Toraman. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

kadın tencereyi ateşten indirmeyi bilmiyor mu da seni çağırıyor?”

      “Ah dertli oldu. Kız alık oldu. Ne yapacağını biliyor ne edeceğini… Sonra efendim, kadının göğsünü tatlı tatlı böyle bir güzel yalarmış.”

      “Tuhaf şey. Bu şeyhlerin şifa verme güçleri besbelli kiminin ayağında kiminin de dilinde… Bu da bir buluş… Koca karıların göğüslerine de yazar, yalar mıymış hanım?”

      Hasnâ Hanım’ın kızı yine mutfaktan haykırarak:

      “Anne, bakla kömür oldu!”

      Hasnâ Hanım öfkeyle:

      “Beni kötü kötü söyletme sabahleyin Sabire! Dilimi tutmak için şeyhe söz verdim. İnsan bu evde taş olsa çatlar. Bakla yanıyorsa bir tanesini al ağzına da bak. Yumuşamışsa tencereyi indir. Daha sertse üzerine bir parça su koyuver. Ha ne diyordum? Yalarmış dedim de bizim efendinin bir yoğurtlama hikâyesi vardır. O geldi aklıma…”

      “Şimdi lakırtıyı başka yana çevirme. Kocakarılara da yazar mıymış?”

      “Acele etme. Onu da araştırdım. Otuz beş yaşından sonra kadınların ciltleri pörsür, yazı tutmazmış. Onlara daha pahalı yazarmış.”

      “Yazsa da mutlak kendi yalamaz, kalfasına yalatır.”

      “Dur ayol asıl anlatacağım şeyi anlatmadım.”

      “Çabuk söyle. Benim de anlatacaklarım var. Ben sabahleyin sana niye geldim?”

      “Dur, sonra söylersin. Benimki bitsin. Geçen gün de böyle bir tencere yemeğimiz yandı, kömür oldu. Akşam efendiden azar işittim. O günü de kabzımalın hanımı gelmişti. A saygısız karılar, benim aşçım, işçim olmadığını biliyorlar. Başlarını örtünce vakitli vakitsiz gelirler. İnsanın leğende çamaşırı mı var? Ocakta yemeği mi var? Hiç düşünmezler. Dır dır dır, o söyledi, ben söyledim. Mezin2 minarede ezan okuyor. Ben öğle ezanı sanıyorum. Meğerse ikindiymiş. Kabzımalınki de balık tuzlamış. Tahtaboşa asmış. Kargalar, çaylaklar hepsini taşımışlar. Oh olsun, karının göbeğini sokakta kesmişler. Hiç evde oturmaz ki… Hanım, bugünlerde buralara öyle karga dadandı, öyle karga dadandı ki insan kurutmak için dışarıya yiyecek bir şey asarsa mutlaka sopayla başında beklemeli. Başka çare yok. Son zaman kargaları korkuluktan da korkmuyorlar. Geçen gün bostandaki korkuluğun burnunu yemişler hanım.”

      Adile Hanım’ın kızı evden telaşla bağırarak:

      “Anne süt koyulaştı. Pıhtı pıhtı bir şeyler oldu.”

      Adile Hanım sıkıntıyla:

      “Şuna kesildi desene…”

      Hasnâ Hanım gülerek:

      “Bakla yandı. Süt kesildi. Adile artık gitme de rahat rahat konuşalım.”

      “Ayol ben buraya niye geldim sabahleyin?”

      “Söylersin canım, dur hele benimki bitsin.”

      Hasnâ Hanım kaşığın ucuyla zeytin yağlı dolmanın içinden tadarak:

      “Ah Hasnâ, hınzır kahpe! Buna niçin bu kadar tuz doldurdun?

      Ağu olmuş. Akşam yine azarı işit bakalım. Bu tuzlu dolmayı yiyenler, ‘Hasnâ yine koca istiyor.’ derler.”

      “Aaa o nasıl lakırtı? Kocan yok mu?”

      “Var yok gibi bir şey. Söyletme beni, şeyhin tembihi var. Bizimkinin kalıbını, kıyafetini gören aldanır. Sakalını boyadı. Onu da beceremez, yüzüne gözüne bulaştırır. Ben boyarım. Bunca işimden başka bir de başıma bu hizmet çıktı.”

      “Sen elinle boyayıp da sokağa nasıl salıveriyorsun? Kıskanmıyor musun?”

      “Yedi ili dolaşsa vallahi kalbime bir üzüntü gelmez.”

      “Yalan söylüyorsun… Çok kıskanırsın bilirim, bilirim ben…”

      “İşin içyüzünü de ben bilirim. Hadi oradan Adile, derdimi deşme. Şeyhin öğüdünü bozduracaksın bana şimdi… Boyayla erkek, erkek olaydı Hacı Fehmi’nin karısı yolunu sapıtmazdı. Koca dediğin erkek olmalı. Karagöz göstermeliğini ne yapalım? Yalnız kalıp kıyafet Yeniçeri Müzesi’ndeki heykellerde de var.”

      “Karı, sen şeyhe gideli bütün bütün sapıtmışsın. Kocanla eğleniyorsun ayol? Saçlarını sen de boyuyorsun.”

      “Benimki nezleden ağardı. Ben efendiden on yaş küçüğüm.

      Tanrı’nın bildiğini kuldan ne saklayayım? Bizimki boyanır çekilir.

      Onun boya artığıyla da ben boyanırım.”

      “Boyananla eğleniyorsun da sen niye boyanıyorsun?”

      “Ne yapayım ayol? Boyalı olsun ne olursa olsun, kurum gibi kara sakallı herifin karşısında ak saçla gezineyim de bana onun anası mı desinler?”

      Hasnâ Hanım yine dolmanın içinden tadarak:

      “Hanım, bu içe biraz daha pirinçle soğan karıştırsam acaba yola gelir mi?”

      “Bırak biraz tuzluca olsun. Kocan belki bu kinayeyi anlar.”

      “Ya Şeyh Keramet, sen bana sabır ver! Bu karı beni ulu orta söyletecek.”

      “Hadi hadi anladım. Bilene anlatmak gerekmez. Bu dolmaya bir avuç daha tuz katsan yine boş. Şimdi sen onu bırak. Seninle lakırtı olmuyor ki… Her laf yüz yana dal budak salıyor. Kibar kızı göğsüne yazdırdığını yalatmış da derdinden kurtulmuş mu?”

      “Hem de ne kurtulmak… Tertemiz olmuş. Ondan sonra şeyhin ermişliği ortalığa yayılmış. Giden gidene… Şeyh hokkasına mürekkep yetiştiremez olmuş. Güzel hanımların boyunları, göğüsleri karalama kâğıdına dönmüş. Şimdi sen o şeyhi bırak, yalayadursun. Benimkine gel…”

      “Dinliyorum. Başka tarafa sapıtma kuzum.”

      “A niçin sapıtayım deli? Şeyhime gittim. ‘İmdat şeyhim!’ yalvarışıyla ellerine, eteklerine sarıldım. ‘Sıkıntın nedir kadın, anlat.’ dedi. Hâlimi anlatmaya giriştim. Taa kızım Sabire’nin görücüye çıktığından başladım. Fakat kör olası çarpıntı geldi gırtlağıma yapıştı. Şimdiki gibi serbest söyleyemiyordum. Boğula boğula anlatıyordum. Şeyhin önünde kendi sözlerim yine kendime hanım bir dokunsun, bir dokunsun, başladı gözlerimden bela yağmuru gibi yaş dökülmeye… Şeyh dinledi, dinledi, dinledi. Bir zaman sonra gözlerini kapadı. Bir yönlere daldı, yine dinledi. Daha sonra esnedi, esnedi, esnedi…”

      Bu aralık mutfak kapısında Sabire gözükerek:

      “Anne, tencereye suyu fazla kaçırdım. Yemek bakla çorbası gibi bir şey oldu.”

      Hasnâ

Скачать книгу


<p>2</p>

Müezzin