Yalan. Yücel Tahsin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yalan - Yücel Tahsin страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yalan - Yücel Tahsin

Скачать книгу

da birkaç kez gelmişti Maçka’ya, ama, ölümünden sonra, nerdeyse her hafta gelmeye başladı. Her gelişinde Yusuf Aksu’yu karşısına alıp oturuyor, onun için bir ikinci anne sayılabileceğini vurguladıktan sonra, yaşamının yönetimi konusunda öğütlere girişiyordu. Başlıca öğüdüyse, kolaylıkla kestirilebileceği gibi, bir an önce doğru dürüst bir kız bulup evlenmesiydi; böylece, hem yalnızlıktan kurtulur, hem babasının adını yaşatır, hem de adamcağızın bıraktığı büyük servetin ileride devlete kalmasını önlerdi. Söylediğine göre, bilgili, görgülü, namuslu, eli yüzü düzgün birkaç aday tanıyordu; isterse, kendisini onlarla görüştürebilir, bir tanışma dönemi geçirmelerini sağlayabilirdi. Ne var ki, önerisini her yineleyişinde, Yusuf Aksu, saygılı ve kararlı bir biçimde, şimdilik evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Sulhiye hanım da fazla üstelemedi. Bir süre, gelip gitmelerini seyrekleştirdi, evlenme konusuna da hiç dokunmadı. Sonra bir gün yepyeni bir öneriyle geldi: tanıdıklarından okumuş bir kız, tıpkı kendisi gibi, anasını ve babasını birbiri ardından yitirdikten sonra, sözcüğün tam anlamıyla ortada kalmıştı, ne bir gelir kaynağı vardı, ne oturacak bir odası. Ufak bir ücretle yanına alacak olursa, kızcağız her işine bakar, evini düzene sokar, uşak ve hizmetçileri denetim altında tutardı. Yusuf Aksu kızcağızı böyle bir işte çalıştırmaktansa, kendisine yardımda bulunmayı önerdi. Ancak, Sulhiye hanım “Burada olursa, gözüm arkada kalmaz,” diye dayattı, bu arada, sanki bir ayrıcalık söz konusuymuş gibi, ikide bir, “Adı Necla’dır,” diye yineleyip durdu. Öyle çok yineledi ki Yusuf Aksu boyun eğmek zorunda kaldı.

      Ne var ki, sıradan ve üstü başı dökülen bir hizmetçi kız beklerken, güzel giyimli, alımlı çalımlı, ekonomiden politikaya, neden söz açılsa, kendi yorumunu getiren, bu arada, solculara atıp tutmak konusunda hiçbir fırsatı kaçırmayan, güvenli havasıyla insanı ezen bir hanım buldu karşısında. Elden geldiğince uzak durdu ondan, yanına gelip söyleşime girişmek istediği zamanlarda da işi başından aşkınmış gibi davrandı. Buna karşın, aradan iki hafta geçmeden, bir gece, uykunun en tatlı yerinde, çırılçıplak yatağında buldu onu: pijamasının altını çıkarmış, üstünü de çıkarmaya çalışıyordu. Tepeden tırnağa titredi. “Ne oluyor? Siz kimsiniz? Nerden geldiniz?” diye sordu yüksek sesle. Kız parmağını dudaklarına bastırdı, “Yavaş! Bütün evi uyandırmak mı istiyorsun?” dedi. Yusuf Aksu kiminle karşı karşıya olduğunu o zaman anladı, hemen çıkıp gitmesini söyledi ona, istediği de buydu. Ama Necla oralı bile olmadı, kulağını dudaklarının arasına almaya çalıştı, “Sen sus, hiçbir şeye karışma,” diye fısıldadı, “Sen öyle dur, bana bırak her şeyi.” O da boyun eğdi sonunda, çırılçıplak kaldı, kendisinden istendiği gibi, hiçbir şeye karışmadan, öylece durdu, beklenmedik konuğunun bir yandan elleri, bir yandan dili ve dudaklarıyla, bedeninin her yanını öpüp okşayışını dinledi. Karşılık vermedi, dudaklarını dudaklarına yapıştırmaya kalkmadıkça, fazla bir tepki de göstermedi. İçinde tuhaf bir korku vardı, yüreği de kötü çarpıyordu, bu yüzden fazla bir haz duymuyordu; ancak bu gittikçe hızlanan dokunuşlar çok da kötü gelmiyordu. En iyisi kızın kendisini karşılık vermeye zorlamaması ve artık hiç konuşmaması, kendini nerdeyse tüm varlığıyla devinimsiz bedenini okşamaya vermesiydi. “Tanrım, çok geç uyanıyorsun!” diye söylendiğini duydu bir ara, bir süre sonra da “Ama hiç uyanmıyor da değilsin, işte uyanıverdin!” dediğini, hemen arkasından da, kendisi bacaklarını karnına doğru çekerken, en sonunda kollarını gevşeterek, “Olamaz! Boşalıverdi!” diye inlediğini işitti, yüzünü duvardan yana döndü. Ama kız yılmadı, eğilip yanağını öptü, “Sen sıkma canını, bunun yarını da var!” diye fısıldadı kulağına.

      Ertesi gece de, sonraki gecelerde de geldi. Üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yaptı, üç aşağı beş yukarı aynı sonuçları aldı, aynı sözcükleri yineledi: “Geç uyanıp erken boşalıyorsun, ama sıkma canını, bunun yarını da var!” Gündüz, evin adamları arasında gidip gelirken, kendisine, genellikle kendi uygun bulduğu saatlerde, çay ya da kahve getirdiğinde ya da yakınında bir koltuğa ilişip solcuları çekiştirirken, gece karşılaştığı başarısızlık hiç keyfini kaçırmamış gibi görünüyordu; tam tersine, anlatılmaz bir şenlik havası yayıyordu çevresine; bu yüzden olacak, kadın, erkek, herkes kendisine hayrandı evde, elini sıcaktan soğuğa vurdurtmamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Yusuf Aksu’ya gelince, yatağına geldiği ilk geceden beri, onu her görüşünde başını önüne eğmesi bir yana, avukatından kapıcısına, bir insanla karşı karşıya geldiği her seferde, o gece yatağında olanlar gözlerinden ellerine her yanında açık açık okunuyormuş gibi, yüzünün kızardığını duyuyor, en sıradan soruları yanıtlarken bile Yunus gibi kekeliyor, yatak odasının kapısını kilitlemeye karar veriyordu. Annesi onu cinsel konulardan hep uzak tutmuş, mutlu olmak istiyorsa, kadın ardından koşmamasını, özellikle de erkek düşkünü kadınlardan uzak durmasını yinelemişti hep, o da öğütlere uymuştu. Üstelik, Yunus’un kendini öldürdüğü günden beri kadınlara gücül düşmanlar olarak bakmaktaydı. Gelişlerinden çok hoşlandığını söylemek de zordu. Uykunun en derin yerinde çırılçıplak yatağına dalması, bedeninin her yanında dilini ve dudaklarını gezdirmesi tüylerini diken diken etmişti her zaman, gelmekten vazgeçse, sevinirdi, rahat rahat uykusunu uyurdu. En azından, o yatağındayken hep böyle düşünüyordu. Buna karşılık, gündüzleri, çalışma odasında kitap karıştırırken, salonda otururken, geceleri, yatağında, uykuya dalmadan önce, ikide bir onu düşlemeye başlıyor, kolay kolay da bu düşten sıyrılamıyordu: kimsesiz kız, dili, dudakları, göğüsleri, elleri, kalçaları ve bacaklarıyla kolay kolay veremediği, verince de nerdeyse başlamadan biten hazzı bu yarı uyanık düşlerde veriyordu ona: beden kısa sürede uyanıp geriliyor, gerginliği de bayağı sürüyordu. Öyle ki Yusuf Aksu aynı şeyin o yatağa gelince de süreceğine inanmaya başlıyor, bir kez daha, kapısını açık bırakıyordu. Ama bir kez bile gerçekleşmedi umduğu. “Bu iş ancak bu kadar olur,” diye düşündü. Ondan aldığı, daha doğrusu onun zorla verdiği hazzın başka kadınlardan alabilecekleri konusunda iyi bir ölçüt olduğunu düşünmekten de kendini alamadı, her geçen gün biraz daha soğuk davrandı ona, hiç böyle bir alışkanlığı bulunmamasına karşın, arada bir terslediği bile oldu. Böylece, kısa sürede tüm evin gözdesi olan Necla hanım bir sabah erkenden sokağa çıktı, akşamüzeri Sulhiye hanımla birlikte döndü, evde nesi var, nesi yoksa hepsini topladılar, hiçbir açıklamada bulunmadan alıp gittiler. Bir daha da ortalarda görünmediler. Yusuf Aksu bir süre bekledi, gergin düşleri birkaç ay eskisinden de güçlü bir biçimde sürdü, sonra, yavaş yavaş, hem zayıfladı, hem seyrekleşti, sonra her iki kadın da çıkıp gitti düşüncesinden: böyle şeyler hiçbir zaman fazla çekmemişti onu.

      Alışılmış düzenine geri döndü böylece, her şey değiştikten sonra, o pek bir şey değişmemiş ya da değişmeyen yalnızca nesneler ve alışkılarmış gibi davrandı, ölüm düşüncesi de yavaş yavaş yakasını bıraktı. Dışarıdan bakılınca, bundan hoşnutmuş, evin eski düzeninin ve eski görüntüsünün sürmesi kendisini mutlu etmeye yetiyormuş gibi görünüyordu: günlerce, pencereden denize ve karşı kıyılara bile bakmadan, sanki ivedi yetiştirilmesi gereken bir çalışma hazırlarcasına ansiklopedilerle oyalanması, dünyayı sarsacak bir olay bekliyormuş gibi yabancı radyo istasyonlarını dinlemesi de bunu kanıtlar gibiydi. Üzerine birdenbire koyu bir sis gibi çöken yalnızlığın yaşamında açtığı boşluğu bunlarla dolduruyordu. Ayrıca, denilebilirdi ki, ansiklopedi de, yeni diller de, yabancı radyolarda onda biri anlaşılıp onda dokuzu anlaşılmayan konuşmalar da birer kekelemelik edimiydi, dolayısıyla, çok yetersiz bir düzeyde bile olsa, Yunus’la özdeşleşmenin değişik biçimleri olarak değerlendirilebilirdi. Bununla birlikte, Yunus’la özdeşleşmenin kekelemeden

Скачать книгу