Toraman. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Toraman - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Böyle bir harekette bulunmaya Allah’tan korkarım. Çocuklarımı üzmüş olurum. Biz onun huyunu aldık. Huyuna suyuna giderek merakını yatıştırmaya uğraşırız. Zıddına varmaya hiç gelmez. Tımarhanede belki büsbütün deli olur. Bizim mahalledeki kadınların çoğu zihince karımdan pek üstün değildirler. Karımın böyle asabi zamanlarında onun bunun üzerine ağzından laf almak için yanına gelirler. Lakırtı eşelerler. Siz de karılarınızı biraz tutsanız, bu öğüde lüzum kalmaz.”

      Şuayip Efendi otuz beş yıldır bu belayı çekti. İnsanlığın gerektirebileceği davranışlardan sapıtmamaya uğraştı. Vicdanıyla, acıma duygularıyla cenkleşti. Fakat bu uzun yıllar içinde ne gençliğini bildi ne yaşlılığını anladı. Ne evlilik mutluluğunu gördü ne de üç gün aile mutluluğu.

      Geçimi sağlamak için dışarıda durmadan uğraşmak, eve gelince de her saat dalaşmak… Kendisi için hayat buydu. Karısı pek kıskançtı. Efendisini kendi gözünden, kurttan, kuştan bile kıskanırdı. Hastalığının artmasına bu her türlü ölçülerden aşkın kıskançlığı sebep olurdu. Kocası hakkındaki aşırı sevgisini ona dayanılmaz işkenceler çektirmek suretiyle belli ederdi. Son yıllarda Hasnâ zayıfladı. Buruştu. Yüzüne tamamıyla kocakarılık görünüşü, bir yıpranma çirkinliği çöktü. Her yanı pörsüdü, sarktı. Cildi esmerleşti, çillendi. Kocası şişmanlığını ve oldukça yüzünün tazeliğini koruduğundan ona bakınca şimdi genç görünüyordu. Hasnâ Hanım’ın “Ben saçlarımı boyamayayım da kocamın yanında anası gibi mi durayım?” endişesi işte bundan ileri geliyordu.

      Şuayip Efendi hovardalık kaçamakları yapardı. Fakat pek gizli, pek seyrek… Karısına bir şey sezdirmemek için alınabilecek tedbirlerin hiçbirinde zerrece kusur göstermezdi. Uzun süre kapı çuhadarlıklarında bulundu. İyi kötü geçinip gidiyordu. Bolluğa erememişti. Son zamanlarda komisyonculuğa başladı. Bir iki iş, hiç umulmadık şekilde yüzünü güldürdü. Kasasına birkaç bin lira girdi. Zeki, çalışkan bir adamdı. Fakat ömrünün ikindi ezanı “hayyalelfelah” seslenişiyle dikkatini çekmiş olduğu ve şimdiye kadar ömrünü hemen yoksulluğa yakın bir geçim darlığı içinde geçirmiş olduğu için erişmek üzere olan ihtiyarlığını, iki evladını, hasta karısını düşündü. Kendinin ve ailesinin geleceği için daha çalışmak ve birkaç parça gelir kaynağı sağlamak amacına bağlandı. Bunun için kazancını kimseye sezdirmemeye uğraşarak günlük geçimine hiç genişlik vermedi. Önceki ev idaresini katiyen bozmadı.

      Fakat determinizm adıyla bir felsefe vardır ki alın yazısına kimse hükmedemez; insanın her hareketi bir sebepten doğar; daima iş olacağına varır, tezini ortaya atan bir meslektir.

      Zavallı adam bu kelimeyi ömründe hiç işitmemiş olduğu hâlde bu felsefenin fırtınasına uğradı. Birtakım sebepler de onun bu iyi niyetini uygulamaktan kendisini alıkoydu.

      Eski zaptiye taraflarında küçük bir büro açarak komisyonculukla uğraştığı sıralarda birçok kimselerle görüşüyor, iş yapıyordu. Bir aralık bürosuna Servinaz adında kâğıt kavafı bir kadın dadandı. Bilgiç, becerikli, işten, sözden yılmaz, ele aldığı işlerin çokluğundan dişi avukat kesilmiş fakat geçkince bir kadın…

      “Cami yıkılsa mihrap yerinde durur.” derler. Bunun mihraptan başka minberi, maksuresi ve hele son cemaat yeri henüz bozulmamış gibiydi. Yaşça hemen Hasnâ Hanım’a yakındı. Saçlar gür, gözler hafif sürmeli, jestleri, edası, davranışlarıyla kendinin hâlâ güzellik tahtından inmemeye yemin etmiş bir eski yosma olduğuna şüphe götürmezdi. Kendisine ne iş verilse tamamıyla altından kalktığı, başardığı için Şuayip Efendi bu kadınla alışverişi ilerletti. Fakat kadın, komisyoncunun kasasındaki birkaç bin liranın kokusunu aldı. Eski bir kovukta bal peteği bulmuş bir arı gibi adamın başından ayrılmıyordu. Şuayip Efendi’nin özel hayatı, ruh hâli, girdisi, çıktısı ve evdeki felaketli durumu hakkında derin bir kovuşturmaya, incelemelere girişti. Her şeyi öğrendi. Zavallı adama mükemmel bir sevda tuzağı kurmak için etrafına kazıklarını kaktı. İpleri germekle uğraşıyordu.

      Büroya girmezden önce aralarında geçen iş birliğine dair cilveli, gönül alıcı, sanatlı sözler düzenleyerek henüz pembe beyaz ve tombul kalmış kollarını çarşaftan ve dantelli yenlerinden sıyırarak yazı masasının üstüne dayar, en çekici, en tatlı gülümsemelerini dudaklarının etrafına yaya yaya adamcağızın en derin kalp köşelerine sokulmak ister gibi içe işleyen baygın bakışlarla göz süzerek büyük bir içtenlikle ağır ağır, tatlı tatlı söze girişir. Kısacası, bayat varlığını yürek tazeleyen lezzetli bir şurup gibi herifin boğazından aşağı akıtmak ister. Fakat Şuayip Efendi oralarda değildi.

      O, bu kadının yüzünde, işlerinin bazı bölümlerini çekip çevirme yeteneğinden başka bir şey görmezdi. Efendi vurdumduymazlıktan geldikçe kadın büyüleme sanatındaki ustalığını ortaya döker, ne yazık ki istediğini elde edemezdi. Bu yüzden kadına bir aralık şüphe geldi. Acaba Hasnâ Hanım’ın kocası hakkında “Kocamın erkekliği yoktur.” diye çıkardığı söylenti bir gerçeğe mi dayanıyordu?

      Meselenin içyüzü tuhaftı. Şuayip Efendi’nin erkekliği var, hem de işlenmemiş bir maden gibi o yaştaki adamlarda az bulunur bir güç ve cevherdeydi. Osmanlı memleketlerindeki yere gömülü madenler gibi Şuayip Efendi kendi erkeklik cevherinden kendisi bile habersizdi. Hasnâ Hanım onu körlendi sanıyordu. Rahim tıkanıklığı nöbetleri sırasında ihtiyar karısının mevsimsiz olduğu kadar ateşli ve tiksinti verici sevda saldırışlarından kurtulmak için bu yalana başvurmuş ve karısını inandırıncaya kadar yıllarca akla karayı seçmişti. “Herifin gözü artık beni görmüyor. Büyü yapıp kocamı bağladılar. O sırım gibi adam paçavra kesildi. Keskin bir hoca biliyorsanız bana salık veriniz. Büyüyü bozdurayım. Bu genç yaşımızda herifle kardeş gibi olduk a dostlar!” sızlanışlarıyla çalmadığı kapı, başvurmadığı tedavi çaresi kalmadı. Kocasını haftalarca tütsülere yatırdı. Yedirmediği kuvvet macunu, takmadığı muska, ıslatıp içirmediği dua bırakmadı. Hoca, doktor öğütlerinden başka Çingene karısı reçeteleri şifa düzeninden olan kunduzlara, köstebeklere, kaplumbağalara, kurbağalara, örümceklere, yengeçlere, şeytan minaresinin içine, hüthüt yumurtalarına varıncaya kadar hep yedi. Karısının gönlünü yalnız bu suretle hoş etmeye çalıştı. Çünkü onun öteki türlü hatırını almaya kendince imkânı yoktu. Vücudunu her çeşit denemeye açık tutmaktan çekinmedi. Fakat Hasnâ Hanım paçavrayı diriltemedi. Kocasının güçsüzlüğüne inandı. Şuayip Efendi de hayatının bu en zor şeyinden kurtuldu. Fakat kadın bütün bütün fitili aldı.

      Karısının yedirdiği kuvvet verici şeylerden komisyoncunun bünyesi etkisiz kalmadı. Kanında ve sinirlerindeki cinsel yeteneği vakit vakit coşup kabarma nöbetleri gösterdi. Fakat yalnız turfanda ve taze meyveler için iştahları depreşen uyuşuk mideler gibi ihtiyarlara vergi gençlere düşkünlük merakıyla doluydu. Kokusu pek koklanmamış, renk ve çekiciliğiyle pırıl pırıl, yeni açılmış taze çiçeklere, gençlik ve güzelliğinin henüz dumanı üstünde, güvercin palazı körpe kızlara düşkündü. Günaha girerse de böyleleriyle girmek, yarın öteki dünyada günahlarının cezasını çekmek için zebanilere yakasını vermezden önce bu dünya meleklerinin aşk tatlarıyla yanmak isterdi.

      Ünlü bir masal vardır: Bir padişahın çocuğu olmaz. Bir derviş görünür. Zamanın hükümdarına bir elma sunarak bu sihirli elmayı kadın sultanla yarı yarıya yemelerini, kabuklarının da kısrağa yedirilmesini söyler. Bu elmadan Tanrı’nın izniyle nur topu gibi bir

Скачать книгу