Yalan. Yücel Tahsin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 25

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yalan - Yücel Tahsin

Скачать книгу

ve güven göstermesine şaşmamak elde değildi. Ama döndükten sonra da açık bir biçimde belli etti yakınlığını: hemşerisinin terlemiş, pembe yüzünün daha da pembeleşmiş olduğunu görünce, odanın kapısının tam karşısına düşen başka bir kapıyı açtı, “Bir çay da bahçede içelim,” dedi. Kocaman ağaçlarla dolu, geniş bir bahçeye çıktılar. Bayram Beyaz Maçka gibi bir yerde böyle kocaman bir bahçede bulunmanın şaşkınlığı içinde bocalarken, hemşerisi “Şuraya bak: on apartman dikilebilir içine,” diye söylendi. “Biz de bir köşesine sebze mebze ekiyoruz, yani ben komşu kapıcının karısı Cemile’ye ektiriyorum: salatalık, domates, biber, patlıcan, yaz kış maydanoz. Cemile patrona da salatalık, domates götürüyor. Yusuf bey Cemile’nin salatalıklarını çok sever.”

      Bayram Beyaz birden irkiliverdi, hemşerisine şaşkınlıkla baktı.

      “Sahi mi, Müslüm abi?” diye sordu, bir bilim adamının salatalık sevmesini usuna sığdıramamışa benziyordu.

      “Elbette sahi, hemşerim. Niye sevmesin ki? Ayrıca bizim Sivaslı ne yaparsa güzel yapar. Öbür uçta da koca bir kümesimiz var,” dedi Tokatlı Müslüm. Kapıcı odasına gidip iki iskemle getirdi, sonra, ikinci çaylar içilirken, yani daha şöyle bir oturup havaya girmeyi bile beklemeden, nerdeyse ta başından başlayarak yaşamını anlatmaya girişti, kimi zaman hızlı, kimi zaman ağır bir uyumla, şöyle böyle on yıl önce, bahçeyi ve tarlaları karısıyla kaynına bırakarak İstanbul’a gelip yapı işçiliği, arkasından buralarda bir yerlerde kapıcılık yaparken, kaç kez her şeyi bırakıp köye dönmesine ramak kaldığını, ancak, bir kez alıştıktan sonra, bu kenti memleketten daha çok sevmeye başladığını, böylesine büyük bir apartmanın kapıcılığıyla bile yetinmeyip türlü işlere el atarak durumunu iyiden iyiye düzelttiğini, böylece, şimdi, bu apartmanın kapıcısı olarak görünmekle birlikte, işçiden çok işveren konumunda bulunduğunu, örneğin bu yapının temizlik işlerini ücret karşılığında arka sokaktaki küçük apartmanın kapıcısıyla karısına yaptırttığını, biraz ileride bulunan büyük apartmanın yaşlı kapıcısının genç karısının, yani az önce sözünü ettiği Cemile’nin de hem kendisinin, hem patronun yemeğini yaptığını, yaşlı kocası gibi onun da Sivaslı olduğunu anlattı, “Sivaslı’dır, ama yaman kadındır, her iş gelir elinden,” diye ekledi.

      Üçüncü çaylar içilirken, daha önemli iş etkinliklerine geçti, İstanbul’un değişik semtlerinde “diktiği” gecekonduları saydı, yüzölçümlerini, oda sayılarını sıraladı, kaçının tek, kaçının iki, kaçının üç, kaçının dört katlı olduğunu söyledi: hepsi birkaç bin metre kare tutuyordu.

      Bayram Beyaz hem şaşırdı, hem de elinde olmadan ürperdi.

      “Hepsi gecekondu mu, tapusuz mu yani?” diye sordu.

      “Hepsi değil. Ama çoğuna tapu alamadık daha.”

      “Tapusuz topraklara bunca ev dikmekten korkmadın mı?”

      Tokatlı Müslüm şaşırdı.

      “Niye korkayım ki? Bu memleket bizim,” dedi, gözlerini gözlerine dikti, “Ayrıca, biz Tokatlılar her şeye bir çare buluruz,” diye ekledi.

      Bayram Beyaz başını önüne eğerek sustu bir süre, sonra birden gözlerini hemşerisinin gözlerine dikti.

      “Peki, Müslüm abi, bunca taşınmazın varken, neden böyle kapıcılık yapıyorsun ki?” diye sordu.

      Tokatlı Müslüm gülümsedi.

      “Bu apartmanı seviyorum, tam benim kuşlara göre, hem de Maçka her yere yakın,” dedi, sonra başka konuya geçti.

      “Kuşlar mı? Ne kuşları?” diye sordu Bayram Beyaz, ama Tokatlı Müslüm hiç oralı olmadan sürdürdü konuşmasını.

      Bayram Beyaz’ın iyice kafası karıştı: anlatılan olayların kendisinden çok, arkalarında gizlenen anlamı kavramaya çalıştı. Ancak, bütün çıkardığı, patronunun vebbigoç gibi zengin ve tıpkı vebbigoç gibi eli sıkı bir adam olmasının aynı zamanda bir tür çocuk, bu yaşında sürekli eve kapanarak çocuklar gibi kitap karıştırmakla oyalanan, televizyon dururken, radyoda nerede cızırtılı bir gâvur istasyonu varsa, onu bulup çıkaran bir yarı deli olmasını önlemediği, bir de kendisinin ve patronun yemeklerini yaptığını ve bedeni gibi elinin de çok lezzetli olduğunu söylediği Sivaslı Cemile’nin yaşamında büyük bir yer tuttuğu, Maçka’yı çok sevmesinin bir nedeninin de bu olduğuydu. Öyle anlaşılıyordu ki “hamur gibi” sözcükleriyle tanımladığı bu kadınla ilişkisini Tokatlılar’ın Sivaslılar’a karşı bir yengisi olarak değerlendiriyor ve kendini tüm Sivaslılar’ın eniştesi olarak görüyordu. Bayram Beyaz ülkenin en büyük bilim adamını çocuk olarak niteleyen bu kocaman adamın çocuksu tutumu karşısında gülümsedi. Sonra yavaş yavaş bir memleket özlemidir büyüdü içinde, Müslüm abinin konuşmasının akıcılığını, sözcüklerinin uyumunu bir tür ezgi gibi algılamaya başladı. Sonra, çelişkin bir biçimde, gene bu ezginin etkisiyle, burada, elinden gelse tüm ülkeyi kendi iyeliğine bağlayacak olan bu adamın yanında ne aradığını sordu kendi kendine, yaşamda ulaştığı konumun bu ezgiyi, doğduğu yerin bu benzersiz dilini bırakmaya değip değmediğini düşündü, içini çekti.

      Tokatlı Müslüm’se, hep anlatıyordu. Ancak, öyküsünü bitirdikten sonra, karşılığı önceden ödenmiş bir malı ister gibi, “Peki, sen ne zaman düştün buralara? Sen neler yaparsın, hemşerim?” dedi. Bayram Beyaz gazetede çalıştığını, uğraşının hesap uzmanlığı olduğunu söyleyince de “Yani okumuş adamsın, senet sepet, çek mek, tapu mapu, hepsinden anlarsın, değil mi?” diye sordu.

      Bayram Beyaz yüzünün kızardığını duydu.

      “Öyle sayılır,” dedi.

      “Nerede okudun?”

      “İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdim.”

      “Üniversiteyi mi yani?”

      “Öyle sayılır.”

      “Beyazıt’takini mi?”

      “Öyle sayılır, bizim akademi Sultanahmet’teydi, Beyazıt’a çok yakındı yani.”

      “Biliyorum. Çok iyi! Çok iyi!” dedi Tokatlı Müslüm, belki bir hemşerisinin başarılı olmasına sevindiği, belki de böyle okumuş bir hemşeriye her zaman gereksinim duyabileceğini düşündüğü için, mutlulukla gülümsedi. Ama uyanık adamdı: her sözcüğünün üstüne basa basa kendisinden ne istediğini sorup da hemşerisinin, fazlasıyla dolambaçlı bir girişin ardından, Yusuf Aksu’yla görüşmek istediğini öğrenince, kaşları çatılıverdi: bu işin altında bir tuzak bulunabilirdi. Hemen toparlandı, konuğunun amacını anlayıp oyunu kendisi oynamak düşüncesiyle, hiçbir şeyden kuşkulanmamış gibi davranmaya çalıştı, “Onunla ne görüşeceksin ki? Hesap uzmanlığı ona sökmez! Ne mal satar, ne kiraya verir!” dedi. Bayram Beyaz Yusuf Aksu’yu mal almak ya da konut kiralamak için değil, bilgisinden yararlanmak için görmek istediğini söyleyince, kuşkuları daha da arttı: bu tombalak hesap uzmanının hemşeri ayaklarına yatarak kendisini ya da patronunu oyuna getirmeye çalışması büyük olasılıktı. Gene de, biraz daha dinleyince, kuşkuyu elden bırakmamakla birlikte, belki de tıpkı

Скачать книгу