Toraman. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Maksut’un meyhanesinde şişe şişe içki yuvarladıktan sonra Langa bostanları arasında kayabaşı okumaz mı? Sarhoş sarhoş Kızıltaş Camisi’nde mevlüt okurken zaptiyeler kürsüden indirmediler mi? Hangi birisini söyleyeyim? Bunları bütün dünya duydu…”

      Müezzinin karısı: “İşitiyor musunuz komşular? Bu karıdan namus dava edeceğim.”

      Hasnâ Hanım “Ne işine? Ne yüzle? Keşke yanılıp da öyle bir şey yapsan… Vallahi ağzı çelikli bir apukat tutarım da bütün bu dediklerimi içine yazarak şeyhülislam kapısına3 bir dilekçe veririm. Misafir çarşafı karı, Şam kumaşı gibi çeşit çeşit doğurduğun çocukların babaları belli değil!”

      Adile Hanım: “A Hasnâ Hanım, a aa… Hani ya ya sabur? Koy şu taşını ağzına artık… Koy… Neye gerek, komşusunuz şunun şurasında. Bir gün gelir yüz yüze bakarsınız.”

      Hasnâ Hanım: “Hanım, artık sinirlerim bir defa depreşti. Ağzıma çeki taşı koysam dilimi durduramam. Aaa baksanıza ayol, bu evde çıt olsa ertesi günü mahalle kahvesinde pasaparola oluyor. Meğerse bu karı bizi dinler de kocasına yetiştirirmiş… Geçenlerde kuyumuzun suyu çekildi. Helada uçkurum elimde kaldım. Kızım Sabire’ye, ‘Kız bu ev Kerbela’ya döndü. Cumbada bekle de sakayı çevir. Yahut babanın iyi suyundan bir maşrapa su getir!’ diye bağırdımdı. Bu sözüm bile kahvede bir parmak bal olmuş. Bizim evden mahalle kahvesine telefon mu var, telgraf mı var diye şaşırıp duruyordum.”

      Müezzinin karısı: “Mahalle vebası kokmuş karı! Ben niye söyleyeyim? Evinde olup biteni bütün ellere sen kendin yetiştirirsin. Evinde kedi yellense sen onu Binbir Gece Hikâyesi gibi teller, pullar koskoca bir masal yaparsın. Dil değil ki ekmekçi küreği! Bu karının ağzına taş koymak değil, duvar örseler yine boş… Hem kendi çatlar hem ortalığı çatlatır. Pireyi deve yapar. Geçen akşam kocam sancılandı da bir kadeh konyak içti. Zavallıya içiyor diye attığı iftiralar hep bundan azma… Hekim reçeteyle verdi de öyle içti…”

      Hasnâ Hanım: “Hay, kah kah kah… Hiç de gülecek hâlim yoktu. Kocam meyhanelerde içip de el âlem kurmasın diye evde içirmeye uğraşır. Mezelerini kendi eliyle hazırlar. Her akşam bostandaki bahçıvana ‘İvan, on paralık tere otu getir!’ diye bağırırlar. Yatsıdan sonra bir çiroz kokusudur başlar. Burunlarımızın direği kırılır. Meyzin evinde o vakit çiroz salatasının işi ne? Bunu bana anlatınız bakayım…”

      Müezzinin karısı: “Karı, evimizde yiyip içtiğimize de mi karışıyorsun? Çiroz salatası yerim. Sardalya salatası yerim. Yatsıyın yerim. Sabaha karşı yerim. Senin neyine gerek? Sen casus değilsin de bizim evimizde olup biteni niye gözetliyorsun?”

      Hasnâ Hanım: “Ya sabur Şeyh Keramet! Ya Saburrr… Bu karı beni çatlatacak! Bu karı beni çat diye orta yerimden ikiye ayıracak! Ayol Osman Efendi’nin kına gecesinde kocanı bekçi sabaha karşı eve arkasında getirdi. Düğün evinde de mi sancısı tutmuştu? Orada da mı reçeteyle içti?”

      Müezzinin karısı: “Kurt kuş uyur, düşman uyumaz derler. Demek bu karı bizi sabahlara kadar gözlüyor! Gözetliyor…”

      Hasnâ Hanım: “Ayol genç, ihtiyar bütün mahallenin erkeği bir eve toplanıp da yalelli çağırarak göbek attıkları gece uyunur mu ki ben uyuyayım?”

      Müezzinin karısı: “İnşallah diri iken hortla da hiç uyuyamaz ol! El oğlunun çiroz salatası senin nene gerek? A zavallı! Sen kendi derdine bak. Kocan evlenmiş…”

      Hasnâ Hanım: “Ne diyor? Kocam yellenmiş mi?”

      Müezzinin karısı: “Hah hah hahayyy… Şimdi de ben güleyim bari! Kocan evlenmiş, evlenmiş… Genç… Güzel… İlikler gibi bir kadın almış. Senin gibi adı Hasnâ kendi yedi bela, çirkin, kokmuş karıyı ne yapsın? Saçlarını karaya değil a eleğimsağma rengine boyasan artık yüzüne bakılacak hâlin kalmamış. Tüyü tüsü dökülmüş, sütü kesilmiş ihtiyar uyuz keçilere dönmüşsün! El âlemin içkisi fışkısı senin neyine gerek? Sen on paralık mum al da kendi derdine yan…”

      Bu korkunç, bu keskin haber şiddetle burnuna kaçmış gibi Hasnâ Hanım dolma tenceresinin üzerine üç dört defa sağanaklıca aksırdıktan sonra topla vurulmuşa döner, sersemler…

      Müezzinin karısı pencereden devam eder:

      “Konu komşunun kapısını, penceresini dinleyip gözetleyeceğine, o çomak kadar dilinle mahalleyi çorba gibi karıştıracağına, kocana sahip olaydın kaltak! Şeyhlere gidip çiğnenmek ne para eder? Seni şimendifer çiğnemeli ki bütün dünya o uğursuz ağzının kötülüklerinden kurtulsun!”

      Adile Hanım pencereye başını kaldırarak:

      “Sus artık Nuriye sus… Kadın baygınlıklar geçiriyor. Bir tarafına iner miner… Bir şey olur. Yazıktır, günahtır.”

      “Günah mıdır? O kendisi günahı biliyor mu? Benim hafız kocama niye iftira atıyor? Kocamın bir baş dönmesi hastalığı vardır. Düğün evinde kalabalıktan tutmuş. Onun için bekçinin sırtında geldi.”

      Hasnâ Hanım büyük vuruşlar altında silkinip silkinip baş kaldıran cins bir horoz gibi davranarak:

      “Kına gecesinden dönen erkeklerin kimi arabayla gitti kimi küfe içinde kimi hamal sırtında… Birtakımı da sokaklarda suratlarını köpeklere yalatarak kaldırımlar üzerinde sergin yattılar. Hepsinin de başı dönmüş, midesi mi bulanmıştı? Düğün evini, o canım gelin odasını kusmuk deryasına çevirmişler. O gece sizin evdeki öğürtüden bizim evde durulmadı. Ben kimseye iftira etmem. İftirayı evlenmiş diye sen benim kocama atıyorsun… Kocam evlenmez… Evlenemez!”

      “Ay amaannn… Acaba niçin?”

      “Erkekliği yoktur da onun için…”

      “A tuhaf şey… Gıdıklasalar da bir parça gülsem… Kocanın erkekliği yoksa sen o çocukları kimden peydahladın?”

      “Oldum olası öyle değildi ya… Yedi sekiz yıl öncesi yanlışlıkla bir ilaç yedi de öyle oldu…”

      “Daha geçen yıl onu Tavrışen’in evinde basacaklardı. Erkekliği olmayan adam zamparalığa gider mi? Senin koynunda yatıp kocakarı soluğu ile zehirlenmemek için bu hileyi uydurmuş. Daha o zamanları seninle döşeğini ayırmak istemiş. Sen kene gibi yapışarak ‘Ben şeyhe danıştım. Kocasından ayrı döşekte yatmak günahtır, dedi.’ demişsin. Adamcağız da ne yapsın? Senden kurtulmak için bu düzeni kurmuş… Ayıplanmaz… O genç, sen yaşlı… Yan yana aynanın önüne geçip de bir baksanıza… Ana oğul gibi duruyorsunuz.”

      “Aaaa üstüme iyilik sağlık… O benden on yaş büyüktür ayol! Nüfus kâğıtlarımız çekmecede duruyor.”

      “Nüfus kâğıdına kendini on yaş küçük yazdırmak modası artık pek adi bir hile sırasına geçti. Geçen günü Tırabzanlının4 yetmişlik kaynanasının yaşı nüfus kâğıdında otuz altı göründü. Buna zavallı kadının kendinden başka herkes güldü. Çünkü oğlunun yaşı elliden fazla… Bir adamın nüfus kâğıdından

Скачать книгу


<p>3</p>

Şeyhülislamlık dairesi

<p>4</p>

Trabzonlunun