Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 21

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

övünme ile yaptığı safsataların ardı arkası kesilmiyordu. Bu nedenle elimdeki evrakı alıp işlemeye koyması saatler aldı. İki şeyi birbirinden ayırt etmekten âciz, dairedeki yazıları temize çeken kâtibin gözlüklerindeki camlardan birisinin yere düşmesi imdadıma yetişti. Bu geveze şimdi de hikâye gevelemekten tamirciliğe geçiş yapmak durumunda kaldı. Bu esnada şükür mahiyetinde genişçe bir nefes aldım. Çünkü bu nedenle içlerinden biri elimdeki evrakı aldı ve işlemi tamamladı. Hatırladığım kadarıyla ismi Mustafa Efendi olan bu tımarhane kaçkını temyizcinin arkadaşları gayet sakin kişilerdi.

      Ara vermeden kullanılan baş ağrıtıcı birtakım lafların her cümlesinde, “Fikrim sendedir.” manasına “Evet, evet.” tarzında tasdik kelimesi kullanılıyordu. O esnada eğer bir evet eksik söylense o geveze herif hemen “İşitebildiniz mi efendim?” sorusunu basardı. Buna karşın o zavallılar çakal gibi ağız birliği içerisinde “Evet!” diye bağırırlardı. Bu kelimeyi sürekli kullanma mecburiyetleri vardı. Sicil kaleminin o zamanki gülünç hâli hiç aklımdan çıkmıyor. İşleme konulmuş evrakı elimden alan kişi öz geçmişi düzenlemek için biri basılı diğeri müsveddelik iki parça kâğıt verdi. Ardından basılı kâğıtta bulunan cevaplar sütununa diploma ve benzeri evraklarımı yazmamı istedi. Ardından bunları, birer örneklerini çıkartmaları için adaşlarına dağıttı. Bu sırada gözlük tamirini tamamlayan temyizci efendi sertçe bir enfiya çekti. Ardından, bitmek bilmez sözlerini ve o ömür törpüsü nakaratını daha uzun bir ayrıntıyla tutturmasın mı? Saatlerce beklememe rağmen hâlen daha işimi tamamlatamayacağımı anlayınca artık insanlıktan çıkmıştım. Bu esnada “Fesuphanallah!” cümlesini açıktan söylemiş oldum.

      Mecburen yapmak durumunda kaldığım bu hiddet göstergesi sonrası safsatacı temyizci hikâyesine ara verdi. Buna canı sıkıldığı için çürük gözlüğünü iki eliyle tutarak pis yüzlü bir şekilde:

      “Ne söylüyorsunuz?” karşılığı verince “Arkadaşlarınızın söyleyemediğini söylüyorum. Allah aşkına insaf edin. Burası resmî bir yerdir. Lüzumsuz hikâyeleri ve gülünç masalları anlatarak beni burada saatlerdir beklettin. Sarayda tebdili kıyafet yaparak buraya bir kişi gelse durumunuz ne olur? Evrakçının evrakını saklayan biri olduğunu bilmemeleri sebebiyle buradasın. Akşamlara kadar bitmeyen kocakarı hikâyeleri de ne oluyor? Herkesin kafası ananın tuz kapağı değil. Boşa geçen saatlerin senin için bir önemi olmayabilir. İşi olanların bir dakikasının bir seneye karşılık geldiğini bilmelisiniz. Benim işimi bitir de faydasız sözlerini ve masallarını senelerce sarf et. Eğer ki susmazsan tahtasızlığını Bakan Beye ve hatta karşıma çıkan herkese eksiksiz bir şekilde anlatırım.” şeklinde çıkıştım. Bu sayede sesini kesti. Memurluğa daha yeni heveslendiğim için ayrıntılı olmayan öz geçmişi hemen düzenledim. Ortaya çıkan evrakın bir örneklerini yapıştırmak için çok sayıda damga puluna ihtiyaç oldu. Üzerimdeki paranın yetmemesi üzerine işi sonraya bırakır isem bu temyizcinin masallarını tekrar dinlemek zorunda kalacağım için evrakların çoğunu eklemekten vazgeçmek zorunda kaldım. Hatta bir bakıma İmam Zeynelabidin Efendimiz hazretlerinin temiz neslinden geldiğime dair evrakı da ne yazık ki çıkardım. Cevap kısmına “Bildiğim hiçbir nesle kaydım yoktur.” kaydını yazarak bu sıkıntıyı geçiştirdim. Yani işi sonraya bırakmadan halletmiş oldum. Dilekçenin sivil kalemi tarafından resmî işlemleri tamamlandı. Ardından seçim komisyonuna havale edildi. O zaman Bakanlıkta merhametli, şefkatli, kıymet bilir ve değerli adamların eksik olmadığını havale tarihinden kısa bir zaman sonra Pozantı Merkez Memurluğu’na görevlendirdiler. Bu esnada babamın hastalığını haber aldım. Bir saat evvel Eğirdir’e yetişip babamın yüzünü görmek arzusuyla Pozantı’nın nasıl bir yer olduğunu bile incelemeden tevekkül ederek kabul etmek zorunda kalmıştım. Yazılı emri aldığın zaman teşekkür etmek amacıyla Bakan İzzet Bey’in eteklerine kapandığım esnada bana: “Ben ilk görevlendirildiğimde iki yüz elli kuruş ile atandım. Padişahımız sayesinde şimdi Bakanım. Sen üç yüz seksen kuruş ile atandın. Sadakat ile çalış. İnşallah karşılığını alır ve yükselirsin.” şeklinde nasihatte bulunmuştu. Allah bu merhumun kabrini cennete dönüştürsün.

      İstanbul’da bulunduğum zaman içerisinde Divan-ı Harp Deniz Başsavcısı Reşit Beyefendi hazretlerinin bana göstermiş olduğu ilgi, baba gibi insanlık ve şefkat unutulur cinsten bir iyilik değildir. Züht ve takvasına, ilim ve irfanına diyecek bir sözüm olmayan bu asil ve muhterem zata sonsuza kadar minnettar kalacağım.

      İSTANBUL’DAN MUTLU BİR ŞEKİLDE AYRILIŞ VE GÖREV YERİNE HAREKET

      Resmî olarak memuriyet iznini aldığımın ertesi günü Vapur İşletmesi’nin Aslan adlı vapuruyla İzmir’e oradan da trene binerek Aydın üzerinden Sarayköye ulaştım. Tren hattı henüz daha ileriye gitmemesi nedeniyle burada da hemen bir hayvan kiralayıp Gemişsu ve Burdur gölleri kenarından Sarıkavak yolu üzerinden iki gün içerisinde Isparta’ya ulaştım. Burada karşılaştığım hemşehrilerimden babamın sağlık duruma ilişkin bilgi almak istedim. Fakat hiçbiri gerçeği söylememesi aklımı tamamıyla karıştırdı. Zaman kaçırmaksızın hemen o saatte tuttuğum arabaya binerek aziz vatanım Eğirdir’e ikindiden sonra yetişme mutluluğuna eriştim. Ne yazık ki sevgili babam yetmiş gün önce Allah’ın rahmetine kavuşması nedeniyle özlem içerisinde olduğum yüzünü görebilmek nasip olmadı. Hüzün dolu bir matem yerine dönüşen evimizde birkaç gün kaldıktan sonra yine Isparta ve Ağlasun üzerinden Antalya’ya indim. Yunan bandıralı bir vapur ile denizden Mersin’e geçtim. Buradan da tren ile Tarsus’a geçtim. İki gün sonra kiraladığım hayvana binerek Mezaroluk, Sarışeyh, Gülek Boğazı ve Tekir Yaylası yoluyla memuriyet yerim olan Pozantı’ya ulaştım.

      AYDIN

      Aydın şehri, Hüdavendigar (Bursa) vilayetine bağlı Kütahya ve Sahip Karahisar sancaklarından doğan Denizli arazisini dolaşarak Çürüksu, Aksu, Çine, Pazar ve Göbel çaylarını geçtikten sonra Ege Denizi’ne dökülen Menderes Irmağı’nın kuzey kıyısına 5 kilometre mesafede yüksek bir dağın eteğinde bulunmaktadır. Konum olarak İzmir’in 115 kilometre güneydoğusundadır. Kırk bin nüfuslu zengin bir şehirdir.

      Sultan Alaaddin Keykubat’ın vefatından sonra ayrılan Aydın Bey’in ismi ile anılan bu memleketten geçtiğim tarih 303 yılı mayıs ayı ortasıdır. Bu zamanlarda etrafı saran kuraklık topraklarının verimliliği ile tanınan Aydın Ovası’nı da yangın yerine çevirmişti. Her taraf yeşilliklerden ve güzelliklerden mahrumdu. Çiftçiler sevinç ve neşeden uzak çok hüzünlü bir hâldeydiler.

      Tren yolunu istikametindeki yerlerde yaşayan köylüler beş santimlik kuru ekinleri orakla biçmeleri mümkün olmadığından elleri ile yolmaktaydılar. Henüz yedi yaşında olan çocukların bile anne ve babaları ile birlikte bu şekilde çalıştıklarını, güneş altında yandıklarını ve o hüzünlü hâllerini görünce gözlerimden istemsizce yaş döküldü.

      Gayret, sabır, kanaat, Allah’a dayanma ve güven ve ona teslimiyet gibi çok güzel huylara sahip ve her bakımdan övgüye layık çiftçilere Cenabıhak rahmetinden bolca göndersin. Bunun gibi afetlerin tekrarını vermesin. Kuraklıklardan yalnız insanoğlu değil hayvanlar hatta cansızlar da etkilenmektedir. Nasıl ki bu dünyaya hayat veren şey yağmurlar ise hemcinslerini mutlu edenler de bu çalışkan insanlardır. Beyefendi gibi hareket eden gösteriş budalalarının yanlış inançları gereği mevcut meziyetleri şehirlerde şık bir şekilde boy göstermektir. Hâlbuki basit giyimli o faydalı köylüleri beğenmeyerek kibirli bir şekilde yaşamaktan öte bir özellikleri olmayan bazı idraksiz, değersiz,

Скачать книгу