâbe’nin muhafızlığını kendi bünyesine almıştı. Kusay, Peygamberimiz’in ceddi olan Abdülmuttalip’in de ceddidir. Asalet itibarıyla Hz. Peygamber’in ailesi en yüksek mevkidedir.

      Abdülmuttalip’in validesi, Peygamberimiz’in ana tarafından akrabası olan Beni Neccar Kabilesi’ne mensuptu. Abdülmuttalip’in on oğlu vardı ki bunlardan Ebu Leheb, Peygamberimiz’in amansız düşmanı, Ebu Talip ise Peygamberimiz’i himaye eden ve yetiştiren kimse idi. Hamza, İslamiyeti ilk kabul edenlerden ve Uhud Harbi’nde şehit düşenlerdendi. Abbas, uzun bir müddet İslam haricinde kalmakla beraber Peygamberimiz’e karşı sevgi bağları ile bağlı idi. Abdullah ise Peygamber Efendimiz’in babası idi. Abdullah, Zühre Kabilesi’ne mensup Vehb b. Abdimenaf’ın kızı Amine ile evlenmişti. Bu karı koca yalnız asalete değil, o cehalet devrinde daha mühim bir şey olan mümtaz bir ahlaka sahiptiler.

      Bu mesut evlenmeden az bir zaman sonra Abdullah, ticari seyahat için Suriye’ye hareket etmiş, dönüş esnasında hastalanarak Medine’de vefat etmişti. Bu suretle Hz. Muhammed öksüz doğmuş ve altı yaşında iken annesini de kaybetmişti. Ana baba şefkatinden ve itinasından mahrum kalmakla beraber, en yüksek ahlaka sahip olmuş, bundan başka ahlak mürşitlerinin en büyüğü olmuştur. Hz. Peygamber kitap okumakla kazanılacak faydalardan nasibini almadı ama buna karşılık, dünyaya öyle zengin bir miras bıraktı ki bugüne kadar daima hürmetle karşılandı.

      Rebiulevvel ayının 12. günü pazartesi gecesi Peygamberimiz’in doğum gecesidir. Diğer bir rivayete göre bu ayın dokuzuncu günü, miladi 20 Nisan 571 tarihine tesadüf eden günde doğmuştur. Dünyaya teşrif etmelerinden önce annesi bazı müjdelere nail olmuştu. Bazı hadislerden Peygamberimiz’e Muhammed isminin dedesi Abdülmuttalip, Ahmed isminin ise annesi tarafından verildiği anlaşılır. Kur’an-ı Kerim’de, Peygamberimiz’den bu isimlerden her ikisi ile bahsedilmektedir.51 Sahih hadislerin birinde Peygamberimiz’in isminin hem Muhammed hem de Ahmed olduğu açıklanır. Peygamberimiz’in methi için yazılan naat ve kasidelerde her iki ismi de geçer.

      Hz. Peygamber’in doğumundan önce meydana gelen harikulade hadiselerle mufassal bir şekilde meşgul olmaya lüzum görmüyoruz. Biz aslında bir ayet-i kerime ile açıklanan şu hadiseyi açıklamakla yetineceğiz. Peygamberimiz’in doğduğu yıl, Yemen’in Hristiyan hâkimi, Sana’da muhteşem bir kilise inşa etmiş ve bu kilisenin Araplar için hem manevi hem cismani bir merkez olduğunu iddia ederek Kâbe’yi tahrip etmeyi azmetmişti. Aslında bu hadise, tevhit ile Hristiyanlığın teslis inancı arasında bir ölüm kalım mücadelesi idi. Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak için büyük bir ordunun başında ilerlemişti. Mekke’ye üç konak mesafede karargâhını kuran Ebrehe, ne maksatla geldiğini Mekkelilere haber vermek üzere adamlarını gönderdi. Ebrehe’nin adamları Abdülmuttalip’i develerinden birkaçını yakaladılar. Abdülmuttalip bizzat Ebrehe’ye müracaat ederek develerinin geri verilmesini istedi. Abdülmuttalip’in, makam ve mevki sahibi, kudretli bir şahsiyet olarak bilen Ebrehe, onun Kâbe’ye dokunmamak için ricaya geldiğini sanarak müracaat sebebini sordu. Abdülmuttalip develeri için geldiğini söyledi. Beklenilmeyen bu cevaptan hayrette kalan Ebrehe, “Yerle bir etmek için geldiğim Kâbe’nize hiç önem vermediğiniz hâlde develerinize ne kadar önem veriyorsunuz?” dedi. Abdülmuttalip cevap olarak dedi ki; “Evet, develerime ehemmiyet veriyorum, çünkü onların sahibiyim. Kâbe’ye gelince onu da sahibi himaye eder.” Kureyş, Ebrehe’nin ordusuna karşı koyacak durumda olmadıklarından Mekke’yi boşaltarak civar dağlara sığınmışlardı. Abdülmuttalip, Mekke’den ayrılırken Kâbe’nin örtüsüne sarılarak: “Ya Rabbi, bu senin beytindir. Biz onu müdafaa etmekten aciziz. Onu sen himaye et.” demişti. Tarihçiler bu sırada Ebrehe’nin ordusunda müthiş bir çiçek hastalığının yayıldığını ve ordunun büyük bir bölümünün helak olduğunu kaydetmişlerdir.

      Kur’an-ı Kerim ise bu hadiseyi şöyle beyan eder:

      Fil sahiplerine Rabb’inin ne ettiğini görmedin mi? Onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine, sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi. Sonunda onları, yenilmiş ekin gibi yaptı. 52

      Kur’an-ı Kerim’deki bu sure, Ebrehe ordusunun ölülerine bile bakmadan onları vahşi hayvanlara bırakarak bozguna uğradığını ve meşhur felaketlerini anlatır. Bu hadise Peygamberimiz’in doğum yıllarına tesadüf eder.

      ALTINCI BÖLÜM

      NÜBÜVVETTEN ÖNCEKİ HAYAT

      De ki: Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz? 53

      Arap asillerin âdetlerinden birisi; valideleri çocuklarını emzirmezlerdi. Doğan çocuklar bedevi kabileler arasına büyümek üzere gönderilirdi. Hz. Muhammed de doğduğu zaman, validesi tarafından iki gün, Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe tarafından birkaç gün emzirilmiş ve daha sonra da Beni Saad Kabilesi’nden Halime’ye verilmişti. Halime, Peygamber Efendimiz’i iki sene emzirdikten sonra annesi Amine’ye iade etmişti. Fakat o sıralarda Mekke’de salgın bir hastalık bulunduğundan Amine, çocuğunu Halime ile tekrar Mekke’nin dışına göndermişti. Hz. Muhammed altı yaşına kadar Halime’nin terbiyesinde kalmış ve ondan sonra tekrar annesine iade edilmişti. Amine, kocası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek için Medine’ye hareket etmek üzere bulunuyordu. Oğlunu da yanında götürmüştü. Bu seyahat esnasında Ebva denilen yerde vefat etmiş, oraya defnedilmişti. Böylece o büyük Peygamber, altı yaşında iken hem ana hem baba öksüz kalmıştı. Babasının ihtimamından, annesinin şefkatinden nasibini alamamış, ebeveynine karşı gerekli sevgi ve saygıyı da gösterememişti. Bununla beraber aynı sevgiyi Peygamberimiz sütannesine ve süt kardeşlerine göstermiş, onlara hakiki anne ve kardeş muamelesinde bulunmuştu. Kendisine risalet verildikten sonra, bir gün Halime, Peygamber Efendimiz’i ziyarete gelmiş, Resul-i Ekrem ayağa kalkarak sütannesini güzel sözlerle karşılamış ve ona oturması için kendi abasını sermişti. Hz. Muhammed sütannesi ve süt kardeşlerine gerekli hürmeti gösterdiği gibi, sütannesinin mensup olduğu Beni Saad Kabilesi’ne de aynı hürmeti gösteriyordu.

      Validesinin vefatı üzerine, Hz. Muhammed’in himayesi dedesi Abdülmuttalip’e intikal etmişti. Fakat iki sene geçmeden ölümün pençesi Hz. Muhammed’i dede himayesinden de mahrum etmişti. Sekiz yaşlarında iken Hz. Muhammed’in himayesi amcası Ebu Talip’e geçti. Çocukluğundan beri taşıdığı üstün faziletler Hz. Muhammed’e amcası Ebu Talip’in takdirini kazandırmıştı. Bu yaşta bile kendisi ile temas edenler, onun hâl ve tavırlarını görenler takdir hislerini gizleyemiyorlardı. Ebu Talip nereye gitse onu yanına alıyor, geceleri onu kendi yatağında yatırıyordu. Hz. Muhammed on iki yaşında iken Ebu Talip ticaret için Suriye’ye gitmişti. Hz. Muhammed amcasına çok bağlı olduğundan, ondan uzun bir zaman ayrılmak istemediğinden, bu uzun yolculukta amcası onu yanına almıştı. Bu seyahat esnasında Hz. Muhammed’in Hristiyan rahibi Bahira’ya tesadüf etiği rivayet olunmaktadır. Bu rivayete göre, rahip, çocuğun yüzünde istikbalinin azametini sezmiş, bir gün ilahi risalet vazifesini alacağını, bunun için dikkatli olunmasını amcasına tavsiye etmişti. Yirmi yaşında iken Hz. Muhammed, haram aylarda meydana geldiği için “Ficar Harbi” diye isimlendirilen ve Kays ile Kureyş arasında devam eden harbe katılmış fakat elini hiçbir kimsenin kanı ile kirletmemiştir. Bundan sonra Peygamberimiz Hılfü’l Fudul’e katılmıştır. Hılfü’l Fudul;

Скачать книгу


<p>51</p>

“Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.’ demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: ‘Bu, apaçık bir sihirdir.’ demişlerdi.” [Saff, 61/6] “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah’a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.” [Ali İmran, 3/144] “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.” [Ahzab, 33/40] “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardı: ‘Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.’ ” [Fetih, 48/29]

<p>52</p>

Fil, 105/1-5

<p>53</p>

Yunus, 10/16.