Araba Sevdası. Recaizade Mahmut Ekrem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem страница 15

Жанр:
Серия:
Издательство:
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem

Скачать книгу

latife kabilinden saydığı bu röfren’i, alafrangalık yolundaki düşünce ve duyguları iyice kökleştikten sonra münasebetsiz görmeye başlamış ve şairi, ara sıra çalgılı gazinolarda da okuyan bir şarkıcı diye bellemişti. İlanıaşk mektubuna bir de kuple ilave etmek hevesinden ileri gelen düşünceleri arasında, geçen geceki o acayip rüyasını hatırlayıverince kuple filan hepsi zihninden uçup gitti. O kadar dalmıştı ki önce uşağı Mişel, arkasından da konağın emektarı İbiş Ağa tarafından defalarca ikaz edildiği hâlde, yemek vaktinin geciktiğini bile unutmuştu. Bu esnada kalemi bir aralık terk etmiş olan sağ eli ile yeleğinin cebindeki tek kapaklı ve “Keller” mineli “Brege” işi saati çıkarıp baktı. Vaktin hayli ilerlediğini ancak o zaman fark edebildi. Gözlerine inanamadı. Durmuş olmasın diye saati kulağına tuttu, dinledi. Saat “çıt çıt”larıyla kendisine cevap veriyordu.

      İnsan örö olunca vakit nasıl çabuk geçiyor… diye düşündü. Bihruz Bey gerçekten pek mesuttu. Yine “Bel Elen”den bir hava tutturdu… Artık, yemeğin ikisini birleştirmeye, yani vakti geçmiş olan dejöneden206 vazgeçerek dine’yi207 biraz erkence yemeye karar verdi; Mişel’i çağırıp kararını ona da bildirdi. Harem dairesine geçti. Biraz sonra elinde cildi kaba, iki ucundaki ibrişim şeritleri darmadağın bir kitapla geldi. Kitabı yazı masasının üstüne koydu. Kendi de sandalyesine geçip oturdu. Kitabı açtı, yapraklarını çabuk çabuk çevirerek göz gezdirmeye başladı. Bu kitap, Vâsıf’ın Mısır’da basılmış “Divan-ı Eş’ar”ı208 idi ki harem dairesinde daima odadan odaya dolaşır, elden ele gezerdi.209 Bu yüzden zavallı divanın kara meşinden kabaca ve yaldızsız cildi yıpranmış, yaprakları dağılmış, sayfalarının birçoğu katlanmış, birçoğunun üzerine kurşun kalemiyle, mürekkeple, okunur okunmaz, bozuk düzen birçok şarkılar, beyitler yazılmıştı.

      Kitabı dadı kalfa, odadan odaya dolaşıp bir hayli aradıktan sonra bulup getirdiği zaman Bihruz Bey yüzünü buruşturarak:

      “Kel vilen livr!210 demekten kendini alamamıştı. Bununla beraber kuple sevdasından da bir türlü vazgeçemediği için kitabı mal gre bon gre211 dadı kalfanın elinden alıp getirmişti.

      Baş tarafındaki sayfalara gelişigüzel göz gezdirmeye başladı. Aradığını bir türlü bulamıyor; mısraların çoğunu -anlamak şöyle dursun-doğru dürüst okuyamıyor; hecelemeye çalışıyordu. Canı sıkılıyor, ara sıra bıyık altından alaylı alaylı gülerek “Çince mi bunlar? Kel drol dö langaj!212 diye kendi kendine söyleniyordu. Gerçekten de şairin şiirleri arasında, manasını anlamadığı için pek garibine giden sözlerden:

      “Çûb-i müjeyê nôla dayansa nigeh-i yâr

      Bâ zâaf-ı savm haste-i bitâb u tuvandır

      Kâfur gibi ten île o bâlâ kad-i nazik

      San kaamet-i şem’i asel-i cami-i ândır” 213

      mısralarındaki sözler bilinse bile manaları kolay kolay anlaşılabilecek şeyler miydi?.. Bihruz Bey, “çûp = çöp” kelimesini, hani şu herkesin bildiği sokak süpürgesi kavramıyla, olsa olsa o süpürgenin bir teli olabilir diye düşündü. “Müje = kirpik” kelimesini “meze” diye okudu ve öyle manalandırdı.214 Fakat bir süpürge çöpünü çatal yerine kullanarak aç kurt gibi rakı mezesine dayanmakta ne zevk olabileceğine bir türlü akıl erdiremedi. Oruç anlamına gelen “savm” kelimesini de “som”215 şeklinde okudu ve kelimeden o manayı çıkarmaya uğraştı… “Som mermer, som yaldız” denildiği gibi, “som hasta” da denilebilir miydi? Oysaki bunu hiç duymamıştı… Mamafih bunu da “tepeden tırnağa kadar, içi dışı hasta” anlamına aldı ve hoş gördü… “Kâfur”216 kelimesi de olsa olsa Fransızca kanfr217 olacaktı. “Ten, nazik, cami” kelimelerini ise çok iyi biliyordu. Yalnız, Kanfr’dan “ten” olur mu? diye düşündü ve şairin bu benzetmesine de hayli şaştı kaldı… “Aradığımı galiba burada bulamayacağım.” diyerek kasideler kısmına geçti. Tarihler218 kısmına gelince ta başta gözüne ilişen:

      Tarih-i kâh… der kurb-i Çamlıca-i sagir 219 cümlesindeki “Çamlıca” kelimesini derhâl tanıdı ve enterese220 olmak istedi. Fakat “kâh, der, kurb, sagir” kelimelerini bilmediği için cümlenin manasını anlayamadı. Anlamaya çare düşünürken rahmetli paşa babası tarafından mahdum bey için aldırılmış ve fakat mahdum beyin öğrenimi daha sonraları bütün bütün alafrangalığa dökülünce her biri bir tarafa atılmış olan Türkçe, Farsça ve Arapça kitaplarını hatırladı. Ceviz ağacından yapılmış Avrupakâri kütüphanesini süsleyen Fransızca o yaldızlı maldızlı, cicili bicili ve hemen hepsi de ciltli, boy boy, çeşit çeşit kitapların yanına yakıştırılamadığı için Türkçe, Farsça ve Arapça kitaplar şuraya buraya atılmış, bir kısmı kapanın elinde kalmış, diğer bir kısmı ise harem dairesinin alt katındaki dolap altlarına, yük kıyılarına darmadağın tıkılıvermişti. Bunların arasına karışmış olması gereken “Lûgat-i Osmaniye” namındaki Türkçe diksiyoner221 hatırına geldi. Türkçedir diye bir kenara attığı “Lûgat-i Osmaniye”nin, Redhouse adlı bir İngiliz tarafından tertiplenmiş olduğunu iki ay önce bir gün kalemde kulak misafiri olduğu bir edebî görüşmede işitir işitmez bunca zamandır toz toprak içinde yuvarlanıp giden zavallı kitabın şansı açılmış, sırf bir İngiliz tarafından tertiplenmiş olduğu için, bizim züppe oğlanın gözünde birdenbire büyük bir önem kazanmıştı. Bihruz Bey, bu kitabı buldurup ciltletmeyi ve kütüphanesindeki Fransızca kitapların yanına koymayı bile kararlaştırmıştı. Şimdi, bilmediği o birkaç kelimenin anlamlarını araştırmak ihtiyacına bu hatıra da eklenince Bihruz Bey hemen yerinden kalktı, harem dairesine geçti. Dadı kalfayı çağırdı. Birlikte kitabı aramaya başladılar.

      Dolap altlarında, toz toprak içinde süründükleri hâlde, durumlarından memnunmuşlar da sanki bu züppenin eline düşmek istemiyorlarmış gibi, kitapların her birisi beyin eline geçtikçe kayıp kurtularak yine o gizli köşelerine kaçıyor, saklanıyorlardı. Uzun araştırmalardan sonra “Lûgat-i Osmaniye” nihayet ele geçirilebildi. Beyefendi kitabı kaptığı gibi tekrar kabine dö travay’ına222 döndü. Derhâl kitabı açtı. Evvela “kâh” kelimesini aradı. Par malör

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив

Скачать книгу


<p>206</p>

Déjeuner: Öğle yemeği

<p>207</p>

Dîner: Akşam yemeği

<p>208</p>

Şiir dergisi

<p>209</p>

Enderunlu Vâsıf, perdebirunlukta Enderunlu Fâzıl, Süruri ve Sümbülzade Vehbi kadar ileri gitmemiş olmakla beraber, ara sıra biraz dekolte hatta müstehcen sayılabilecek şiirler de yazmıştır. Üstat Ekrem, zannımca, bu noktaya işaret etmek istiyor. (s. n.)

<p>210</p>

Quel vilain livre!: Ne berbat kitap!

<p>211</p>

Mal gré bon gré: İster istemez

<p>212</p>

Quel drôle de langage!: Ne acayip dil!

<p>213</p>

Yârin “sevgilinin” bakışı “biraz dinlenmek için” kirpik “çöpü”ne dayansa ne olur? Çünkü o, oruçlu bulunduğundan gücü kuvveti tükenmiş bir hastadır. O beyaz, uzun ve nazik boy “vücut”, sanki güzellik camiinin, bal mumundan dökülmüş mumu gibidir. (O devirde elektrik olmadığından, evler gibi, camiler de mum veya kandille aydınlatılırdı.) (s. n.)

<p>214</p>

Müje ile meze kelimelerinin Arap harfleriyle yazılışları birbirine pek benzer: mje – me. “J” ile “z” hariç, diğer harfleri aynıdır. Bu iki harf ise sadece iki nokta farkı ile birbirinden ayrılır; “r”nin üstüne üç nokta konursa “j”, bir nokta konursa “z” olur.

<p>215</p>

Savm (oruç) ve som (masif) kelimeleri ise en küçük bir fark dahi olmaksızın Arap harfleriyle aynı şekilde yazılır; cümledeki yerine göre okunuşu ve anlamı değişir.

Som: İçi kof veya dışı kaplama olmayan, masif.

<p>216</p>

Kâfur: Hindistan’da yetişen bir ağacın zamkından yapılmış beyaz ve kokulu bir madde. Divan edebiyatında en fazla kullanılan kelimelerden birisi de buydu.

<p>217</p>

Camphre: Kâfuru

<p>218</p>

Ebcet hesabıyla tarih düşürmek son zamanlara kadar modaydı. Mesela doğum, ölüm vs. gibi vesilelerle yahut cami, saray, medrese, çeşme vb. önemli binaların inşası münasebetiyle yazılmış manzum veya mensur yazıları teşkil eden kelimelerin harfleri, ebcet hesabındaki sayı karşılıklarına göre toplanınca o olayın tarihi meydana çıkardı. Bu basit kelime oyununu büyük bir marifet sayarak ömrü boyunca kendisine iş edinen şairlerimiz de vardı. Hatta bu yolda çok ileri gittiği için “Sürûri-i Müverrih” diye anılan Şair Sürûri Efendi, mesela çok sevdiği kedisi ölünce: “Farenin hasretinden öldü kedi” gibi alelade olaylar için bile yüzlerce tarih söylemiştir.

<p>219</p>

“Küçük Çamlıca yakınında bir köşk hakkında tarih” demektir.

<p>220</p>

Intéressé (olmak): İlgilenmek

<p>221</p>

Dictionnaire: Lügat kitabı, sözlük

<p>222</p>

Cabinet de travail: Çalışma odası