Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çocuk Kalbi - Edmondo De Amicis страница 6
Bu iki talebeden birisi bir çilingirin oğludur. Dizlerine kadar gelen eski bir ceket taşır. Daima korkan tavrı ve kederli tebessümüyle o kadar renksizdir ki insanın hasta diye acıyası gelir. Diğeri kırmızımsı saçlı olup mefluç kolunu muhafaza için askısı vardır. Babası Amerika’dadır, annesi seyyar yemişçilik yapar. Sol tarafımdaki komşum da dikkate değer bir numunedir. İsmi Stardi; küçük ve tıknaz boynu omuzlarının içinde. Daima homurdanır ve hiç kimseye bir şey söylemez. Büyük bir zekâsı yoksa da zannederim ki muallimin söylediğine gayet dikkatlidir. Gözleri dikilmiş, alnı çatılmış, dişleri sıkılmış bir hâlde yanılmaksızın dinler.
Muallim ders izah ederken ona bir şey söylenmek bedbahtlığında bulunulursa sizi hiç dinlemez. Şayet ısrar olunursa derhâl size bir tekme atar ve yine hiçbir kelime söylemez. Onun yanında sert ve nefret edilen kuzeyli Franti isminde biri vardır ki bir diğer belediye mektebinden henüz kovulmuş. Bunlardan başka sülün tüyüyle süslenmiş şapkalar giyen ve daima bir örnek elbise taşıyan iki kardeş vardır ki yek diğerine noktası noktasına benzerler.
Hepsinden en nazik ve zeki olanı şüphesiz bu sene de birincilik mükâfatını alacak olan Derossi’dir. Onu takdir eden muallim daima her şeyi kendisine sorar. Benim en ziyade sevdiğim ise çok uzun ceket giyen ve daima kederli görünen, çilingirin oğlu (Prekossi) dir. Babasının onu dövdüğünü söylüyorlar. Zavallı küçük, pek mahcuptur. Birisine birşey soracağı yahut geçerken sürtündüğü zaman iyi ve üzgün gözleriyle bakarak “Affedersiniz.” der. Fakat yine büyük Garron, zannederim hepsinin iyisidir.
BİR CÖMERTLİK
Bu sabah Garron’u daha iyi anladık. Bize, saat kaçta gelebileceğini soran küçük sınıftaki muallimem tarafından aşağıda durdurulduğum için sınıfa biraz geççe girmiştim. Muallim Mösyö Perboni henüz orada değildi ve üç yahut dört çocuk, zavallı Krossi’yi, bir kolu felçli ve annesi yemişçi olan kırmızı saçlı çocuğu rahatsız ediyorlardı. Cetvellerle vuruyorlar, başına kestane kabukları atıyorlar ve onu sakat maymun diye çağırıyorlardı. Bazıları da taklidini yapıyordu. Sırasının ucunda yalnızca şaşırmış duruyor, kendisini rahat bırakmaları için bazen birisine yalvaran gözleriyle bakıyor, bazen ötekini üzüntüyle dinliyordu; fakat çocuklar gittikçe onu rahatsız ediyorlardı. O derecede ki titremeye ve hiddetinden kıpkırmızı olmaya başladı. Bu aralık pek fena çehresi olan Franti bir sıranın üzerine çıktı ve kolunda bir sepet taşıyormuş gibi yaparak annesinin, oğlunu almak için mektep kapısında beklediği zamanki taklidini yaptı. Zaten zavallı kadın hasta olduğu için birkaç günden beri gelemiyordu. Bu sözsüz oyunu görerek bütün talebe gülmeye başladı.
Krossi kendini kaybederek önündeki hokkayı yakaladı ve var kuvvetile Franti’ye fırlattı. Fakat Franti kaçmış ve hokka o aralık giren Mösyö Perboni’nin göğsünün ortasına tesadüf etmişti.
Bütün talebe korku ile kaçıştılar ve hepsine bir sihir yapılmış gibi birdenbire sustular.
Muallim sararmış bir hâlde kürsüye çıktı ve değişmiş bir seda ile sordu:
“Hokkayı kim attı?”
Kimse cevap vermedi.
Mösyö Perboni daha şiddetli bir sesle Kim? diye tekrar etti. O zaman zavallı Krossi’ye acıdığı için heyecanlı olan Garron kalktı ve metanetle “Benim!” dedi. Muallim bir ona, bir de rahat talebeye baktıktan sonra müsterih bir sesle “Siz değilsiniz!” dedi ve bir an sonra “Kabahatli cezalandırılmayacak. Kim ise kalksın!” diye ilave etti.
Krossi kalktı ve ağlayarak: “Benimle eğlendiler, bana hakaret ettiler. Kendimi kaybettim ve attım.” dedi.
“Siz oturunuz, kızdıranlar ayağa kalksın!”
Kabahatlilerden dört tanesi başları eğilmiş olarak kalktılar. Muallim dedi ki:
“Size hiçbir şey yapmayan bir arkadaşın onurunu kırdınız. Bir sakat ile eğlendiniz. Kendini müdafaa edemeyen zayıf bir çocuğa hücum ettiniz. Siz insanlığın ruhunu lekeleyen en adi, en utanılacak bir kötülüğü sergilediniz. Bu bir alçaklıktır!”
Muallim bunu söyledikten sonra aramıza indi ve Garron’a döndü. O da hocanın yaklaştığını görerek başını eğmişti.
Mösyö Perboni, onun başını kendine doğru kaldırdı ve gözlerinin içine bakmak için çenesinin altından tuttu ve “Sen asil bir kalp sahibisin.” dedi.
Garron bu fırsattan istifade ederek muallimin kulağına eğildi ve iki kelime fısıldadı. Muallim derhâl dört kabahatliye dönerek sert bir tavırla “Sizi affediyorum!” dedi.
BİRİNCİ SINIFTAKİ MUALLİMEM
Küçük sınıftaki eski muallimem vaadini tuttu ve bugün biz annemle beraber gazetelerin yardım için tavsiye ettikleri bir fakir kadına çamaşır götürmek üzere çıktığımız zaman bizi görmeğe geldi. Bir sene var ki bize gelmemişti ve bu geliş hepimizi sevindirdi. O daima aynı küçük kadındır. Kendisine yakışmayan yeşil kadife kenarlı şapkasıyla dikkatsiz giyinir. Çünkü geçen seneden beri beyazlanmaya başlayan saçlarını şöyle bir düzeltmek için ancak vakti vardır. O zamandan beri daha fazla sararmış ve daima da öksürüyor.
Annem ona “Sıhhatinize yeterli derecede dikkat etmiyorsunuz” diyordu.
O aynı zamanda neşeli ve hüzünlü tebessümüyle “Ne önemi var.” dedi. Annem ilave etti:
“Derslerinizi pek sesli söylüyorsunuz, talebenizle kendinizi pek fazla yoruyorsunuz.”
Bu doğrudur. Daima sınıfa hâkim olan sesi işitilir. Talebesi dalgın olmasın diye ara vermeksizin söyler ve bir dakika oturmaz.
Geleceğine tamamen emindim, çünkü eski talebesini hiç unutmaz, isimlerini hatırlar. Sınav zamanları kaç numara aldıklarını öğrenmek için müdürün odasına gider. Çıktıkları zaman talebesini bekler ve ilerlemelerini öğrenmek için yazmanlık ödevlerine bakar.
Uzun pantolon giyen, altın saat taşıyan, velhasıl büyük talebe olan birçok eski öğrencileri hâlâ onu görmek için liseden gelirler. Bugün bize şakirtlerini götürdüğü bir resim müzesi dönüşünde soluk soluğa gelmişti. Zira her perşembe günü talebesini bunun gibi meraka değer bir yere götürür ve orada onlara faydalı olabilecek, aydınlatacak şeyleri izah eder.
Zavallı muallime! Daha fazla zayıflamış. Fakat daima faaldir ve sınıfta