Yalan. Yücel Tahsin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 20

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yalan - Yücel Tahsin

Скачать книгу

yazmayı ve okumayı diyorum,” diye ekledi.

      Tam bu anda, ön sıralardan arka sıralara doğru bir başka dalgalanma başladı. Toplantının başlıca düzenleyicilerinden olan seksen sayfalık Sistematik ingiliz idyomları sözlüğü yazarı yaşlı profesör kızgın bir at gibi ayağını yere vurdu, “Korktuğum başıma geldi: bilimi bırakıp soytarılığa başladık!” diye homurdandı; yaptığı açıklama üzerine, yanındaki Southampton’lı profesör de şaşkınlık ve kızgınlıkla ellerini havaya kaldırarak kendi dilinde bir şeyler geveledi; Sistematik ingiliz idyomları sözlüğü yazarı ayağa kalktı.

      “Peki, yazısız toplumlara ne diyorsunuz?” diye bağırdı. “Yazının y’sini bilmeden bülbül gibi konuşan ilkel toplumlar ne oluyor?”

      Yusuf Aksu gözlerini yaşlı profesöre dikti, bir süre korkunç bir hüzünle, acır gibi süzdü adamı, gözlerini gene kâğıtlarına çevirdi, hiç sesini yükseltmeden, Yunus’un yıllar önce türkçe öğretmenine verdiği yanıtı yineledi.

      “Sayın hocam, yo… yo… yoksa siz ilkel toplumların tarih öncesinden beri, Tanrı’nın bıraktığı yerde, hep aynı ilkel topluluklar olarak durduğunu mu düşünüyorsunuz?”

      Yaşlı profesör yanıtın mantığını da, amacını da anlamadı, ama, altta kalmak istemediğinden, sesini daha da yükseltti.

      “Hayır, ama bu toplantı resmi bir toplantıdır, burada yazının dilden önce bulunduğunu söyleyemezsiniz,” dedi.

      Yusuf Aksu, hep aynı kekelemeyi sürdürme duygusu içinde, bilgece gülümsedi.

      “Doğru, ben resmi dilbilim yapmıyorum; sizin gibi ‘Önce söz vardı,’ diyecek değilim, ama, yazı da tıpkı dil gibi bir bildirişimsizlik aracı olabilir,” diye yanıtladı, öfkeli adam, gırtlağının tüm gücüyle, saçmalığın bu kadarının fazla olduğunu söyleyince de Yunus’un böyle durumlarda başvurduğu en etkili yanıtı anımsadı, “Bunu anlayamamanız gerçekten acı, benim için değil, sizin için. Benim bunda bir suçum yok!” dedi.

      Başta kendisi olmak üzere, Yusuf Aksu’nun ne demek istediğini hiç kimse tam olarak anlamış değildi, ama, ön sıralarda oturan bilim adamları onun Amerikan Koleji’ndeki arkadaşlarına pek benzemiyorlardı, öğrendiklerinin tartışma konusu edilmesini somut, hatta bedensel bir tehlike gibi algıladılar, salon çökmek ya da sular altında kalmak üzereymiş gibi, hep birden ayağa fırladılar, birbiri ardından patlayan flaşların parıltısı altında, gırtlaklarının tüm gücüyle yuh çekerek yumruklarını sallamaya başladılar. İçlerinden birkaç kişi de, yumrukları havada, “İn aşağı, in aşağı!” diye bağırarak kürsüye doğru yürüdü. Yusuf Aksu, tepeden tırnağa titredi, Yunus’u sınıftan atan tarih öğretmenini görür gibi oldu, hocaların, nerede olursa olsun, saldırganlık alanında öğrencileri fazlasıyla aştıklarını düşündü, bu düşünce bir ölçüde içini rahatlattı: kendisi de Yunus gibi tepki gördüğüne göre, doğru yolda olduğu kesindi. Ne var ki, tüm engellemelere karşın, adamlar üzerine geliyorlardı; bir an, yuvalarından fırlamış gözleri, yardımına koşacak birini arar gibi, tüm topluluğu taradı; çocukluğunda, top oynayan çocukların arasına düştüğü zamanlardaki gibi, belki de umutsuzluğun getirdiği esenlikle, gülümsedi. Bu sırada, kızgın bilim adamları kürsünün çevresini sarıvermişti. En irisi, Yusuf Aksu’yu kravatından yakalayıp aşağıya doğru çekerken, bir başkası cebine koymak üzere topladığı kâğıtlarını almak amacıyla koluna yapıştı; Yusuf Aksu, bilgece gülümsemesi bir an bile gölgelenmeden, “Bir dakika, bir dakika, kolumu koparacaksınız! Kâğıtlarımı istiyorsanız, buyurun!” dedi; sonra, kızgın bilim adamlarının, hangi içgüdüyle, bilinmez, bıraktığı kâğıtların üstüne üşüşmelerinden yararlanarak aralarından sıyrıldı, kimi resmini çekmeye çalışan, kimi ilk tümcesinin yarattığı tepkiler konusunda sorular yağdıran gazetecilerin varlığının ayrımında bile değilmiş gibi, başı yukarıda, gözleri uzak bir noktada, ağır ağır kapıya doğru ilerledi, çıktıktan sonra, usuna bir şey gelmiş gibi birden koşmaya başladı, kara Cadillac’a zor attı kendini.

      “Hadi, Ahmet efendi, hemen gidelim buradan!” dedi.

      Daha sonra, tam kapıdan çıktığı sırada, tüm duvarı kaplayan kocaman “Uluslararası Dilbilim Günleri” yazısı altında fotoğrafını çekmeye çalışan bir gazeteci, “Üniversitenin ikinci bitişi” ya da “Üniversiteyi ikinci bitirişim” gibi bir şey mırıldandığını ileri sürecekti. Ancak, o anda oldukça uzun bir söyleve girişmiş bile olsa, pek işiten olmayacaktı, çünkü, çoğu gazetecilerin gözünden kaçmış olması bir yana, tam o anda, kâğıtlarını elinden almış olan dilbilimci (ileri sürdüğüne göre, amacı bildiriyi yok etmek değil, içindeki savları inceleyerek tek tek çürütmekti), kürsüde, öfke ve şaşkınlık içinde, çok daha önemli bir gerçeği dile getiriyordu: “Ama bu kâğıtlar bomboş! İşte görüyorsunuz! Bu adam tek satır yazmamış!”

      Yusuf Aksu’nun kendisi de bir ölçüde doğruladı bu saptamayı: birkaç gazeteci, kızgın bilim adamlarına inat, gazetelerinde olduğu gibi yayımlamak üzere, bildirisini istedikleri zaman, “Bende bildiri yok,” demekle yetindi. “Benim hiçbir bildirim yok!” Onlar da, yanıtın bulanıklığından yararlanarak, bildirinin göz göre göre çalındığını, günün birinde, dünyanın herhangi bir yerinde, başka bir bilim adamının, büyük olasılıkla bir Amerikalı’nın imzası altında “insanlığa ulaşacağını”, bundan da, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin zararlı çıkacağını yazdılar. Kendi uzmanlık alanının dışında kalan her konuya yakın ilgi gösteren, ama, yaşam ilkesi gereği, herhangi bir konuda açıkça yan tutar görünmekten özenle kaçındığı için patırtıyı oturduğu yerden izlemiş olan ünlü bir toplumbilim profesörüyse, ser verip sır vermeyen dar arkadaş çevrelerinde, basının bu olaya ve Yusuf Aksu’nun kişiliğine gösterdiği büyük ilgiyi “halkımızın ümmilik tutkusuyla” açıkladı; bildirisini yazılı olarak sunan bir Yusuf Aksu’ nun yaratabileceği ilginin boş kâğıtlarla yarattığı ilginin gölgesi bile olamayacağını, kısacası, her şeyi bu boş kâğıtların belirlediğini anlattı. Boş kâğıtlara ayrılan satırların oranı da kendisini haklı çıkarır gibiydi: kimi konularına fazlasıyla egemen olduğu, kimi gözlemlerini kâğıda dökmeyi kendini beğenmişlik sayacak ölçüde alçakgönüllü davranmak istediği, kimi bizim bilim adamlarımızın henüz onun düşüncelerini anlayacak düzeye gelmediklerini önceden bildiği için, bildirisini yazma yoluna gitmeyip “bir Fransız atasözünün dediği gibi yürekten okuduğunu” yazıyor, ama konunun bu yönüne hepsi de özel bir önem veriyordu.

      Hangi açıklama benimsenmiş olursa olsun, konuya büyük ilgi gösterildiği kesindi: Uluslararası Dilbilim Günleri’nin açılış törenine tek sözcükle yer vermemiş olan gazeteler bile Yusuf Aksu olayına birinci sayfalarında yer verdiler. Böylece, yayımladığı çıplak kadın fotoğraflarının çarpıcılığıyla ünlü bir gazete Yusuf Aksu’nun elinden alınan boş kâğıtların fotoğrafını renkli göğüs ve kalçalar arasında, “Soymadığımız bir bilim adamları kalmıştı!” başlığıyla sunuyor, “bildiri söğüşçülüğü”nün öyküsünü oyuncu ve şarkıcıların aşk öykülerinden daha uzun bir yazıyla veriyordu; ilerici diye adlandırılan ünlü bir gazete aynı ayrıntıları “Üniversitede sansür” başlığı altında sıralıyor ve Yusuf Aksu’nun alçakgönüllü kılığı üzerinde özenle durduktan sonra, bizi bu büyük dilcinin kim bilir hangi gerekçelerle bilim

Скачать книгу