Gönüllü. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönüllü - Ахмет Мидхат страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gönüllü - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

doğru birçok yerlerin terki tarafında olduğu hâlde Osmanlı hükûmetinin gösterdiği ikna çabaları sayesinde yalnız Teselya’nın bir kısmı ile Epir’in pek küçük bir parçası feda olunmuştu. Bu çok zor ve karışık mesele, o dönemde pek büyük tehlikeler getirebilecekken bu şekilde çözülmüştür.

      Anlamalı ki Yunan komşumuzdaki garipliğe böyle bir anlaşma üzerine memnun olmuştu. Bundan sonra bazı aksamalar olsa da Devlet-i Aliye’miz ile hoş geçinmeye çalışmıştı. Bundan birkaç yıl sonra imzalanan: “Berlin Antlaşması bize daha ziyade toprak vermişti. Hükûmet-i Osmaniyye, onların tamamıyla yok sayılmaması için ısrar etti. Onların tekrar bize vermediği yerleri de yine silahımız kuvvetiyle alırız.” diye bir askerî savaş cephesi de açılmıştı. Bu arada onların bazı askerleri de bize saldırmış idiyseler de Recep Paşa hazretlerinin kumandası altında bulunan Osmanlı askerî birliği bir hamlede hücum edenleri tarumar ederek öldürmüştü. Bu öldürülen ve yaralananlardan başka bir miktarının da esaretiyle bu işe son verilmiştir. Bu mağlubiyet de Yunan’ın aklını başına getiremediğinden işte bu davaya güya Hükûmet-i Osmaniyye idaresinden şikâyetçi olan Giritlilere millî yardım gayretini ileriye sürerek evvela Girit’e ve müteakiben o hareketini teyit için Alasonya ve Yanya taraflarına tecavüz etmesi komşumuzun bir üçüncü fitne hareketi olmuştur. Diğer arkadaşlarımızın yazdıkları savaş tarihleri, işin bu kısımlarını yazıp yorumladıklarından biz romanımızın olaylarından fazla uzaklaşmayalım.

      Bizim Köseoğlu Recep Efendi, Yenişehir’den hicret ettiği zaman yirmi, yirmi bir yaşlarında bir delikanlıydı. Sonradan kendisini Kahramanoğlu Mehmet Bey’in ziyafetinde gördüğümüz vakit otuz altı, otuz yedi yaşlarında bir babayiğit olduğu hâlde de uzun boy, ince bel, geniş omuzlar ile iri yarı bir kahramandı. Hele yeni hicret ettiği zaman bundan daha genç, daha nazik olan vücudu bir de gayet güzel yüz ve kaşlarıyla ancak rekabet eden bir çift bıyık ile bir kat daha letafet kattığından Serfiçeliler:

      “Hakikaten insan güzeli bir hemşehriye nail olduk!” diye sevinmişlerdi. Recep Köso, bu hicret esnasında henüz bekâr idiyse de aile halkının tümüne o babalık ediyordu. Yalnız bu zaman değil yedi, sekiz yıldan beri bu çocuk aile babasıydı. Zira babası Köse Osman Efendi, bundan daha evvel vefat etmiş ve yalnız oğlu Recep’ten başka erkek evlat bırakmayıp bir zevcesiyle iki kızını da oğlu Recep’in muhafaza ve idaresine bırakmış, gitmişti. Gerçi Osman Efendi, fakir değildi. Yenişehir tarafında bir iki çiftlik sahibi bir adamdı. Bunların hüsnü idaresiyle kendisi bolluk içinde geçinmiş olduğu gibi vârisi kalan delikanlı, aklını başında bulundurmak şartıyla bu gelir ile şu familyayı yine böylece bolluk ve bereket içinde geçindirebilirdi.

      Evet! Recep böyle aklı başında bir çocuk çıktı. Hem de sözün doğrusu Yenişehir beylerinin pek çoğu uslu, akıllı çıkmazlardı. Çoğu mirasyedilik âlemlerinde servetlerini tükettikleri hâlde Recep Efendi, bir karış yer, bir habbe mal elden çıkarmayıp pek akıllıca hareket etti. Ama bunun bir büyük sebebi vardır. Şudur ki: Pederi vefat ettiği zaman on iki yaşlarında bulunan bu çocuk, o zamana kadar babasının yardımıyla ilkokulu, gereği gibi tamamlamış olduğu hâlde henüz tümüyle tek başına hareket edebilecek yaşta değildi. Valide baskısına itaat edecek kadar çocuk sayıldığından ve validesi Çelebi Molla ise pek becerikli bir kadın olduğundan çiftçilik işlerinin idaresine dair oğluna pek etraflı emirler verir ve Recep de bu emirlere harfi harfine riayet ederdi de işleri yolunda giderdi. Birkaç sene böyle bir annenin emri altında hareket eden Recep Efendi, çiftçilik işlerinin en maharetli bir müdürü gibiydi. Artık delikanlılık çağına girmiş bulunması sebebiyle silah kullanmak, hayvana binmek, avda, kuşta dolaşmak gibi merakları da ileriye götürdüğü hâlde validesinin bu meraklara asla itiraz etmemesi ve bu yolda çocuk ne kadar masraf etse esirgememesi Recep’in de validesinden hoşnut kalmasını sağlıyordu ve dolayısıyla onun gözetiminde devam ettiği emirlere uymayı çok lüzumlu görüyordu.

      Çelebi Molla’nın gayet akıllı bir kadın olduğuna bu da delalet eder ki insan kısmı hangi yaşta bulunursa bulunsun elbette heva ve heves türünden sayılacak bazı şeylerin meraklısı olacağından, Recep gibi bir gencin böyle atlara, tüfeklere, tabancalara, av köpeklerine talanlara merak etmesini o yaşta bulunan bir delikanlı için muzır görmek şöyle dursun aksine faydalı da görmüştür. Zira bu meraklar kendi sahibini, cesur, çevik ve çabuk bir kahraman ederler. Hâlbuki çocuk bunlara merak etmeyecek olursa hiç meraksız, hevessiz kalması mümkün olamaz. O durumlarda kumar, işret falan gibi nice muzır ve tehlikeli meraklara düşeceğinden, bu tehlikeli meraklara düşüp de malını, vücudunu ve namusunu tehlikeye atacağına o kahramanca olan meraklara düşerek mert bir çocuk olarak terbiyesini tamamlamış olur. Çocuk terbiyesi konusunda bu ince sırlara ulaşmış bulunan akıllı bir validenin oğlunun mükemmel bir adam çıkmaması mümkün olabilir mi?

      Recep’in validesine birkaç defa düşen münasebet üzerine “molla” unvanı vermiş olmamızın sebep ve hikmeti izaha muhtaçtır. Yenişehir’de kadınların “hanım”, “molla” ve “dudu”dan ibaret üç çeşit lakapları vardır. Bunun birincisini mutasarrıf, hâkim, muhasebeci, mektupçu ve şehrin yüksek hanedanından olan zevatın eşlerine tahsis ederler. Öyle her rast gelen “hanım” unvanını alamaz. İkincisini de kadınlar arasında mümkün olabildiği kadar okumuş bulunan kadınlara verirler. Burada maalesef yalnız “okumuş” bulunan demeye mecburuz. Zira yeni usul eğitimimizde çocukların yazması daha kolay ve okuması daha güç olduğu hâlde; eski usul tedrisimizde aksine kolaylık okumakta, güçlük ise yazmakta olduğundan harekeli yazıları okuyabilenler nispeten çok bulunurdu da bunlar yazı yazmaya muktedir olamazlardı. Eski usulün müsaadesi derecesinde Rumeli’de dahi kadın eğitimine önem verilir. Kızlardan pek çokları hıfzını dinletirler. Bunlardan daha çokları “Hüda Rabb’im”, “Muhammediye”, “Ahmediye”, Menkıbe-i Mevlid-i Şerif ve İlmihâl” vesaireyi pek güzel okurlar. İşte böyle okumuş olan kadınlara da velev genç olsunlar “molla” unvanını verirler. Hakikaten kibardan olmamakla beraber okuma bilmeyen kadınlara Yenişehir’de genel olarak “dudu” derler ki Deliorman, Tuna ve Balkan taraflarında da bunlara “kadış” lakabını verirler. Bizim Recep Köso’nun validesi, Yenişehir’de okumak ile meşhur olan kadınların en güzidesi olduğu gibi hatta sonradan oğluna gelen gazeteleri de okuyarak İstanbul’da kızlara yazı da yazdırıldığını görmekle gazetelerde gördüğü fıkraları kopya ede ede biraz yazmayı bile öğrenmiştir.

      Yaşı on yediye doğru yaklaştığı ve belki de geçtiği zamanlar, Recep’in validesi oğlunun bazı gizli münasebetlerini de haber almaya başladı. Mesela tarım işlerinin hiç lüzum göstermediği zamanlarda yahut hiçbir av mevsimi olmayan vakitlerde Recep Efendi, köylere giderdi. Bir iki gece kalır. Dönüşünde validesi nereye gittiğini, niçin gittiğini ve gittiği yerde ne yaptığını sormaya başladığında münasip cevaplar da veremez. Evvelden yalanlar tertip edip hazırlamamış ki tereddütsüz ve ikna edici cevaplar verebilsin. Kendisi ise sütü temiz, özü sözü doğru bir çocuk olduğundan yalana tenezzül de etmez. Köylü kadınlarıyla geçirdiği gizli demleri validesine itiraf ve her şeyin doğrusunu ikrar da edemez ya? Kızararak bozararak söyleyebildiği yalanları Çelebi Molla kâfi cevaplar olarak asla tereddüt etmeyip:

      “Pekâlâ oğlum pekâlâ! Delikanlı değil misin? Elbette istediğin gibi gezer tozarsın. Bundan dolayı sana darılmaya hakkım yoktur. Fakat düşün ki sen başka delikanlılara benzemezsin. Onların babaları, ağabeyleri var. Sen öksüzsün. Hatta öksüzden bile fazlasın. Sen aile babasısın. Hepimizin babası sensin. Kendini tehlikeye düşürecek hâllerde bulunma da nasıl istersen öyle gez, eğlen.” diye oğluna hem hadsiz izinler verir hem de asıl korktuğu şeylerden uzak durması için gerekli

Скачать книгу