Celâleddin Harzemşah. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal

Скачать книгу

bir yerini hareket ettirmeye iktidarım kalmadı. Hatta bilirsiniz ya, dudaklarımı oynatıp teşekkür için bir kelime olsun söyleyememiştim. Aramızda topu topu üç beş adım yer vardı. Değil mi? Yüzünüze baktığım anda can evime bir ok atmış olaydın, mümkün değil, kalbime muhabbetinden evvel yetişemezdi! Zalim, sanki beni esir etmedin, öyle mi? Hangi cariyen benim gibi sana kulluk eder?”

      CELÂLEDDİN: (latife yollu) “Azat olduğunu mu istiyorsun?”

      NEYYİRE: “Allah esirgesin! Ben anlıyorum. Siz benden saklıyorsunuz. İhtimal ki yüzünüzü güldürebilirim diye, ömrümde bir kere latife edecek oldum. Mukabilinde beni ağlatıncaya kadar çalışacaksınız!”

      İkinci Meclis

      Evvelkiler, Kutbeddin

      KUTBEDDİN: “Valideciğim! Niçin gözleriniz dolmuş? Evvel benim gözlerimde bir damla yaş görseniz darılırdınız! Dünyanın hâli değişti ise nineler ağlayacak, çocuklar susturmaya çalışacak kadar da mı değişti?”

      NEYYİRE: “Gözlerim mi dolmuş? Belki toz kaçmıştır. Her gözü sulanan ağlamaz. Haydi aslanım! Dışarı git de eğlen! Ok at! Kılıç vur! Şiir oku! Elbette bir şey bulur eğlenirsin değil mi? Burada canın sıkılmıyor a iki gözüm?”

      KUTBEDDİN: “Padişahım himmetinde, pederimin, validemin yanında iken neden canım sıkılsın?” (Kutbeddin çıkar.)

      Üçüncü Meclis

      Celâleddin, Neyyire

      CELÂLEDDİN: “Bir latifemi bile çekemiyorsunuz…”

      NEYYİRE: “Öyle ayrılıkla latife mi olur?”

      CELÂLEDDİN: (kendi kendine) “Çehresi âdeta ölü rengi bağladı. Yine güzel, ruhtan, hayattan güzel!” (Neyyire’ye) “Dünyada senden sıkılmak, senden ayrılmayı istemek benim için mümkün müdür? Allah aşkına öyle hatıralara, öyle vahimelere aldanma da bir kere gönlüne sor! Bir kere vicdanına dikkat et!”

      NEYYİRE: “Yok! Allah’ın aşkına yemin veriyorsunuz! Yalan söylersem korkarım. Cezasını muhabbetimde bulurum! Hâline baktıkça hatırıma bin vesvese geliyor. Fakat gönlüm bir türlü benden sıkıldığına, beni sevdiğine kail olmuyor. Allah’ım cemalinle bana tecelli etmişsin! Öve öve bir kul yaratmışsın! Bir hâlde yaratmışsın ki yüzünü Mecusiler görseler güneşi bırakır buna taparlar. O kuluna da beni nasip ettin! İnsan kadar âciz bir mahluk arasında “Celâl” kadar ali bir vücut yaratan kudretine, o kadar mümtaz yarattığın bir kulunun gönlünü “Neyyire” gibi değersiz bir biçareye meylettiren merhametine, topraktan, dikenden gül yetiştirdiğin gibi benden de Kutbeddin gibi bir melek vücuda getiren azametine sığınıyorum. Beni Celâl’imin muhabbetinden meyus, iltifatından mahrum etme!”

      CELÂLEDDİN: (Neyyire’ye) “Ne kadar hazin, ne kadar garip dua ediyorsun? İşte beni de kendine benzettin! Kutbeddin görse âdeta ağlıyor zannedecek! Pederim, dünyanın en büyük padişahlığını kaybettiği zaman gözlerim bu kadar yaşarmamıştı!”

      NEYYİRE: “Ah! Yine saltanat, nazarınızda saltanattan başka bir şeyin kıymeti yok! Padişahlığınız değil, padişahlık ümidiniz muhataraya düşmüş; dünyada söyleyecek ne varsa birisi gözünüze görünmüyor.”

      CELÂLEDDİN: “Çocuk, ben kendim için mi teessüf ediyorum? Ben saltanat sürmek için pederimden memleket bulmaya mı muhtacım?.. Ecdadıma o mülkü kazandıran kılıç, acaba, benim elimde bir iş görmez mi? Şu daha düşman yüzü görmeden böyle bir vücut âlemi içinde bir adem köşesi bulacak kadar korkmakta maharet gösteren babam kadar olsun yer zapt etmeye muktedir değil miyim? Onun zapt ettiği yerlere padişahlığım kifayet etmez mi? Cihan mülkü sahihan bir tırnağına değmeyen Neyyire’min başına yemin ederim ki Celâl elinde birkaç kılıç, göğsünde birkaç zırh paralamayı ihtiyar edince dünyanın neresine gitse kendine bir devlet peyda eder. Hiç olmazsa şehadet-i devleti hatırda tutuyor. Ben bir şeyin kaybolduğuna teessüf ediyorum ki bir daha ele girmesi mümkün olamaz. İadesi kabil olmayacak bir devletten ayrıldığımız için böyle kederinden ölmüş de matem renginde kefenlere bürünmüş cenaze gibi geziyorum. Hanedanımın namusu berbat oldu! Anlıyor musun? Zulüm ateşi, memleketleri, kişverleri sarmış; dumanı eflaka ser çekiyor. Düşman kılıcı, erkeklere, kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara musallat olmuş. Şehit kanı toprağın en aşağı tabakasına geçiyor. Düşmanla aramızda üç yüz saatlik mesafe var. Rüzgâr buralara kadar insan laşesi, insan yanığı kokusu getiriyor. Toprağı dinlersen yetim iniltisi işitiliyor. Suya baksan şehit kanı görünüyor. Dünyaya ne kadar kemalat, ne kadar bedayi gelmişse bugün cümlesi Arap, Acem mülklerinde toplanmış; cehaletten deni, vahşilikten zalim bir hınzır insaniyetin altı bin yıllık mahsul-i hayatını bütün bütün mahvedip de yerlerinde adam kellesinden yapılmış kulelerden, mazlum kanıyla yazılmış mersiyelerden başka bir şey bırakmamak istiyor. O darülfünunların muhafızı biz idik. Öyle iken -yıllarca mezarda kalmış meyit azası gibi- pejmürde, mekruh bir hâle düşmüşüz. Şu topraklar içinde çürüyoruz.

      NEYYİRE: “Allah’ım! Sen merhamet et!..”

      CELÂLEDDİN: “Allah’tan kimin için merhamet istiyorsun? Bizim için değil mi? Duan nasıl makbul olsun? Bugün Kaşgar’dan ta Mağrib’in nihayetine varıncaya kadar herkes, kendi diniyle Allah’a ibadet ediyor. Oğluyla zina etmiş bir fahişenin murdar kanından halk olmuş bir kelp, o mekruh vücudunu haşa Cenabıhak’tan ziyade ibadete layık görmüş! Yeryüzünden Allah namını kaldırıp da yerine kendi melun adını kaim etmek; hakkın ne kadar ¡badı varsa kendi gibi -şeytandan bin kat deni- bir mahluka taptırmak istiyor. O ibadethanelerin duvarı da biz idik. Öyle iken içindeki sedirin, kırık taşların, çürük toprakları kadar olsun işe yaramıyoruz! Yığın yığın bu nisyan köşelerinde sürünüyoruz…”

      NEYYİRE: “Allah aşkına sus! Çehrendeki, bakışındaki dehşet aklıma dokunuyor. Şimdi çıldıracağım!..”

      CELÂLEDDİN: “Dinle! Söyletmeye sen sebep oldun, gönlümde saklamaya çalıştığım ateşler alevlendi. Bundan sonra zapt edemem. İslam üzerine bu belayı davet eden biz idik. Sonra düşman göründüğü gibi en evvel biz kaçtık. Topu topu bir kere kavga ettik. Onda da galip ¡dik. Düşman bizden yüz çevirdi -güya Tatar’ın ön tarafı insan, arka tarafı ecel imiş gibi. Biz de o zaman kaçmaya başladık. Yüz seneden beri feleğin her türlü cefasından, kılıcımızın himayesine sığınan, bizi; mert himmetli, kifayetli gayyur, hasılı kendilerinden büyük sanıp da tabaiyyetimize giren, ayağımızı başlarından yüksek, kılıcımızı canlarından aziz tutan, nice yüz binlerce biçareye: ‘İşte düşman geliyor, biz de kaçacağız. Başınızın çaresine bakın.’ demekten utanmadık. Kahhar-ı müntak’ın huzuruna, ne kadar kendine ibadet eder kulu varsa cümlesinin helakine sebep olmak gibi bir vebal ile gitmek; ahlaka, zamanımızda insan denilmeye layık kim var ise yüzde doksanının nahak yere dökülen bir kan ile lekelenmiş bir nam bırakmak ne büyük bir musibettir! Zihninde bulamıyor musun? Biz Allah huzurunda Nemrutlar, Firavunlar kadar mesul olacağız. İstikbalde dünyaya ne kadar Müslüman, ne kadar insan gelirse Yezid’i şeytanı bırakacak da bize lanet edecek!..”

      NEYYİRE: “Ooof!.. Ben seni hiç bu hâlde görmemiştim. Lakırtı söylerken ağzından ateş saçıyorsun. Gönlünde zebaniler mi oturuyor? Cengizî’lerin hücumunda senin ne dahlin,

Скачать книгу