Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 34

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

önceden beri kötü olduğu anlaşılmaktadır.

      URFA

      140 bin kilometre çapında çevresi olan Dicle ve Fırat arasındaki şehirlerin en bayındır ve güzel olanı Urfa’dır. Peygamberlerin dedesi Hz. İbrahim aleyhisselamın mübarek makamları bu şehrin seçkin bir yerinde bulunmaktadır. Dünyaya geldikleri yerin mağaranın ön kısmında bir liman genişliğinde ve çevresi düzenli bir şekilde imar edilmiş bir havuz bulunmaktadır.

      Bu havuzun içi ikişer kilo ebatlarında çapak balıkları ile doludur. Bu balıkların sayısı milyonlara ulaşmaktadır. Buraya gelen ziyaretçiler bereket ve uğur getirir düşüncesiyle bunlara ekmek kırıntısı gibi yiyecek şeyler atmaktadırlar. Bu nedenle insanlara alışıktırlar. Öyle ki onları izlemek için havuz kenarına geldiğimde, onlara ekmek vermem için önümde yığıldılar.

      Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşine burada atılmıştır. Lanetli Nemrut’un bu iş için yaptırdığı mancınık, bu işe özel inşa ettirdiği çift sütunlu kale içerisinde hâlen durmaktadır. Ebatları fabrika bacaları büyüklüğündedir. Henüz ateşli silahların icat edilmediği dönemde kaleleri kuşatma altına alınmış olanlar düşman kuvvetini dağıtmak için kale içerisinde mancınıkları vasıtasıyla büyük kayalar atmak için bu mancınıklara ihtiyaç duyarlardı. Bu çifte sütunların da daha önce yapıldığı ve Hz. İbrahim’in bunlara bağlı mancınıklar ile ateşe atıldığına dair bir şüphe yoktur. Çünkü her bir tanesi İstanbul’daki Çemberlitaş büyüklüğünde olan bu sütunları birkaç gün değil, birkaç yılda dahi yapabilmek insan kabiliyetinin çok üstündedir.

      HALEP

      Anadolu ve Suriye topraklarının sanat, ticaret ve bayındırlık bağlamında en iyisi Halep’tir. Arazi olarak çukur bir yerde olan şehrin sokakları dardır. Sonradan sur dışına yapılan Cemiliye gibi mahalleleri ile çarşısı çok düzenli ve ferahtır. Surun içinde bulunan Ulu Cami’de Hz. Yahya aleyhiselamın makamları bulunmaktadır. Halep’te bir gece konakladım. Yerinin önemi ve şehrin bayındırlığı herkesin malumudur. Bu nedenle bundan daha fazla kelam etmenin gereksiz olduğunu düşünüyorum.

      Cemiliye Mahallesi’nden geçen akarsuyun iki tarafında da kahvehaneler sıralanmaktadır. Buralarda icra edilen ince sazları dinlemek için bu bölgeyi gezdim. Nehrin iki yanını da çevreleyen setlere gölge yapan güzel yapraklı ağaçlar bulunmaktadır. Ben de bunların altında dizilmiş iskemlelerden birinde oturmuş nargile içiyordum. O esnada telgraf memurluğundan tanıdığım birkaç beyefendi yanıma doğru geldiler. Onların sayesinde burada yalnız başına oturup düşünmekten kurtuldum. Bunlar, Telgraf Bakanlığı eski muhasebecisi kötü namıyla meşhur Bedri’nin kötülüğüne uğramış şansızlar insanlardandı. Bu adamın eziyet ve kötülüklerini anlatmakla bitiremeyen bu çaresiz adamlar konuyla alakalı konuşmaya ilk başta şu cümleyle başladılar: “Bedri burada başmüdür olarak başımıza Firavun kesildiği zaman eski vali merhum Cemil Paşa’nın evini kiralamıştı.”

      Hersek İsyanı’nda postaneden zimmetine geçirdiği meblağı ve eksik parayı hükûmete hissettirmeden yavaş yavaş kullanmak için: “Ailemize ya da gelinimize şu kadar bin lira miras düştü. Lütfen aldırınız.” şeklinden ara sıra uydurma ve danışıklı telgraf alan bu şeytanın zenginlik taslamacılığı herkesçe bilinmektedir.

      Bugün, Diyarbakır başmüdürü olan Değirmenci Kör Agâh o zamanlar Bedri’nin gönüllü en baş dalkavuğuydu. Devlet hazinesinden çaldığı paraları kibir budalası Bedri soytarısının evine her gece kurdukları içki meclislerine şarkıcı kadınları sırayla çağırarak yiyorlardı.

      “Ben o ben değilim.” düşüncesi gereği önüne geleni hırpaladığı, kendi kafasındaki birtakım itleri de başına toplayıp içki meclisleri kurduğu o azgın zamanlarında bazen bizi yanına çağırtıp “Falan işi ne yaptınız? Bosna’dan benim adıma başka telgraf geldi mi? Söylediğim parayı almasını emrettiğim kişi ne kadar para aldığını biliyor musunuz? Merkezî haberleşme yolunda mı? İşlerinizi dikkatli yapıyor musunuz? Beni diğer müdürlere benzetmeyin. Sonra sizi mahvederim!” tarzında karga sesiyle saçmalardı. Biz ise gece yarısı oraya emrini dinlemek için gitmezdik. Aksine sadece onu bu rezil hâlini görüp bıyık altı gülerdik. Ona yumuşak cevaplar verip, saygıyla yanında ayrılıp evimize geri gelirdik. Bu şekilde emrinde bulunan memurlar sıkça evine çağırması, nursuz yüzü ve dikenli geven çenesi ile hükmetmeye çalışmasının amacı başına topladığı kendi ayarında ve adam olmazlara büyüklük taslamaktan başka bir şey değildi. Bize de güya kedince şımarıklık ve refah içerisinde bir hayat sürdüğünü göstermeye çalışıyordu. Bu yaptıklarının hepsi onun soysuzluğunu gösteren kepaze düşüncelerinden kaynaklanmaktaydı. Biz de bunu bildiğimizden güler geçerdik. Bir defasında yine gece yarısı yanına çağırtmıştı. Yatağımızdan kalkıp pisliğin evine gittik. Bu, gittiğimizde sarhoşluğun son sınıra gelmiş ve sızma noktasındaydı. Bu nedenle yanına girilmez hâldeydi. Burada da utanılacak hâli ve kalın kafalı oluşuna herkes tekrar şahit oldu.

      O gece bu kahvedeki çalgıcılar, bu kibir budalası adamın evinde toplanmışlardı. Şunu icra etmekteydiler:

      Ey üzerimde yükselmiş güzel bedr!

      Arkadaşça ve kalben sarhoşça ışığında uyuyorum.

      Çok yetenekli bir şekilde icra ettikleri bu fasıldan sonra Bedri dirseğine dayadığı kel kafasını kaldırdı. Pul pul kalkıp dökülen devetüyüne benzeyen renksiz köse sakalını kaşıyarak ağlar bir ses tonuyla “Ben bundan bir şey anlamadım!” dedi. Bu gibi budala adamlara destek çıkmakta usta olan gününü gün etme düşkünü ikiyüzlü Agâh ise hemen şakşakçılığını ortaya koyan bir tavır ile “Bu şiirinin başında nimet kapımız olan şahsınızın şerefli isimleri olması nedeniyle bendenizi çok üzdü.” Karşılığını verdi. Bunu duyunca keyiflenip hindi gibi kabaran yoldaşlık düşkünü o budala Bedri: “Evet, evet. Benim de dikkatimi çekince sonuna kadar dinlememe neden olan o söz değil mi? Yoksa sustururdum. Şiirin kalanı tatsız ve anlamsızdı. Şahsımda olan meziyetleri dikkate alsınlar da benim meclisime uygun şeyler söylesinler!” emrini verdi.

      Ardından Türkçe ve Arapça çok güzel anlamları olan birçok şiir söylemelerine rağmen çalgıcılar cahil adama bir türlü kendilerini beğendiremediler. “Eşek hoşaftan ne anlar. Suyunu içer, tanesi içinde kalır!” manasını ima etmek maksadıyla:

      Yeşillenmiş karşıki dağlar

      Bülbül ağlar, sular çağlar.

      Ah çingenede neler var

      Ver ver mangır raksedelim hepimiz

      Çingeneyiz Çingene ah Çingeneliktir bizim şanımız

      Bütün kış çalışır, yazın da zevk ederiz

      Ah fasl olur güller açar, dağlar başı seyrengahımız

      Durmayız raksederiz, böyle de geçer zamanımız.

      diye meşhur Çingene şarkısını çaldırdılar. Bu miskin bölümün sonunda oğluna hitaben: “Çalgıcıların şu güftesindeki anlamın tadı kemiklerime kadar işledi. Öyle ki bu zevkten sarhoş oldum. Bunlara 5’er kuruş bahsi dağıt.” dedi. Bunu üzerine çalgıcılar: “Efendim, Allah ömrünüzü bereketlendirsin. İnce ruhunuzu şimdi anlayabildik. Bundan böyle hoşunuza giden şeyleri söyleriz. Böylece hassas ve ince kalbinizin beğeneceğini ve büyük bir zevk alacağı

Скачать книгу