Celâleddin Harzemşah. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Celâleddin Harzemşah - Namık Kemal

Скачать книгу

bir cemalin böyle karanlık bir renk bağlayabileceğini hatırıma getirmezdim. Bir kerecik, bir dakikacık olsun gülmez misin? Neyyire’ne, bir vakitler, yanında can bulmuş bir meserret gibi gördüğün Neyyire’ne bakıyorsun da -yaralı aslan, oku ciğerine saplamış olan sayyadını seyreder gibi- gözlerinden ateş, dudaklarından gazap dökülüyor. Feleğe baş eğmez iken bir vakit benim için padişah pederinin ayaklarına kapanıp da Fars saltanatını hanedanında ipka ettirmiştin! Şimdi gönlünde o meylin, o teveccühün zerre kadar olsun, eseri kalmadı mı?..”

      CELÂLEDDİN: “Bir zerresi bile zail olmadı! Seni birinci görüşümde ne kadar sevdimse her yüzüne baktıkça bir o kadar daha seviyorum.”

      NEYYİRE: “Öyle ise çehrende bu mahzunluk nedir? Dünyada muhabbete mağlup olmayacak bir elem mi var? Bu cihanın gamını yine cihana bıraksak da yine yalnız muhabbetimizi düşünsek olmaz mı? İşte böyle bir musibet zamanına düştük! Hayat, vücudumuzdan hiç ayrılmayacak gibi duruyoruz. Felek, bela günlerinin dakikasını yıllar, saatini asırlar kadar uzatıyor. Biz de onun rağmına vaktimiz ne kadar ağır geçerse ömrün en büyük lezzeti olan sadıkane muhabbetten o kadar ziyade istifade etsek de felekten layığıyla bir intikam alsak ne olur? Yüzüme öyle mahzun mahzun bakma! Biz istersek felekten intikamımızı alabiliriz! Kendi vicdanımız, kendi kendimiz bizim için dünyada her bahtiyarlığı temine kâfidir. Ah, bilmem nasıl oluyor da kalbinde bir koca âlemin ne kadar kederi varsa hepsine yer bulunuyor da benim gönlüm yalnız seninle dolmuş! Senden başka bir şey kabul etmiyor! Hatırınıza gelmez mi? Biz ne vakit görüştük? Bilirsiniz ya!.. Kılıçlar, şafak zamanı doğmuş hilal gibi, kanlar içinde parlamaya; mızraklar, kanını içmek için vücuduna yapışacak mahluk gözeten ejderler gibi, titreye titreye başını doğrultmaya; oklar, içinde saklanacak gönül bulmak için meydana atılmış muhabbet gibi, karşısına tesadüf edenleri ta can evinden vurmaya; filler, şiddetli bir zelzeleye tutulmuş da askeriyle, silahıyla beraber, yerinden oynamış kale burcu gibi taşlar, demirler, oklar, harabeler, naralar, vaveylalar saçarak üzerimize yığılıp gelmeye başlamış idi.” (kendi kendine) “Acaba taciz mi ediyorum?”

      CELÂLEDDİN: “Söyle! Söyle! Hep senin kadar sevdiğim hâlleri gözümün önüne getiriyorsun!”

      NEYYİRE: “Pederim, kavgaya giderken beni de yanına almıştı. Merhume validem, biçare kadın, bilseniz ne kadar muzdarip oldu? Ne kadar telaş etti! ‘Hiç on sekiz yaşında kız kavgaya mı gider? İki erkek evladım var. Beraber götürüyorsunuz. Biri zırhınız, biri siperiniz olsun! Vücutları oktan, kandan etrafına dallar salıvermiş de baştan ayağa kadar güllere gark olmuş fidana benzesin! Yine iftihar ederim! Fakat kızımdan ne istersiniz? Onu bana bırakın! Ah!.. Erkek çocuk doğururuz. Yedi sekiz yaşına girer girmez yüzlerini görmeye hasret oluruz! Şimdi kızlarımızı da bütün bütün zapt edeceksiniz! Demek, valideler çocuğunu, kız olsun erkek olsun, karnında taşıyacak. Koynunda büyütecek. Hastalanırsa her gece sabaha kadar yatağının ayak ucunda; ölürse her gün akşama kadar mezarının baş ucunda ağlayacak; yine emir ve nehiy, tasarruf yalnız pederlerde olacak…’ diye şikâyetler etti. Ağladı. Yalvardı. Ayaklarına kapandı. Bir türlü tesir ettiremedi. Onun gürültüleri, feryatları bittikten sonra pederim hafif bir tebessüm etti. Siz de görmüştünüz ya! Merhume, cevapsız kalır zannetmiş. Bir söze mukabele ettiği vakit ne kadar hafif gülerdi! Yine öyle güldü. ‘Padişah neslinden gelenlerin şanı, her türlü fedakârlıkta halka numune olmaktır. Ben evladımı, velev kız olsun, devletime feda etmeye mecburum. Ben kızımı muhataraya atarsam herkes oğlunu ister istemez silah önüne teslim eder.’ dedi. Yine validemin yüzünde bir rica emaresi görünce, ‘Kadınlar, padişah işine karışmaz!’ diye bir kere bağırdı. Tüyleri ürperdi. Gözleri ateş gibi kızardı. Parlamaya başladı. Gizlice yüzüne bakacak oldum. Karşımda bir aslan başı duruyor zannettim! Allah’ınızı severseniz, taciz mi ediyorum?”

      CELÂLEDDİN: “Söyle! Söyle! Aradığım gibi bir padişah, istediğim gibi bir peder tavsif ediyorsun! Kâin pederimin mert olduğunu düşünüyorum da gönlüm biraz müteselli oluyor. Keşke ben de senin kadar bahtiyar olaydım! Pederim, vahimesinin yolunda devletini feda edeceğine beni devletin yoluna feda edeydi…”

      NEYYİRE: “Ne kadar idraksızım! Merakınızı def’e çalışıyorum da yine hep o endişeye kuvvet verecek şeyler söylüyorum.”

      CELÂLEDDİN: “Söyle! Söyle! Lakırtını işittikçe ağzını öpmüş kadar kalbe inşirah geliyor!”

      NEYYİRE: “Pederim o kıyafetine girdi! Nineciğim bütün bütün şaşırdı. Sanki dudakları, kirpikleri birbirine yapıştı! Ne bir lakırtı söylemeye, ne bir kere yüzümüze bakmaya cesaret edebildi! Hemen yerinden kalktı. Harem kapısına doğru yürümeye başladı. Ben, bütün bütün hayret içinde kaldım! Peder de yerinden davrandı. Mabeyn tarafına doğruldu. Döndü, bir kere yüzüme baktı. Sanki onun gözleri kehribardan, benim vücudum çöpten imiş gibi, ihtiyarsız arkasına düştüm. Muharebeye, ne kadar nefret, ne kadar azap içinde geldiğimi ben bilirim! Sanki boynuma zincirler taktılar da beni iki yüz saatlik yere taşlık üzerinden, çalılık arasından sürükleyerek getirdiler! Meğer, benim bu telaşım, çocukların ademden vücuda gelirken o zaman ettikleri feryatlar kabîlinden imiş! Meğer, Cenabıhak bana asıl hayatı o zaman nasip eylemiş de istikbaline çıkıyormuşum! Meğer, pederim bu biçare vücudu iki İslam devleti arasında barışıklığa, akrabalığa hizmet edebilir diye oralara kadar ihtiyat için götürmüş! Meğer Celâl’ime orada nail olacakmışım! Ah! Bozgunluk! Benim gibi anasının koynundan yeni ayrılmış kızlara ne kadar dehşet veriyor! Orasını bir türlü tasavvur edemezsiniz. Atlılarınızın hangisine baksam ölüm canlanmış da koşa koşa üzerime doğru geliyor sanırdım! Pederimi gördüm. Kendini bin kılıcın, bin kargının üzerine atıyor, birkaç yerinden yaralanmış, arkasındaki hilatı kan damlalarından kaplan postuna benzemiş. Hava kararmış. Gökler Cenabıhakk’ın gazabından mahluk bir cehennem gibi korkunç korkunç gürler. Yerler, evladının kanı yüzüne gözüne dökülmüş bir valide gibi acı acı inler. Her dakikada bir yıldırım, ateş renginde yaratılmış bir ejderha gibi büküle büküle bulutları yırtarak ya bir ağaca ya bir kargıya çarpar. Yüz binlerce adam zırhlar giyinmiş, sanki zırh giyinmekle gönülleri de demir kesilmiş, can almakta Azrail’le yaraşırlar. Bu tarafa bakarsın! Bir delikanlı yaralanmış, eceliyle güreşe güreşe ölüyor! Öbür tarafa bakarsın! Bir asker başkasının yakasına sarılmış güya kendi ruhu imiş de elinden kaptırmış gibi bin hırsla, bin gazapla canını almaya çalışır. Nereye baksan oklar, yaralılar, kargılar, mevta, kılıç, kan, fil, ateş, mancınık, yıldırım!.. Peder görünmez; biraderler yaralarından adam mıdır değil midir fark olunmaz. Valide, dünyanın öbür köşesinde, hizmetkârlar meydanda canıyla uğraşır. Cariyeler dehşetten bayılmış yerlerde sürünüyor. Rüzgâr çadırın bir tarafını götürmüş, vücut soğuktan, yağmurdan hazan yaprağı gibi titrer. Yok, insan korkudan, kederden ölür derlerse yalandır! Eğer gerçek olaydı ben, o gün bir dakika sağ mı kalırdım?”

      CELÂLEDDİN: “Ah! Bilir misin ki bir mert; öyle bir bela, öyle bir dehşet içinde bulunur da kendini, dostunu ve belki -bazı kere- düşmanını çekişe çekişe mevtin pençesinden kurtarmaya çalışırsa ne kadar ömrü artar, nasıl gönlü açılır?”

      NEYYİRE: “Bilirim! Seni o muharebenin, o kıyametin arasında gördüm de onun için bilirim! Hâlâ gözümün önündedir. Ordu yerine gelen asker, çadırın iplerine sarılmış idi. Oklar -ağaca hücum etmiş arı topu gibi birinin başı birinin kanadına yapışırcasına birbirine sıkışarak- vızlıya vızlıya etrafımda dolaşmaya başladı. Ben dakika dakika Azrail’i beklerken karşıdan kasırga gibi bir duman peyda

Скачать книгу