Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çocuk Kalbi - Edmondo De Amicis страница 7
“Beni unutma Hanri!”
Ah benim iyi muallimem, Asla! asla sizi unutmayacağım. Büyüdüğüm zaman da sizi yine hatırlayacağım ve küçük talebelerinizin arasında görmek için size geleceğim. Bir mektebin yanından her geçtiğim ve bir muallimenin sesini her işittiğim zaman sizin sedanızı işitmiş gibi olacağım ve sınıfınızda geçen iki seneyi hatırlayacağım. Orada ben ne kadar çok şey öğrendim. Orada ben sizi kaç defa yorgun ve acı çeker bir halde fakat daima dikkatli, daima müsaadeli; bir talebe kalemini fena tuttuğu ve bu alışkanlığından vazgeçemediği zaman üzgün, müfettiş bize sual sorduğu zaman bizim hesabımıza titreyen, başarı kazandığımız zaman mutlu olan bir anne gibi daima iyi ve sevecen olarak görmüştüm. Hayır hiçbir zaman sizi unutmayacağım benim saygı değer muallimem.
BİR TAVAN ARASINDA
Dün annem ve kız kardeşim Silviya ile tavsiye olunan kadına çamaşır götürmeye gittik. Paketi ben taşıyordum. Silviya gazetelerin gösterdiği mutsuz kadının adresiyle isminin ilk harflerini bir kâğıt parçasına yazmıştı. Pek yüksek bir binanın sonuncu katına çıktık. Bir sıra kapı bulunan koridorda sonuncuya annem vurdu. Henüz genç, sarışın, zayıf bir kadın bize kapıyı açtı. Başındaki mavi örtüsüyle bu kadını yeni gördüğümü zannediyordum.
Annem sordu:
“Gazetelerde tavsiye olunan siz misiniz?”
“Evet madam, benim.”
“Pekâlâ, size biraz çamaşır getirdik”
Zavallı kadın bize sonsuz teşekkürler etti. O aralık bu karanlık ve çıplak odanın bir köşesinde bir iskemlenin önünde diz çökmüş dikkatle yazı yazdığı zannolunan, arkası bize dönük bir çocuk gördüm. Kâğıdı iskemlenin, mürekkep hokkasını da döşeme tahtasının üzerine koymuştu. Bu karanlıkta nasıl çalışıyor, diye annem sorarken birdenbire kırmızı saçları, eski ceketiyle yemişçinin oğlu, bir kolu hareketsiz olan Krossi’yi tanıdım..
Zavallı kadın getirdiğimiz paketi tekrar katlarken bunu anneme yavaşça söylemiştim.
Annem “Sus! Sakın çağırma!” diyordu belki annesine sadaka verdiğini görerek utanır.
Fakat bu esnada Krossi döndü. Ben tutuk bir hâlde kalmıştım. Bana güldü ve annem kendisine doğru beni itti. Kolları açık bana geliyordu. Sarıldım. Validesi anneme diyordu ki:
“Görüyorsunuz ya çocuğumla yalnızım. Zevcem altı seneden beri Amerika’da. Felaketi tamamlamak içinmiş gibi ben de hasta düştüm. Artık sebze satarak birkaç onluk kazanmak için şehre gidemiyorum. Yavaş yavaş nemiz varsa hepsini sattık. Zavallı Lui’nin üzerinde ödevlerini yazabileceği bir masa bile kalmadı. Aşağıda, kapının arkasında bir sıra vardı ki hiç olmazsa onun üzerinde yazabilirdi. Şimdi o da yok. Bir lambamız da yok. Zavallı çocuk böyle karanlıkta çalışarak hep gözlerini harap ediyor. Onu belediye mektebine gönderebilmem yine de bir saadettir. Orada kendisine kitap ve defter veriyorlar. Zavallı Lui ne kadar hevesle çalışırdı! Ah ben pek bedbahtım!”
Annem kesesinde ne varsa zavallı kadının avcuna sıkıştırdı. Krossi’yi öperek gözleri yaşlarla dolu tavan arasından çıktı. Bana şu sözleri söylemekte pek haklıydı:
“Bu kadar hazin şartlarla çalışmaya mecbur olan bu zavallı çocuğa bak. Çalışmak için herşeyin mevcut olduğu hâlde bazen okumayı zahmetli buluyorsun. Ah Hanri’ciğim zavallı Krossi’nin bir günlük çalışması senin bir senelik gayretinden daha kıymetlidir. Birinci mükâfatlar asıl bunlara verilmeli!”
Babam annemin söylediği bu son cümleleri işitmişti ve aynı gün şu aşağıdaki mektubu masanın üzerinde buldum.
MEKTEP
Evet Hanri’ciğim annenin dediği gibi çalışmak sana biraz zor geliyor. Henüz mektebine benim istediğim gibi azimli bir tavır ve gülümseyen bir yüz ile gitmiyorsun, fakat biraz düşün ki mektebe gitmemiş olsan günlerin ne kadar boş geçecek. Bir hafta nihayetinde muhakkak mektebi isteyeceksin. Şimdi bütün çocuklar okuyorlar Hanri’ciğim. Bütün gün çalıştıktan sonra geceleri mektebe giden ameleleri, bütün hafta atölyelerde meşgul olduktan sonra pazar günleri de mektebe giden genç kızları, eğitimden geldikten sonra okumaya, yazmaya koyulan askerleri düşün. Dilsiz ve kör oldukları halde yine okuyan çocukları hatırına getir, düşün ki sabahleyin senin evden çıktığın saatte aynı şehirde otuz bin çocuk okumak için kendilerini üç saat sınıfa kapamak üzere mekteplere gidiyorlar ve hemen hemen aynı zamanda dünyanın bütün memleketlerinin çocukları yine mektebe koşuyorlar.
Yine hayaline getir ki Rusya’nın karlar altında kaybolmuş son mektebinden başlayarak ta Arabistan’ın hurma ağaçlarıyla gölgelenmiş sonuncu mektebine kadar kalabalık caddelerde veya kırların keçi yollarında yürüyerek, ateşte bir sema altından yahut karların arasından, kanallarla bölünmüş memleketlerde sandallar, büyük sahralarda atlar, buzlar üzerinde ise kızaklarla vadilerden, tepeciklerden aşarak ormanların ve sellerin arasından dağ yamaçlarında çizilmiş dar yollardan yalnız olarak yahut ikişer, üçer veya bir küme hâlinde veya uzun bir hat gibi hepsi kollarının altında kitaplarıyla binlerce tarzda giyinmiş, çeşitli lisanlar söyleyen milyonlar ve milyonlarca çocuk aynı şeyleri başka başka şekiller altında öğrenmeye gidiyorlar.
Yüzlerce millete mensup bu kalabalık çocuk topluluğunun yaptığı şu sonu gelmeyen hareketliliği hayal et ve kendi kendine de ki “Eğer bu hareket durursa insaniyet vahşetin pençesine düşer. Bu hareket dünyanın ilerlemesi, ümidi ve şerefidir!”
Şimdi, cesaret ey bu nihayetsiz ordunun küçük neferi! kitaplar senin silahların, dershane bölüğündür! Harp meydanı bütün dünya ve zafer ise insanlığın medeniyetidir. Oh! Hiçbir zaman korkak bir asker olma Hanri’ciğim.
PADULU KÜÇÜK VATANPERVER
Hayır, ben korkak bir asker olmayacağım fakat muallim bu ay yaptığı gibi her ay bize böyle güzel bir hikâye verirse mektebe daha fazla hevesle giderim. Her ay bunun gibi bir tane vereceğini söyledi ve onu kopya etmek üzere bize verdi. Bu bir çocuk tarafından meydana getirilmiş güzel bir hareketin sonsuz bir hikâyesi olarak kalacaktır:
Hikâyenin adı “Padu’lu Küçük Vatanperver” dir:
Bir İspanyol vapuru Barselona’dan Cenova’ya gidiyordu. İçinde Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar ve İsviçreliler vardı.
Bu yolcu kalabalığının içinde daima herkesten ayrı duran, etrafındakilere korkulu bakışlarla bakan on bir yaşında bir çocuk dikkati kendine çekiyordu. O herkese böyle bakmakta belki haksız değildi. İki sene evvel Padu7 civarı köylerinden olup anlaşıldığına göre pek sefil olan babası ve annesi onu biraz para karşısında açgözlülük ederek adi bir cambaz topluluğuna kira ile vermişlerdi. Bu bayağı kumpanya ona birkaç el çabukluğu yapmayı dayakla öğrettikten sonra daima hakaret ederek
7
Padu Vensiya eyaletinin bir şehridir.