CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker

Скачать книгу

doğru çıkmadı mı? Demin bağırdım size telefonda, içerde kötü davrandım, şimdi yardımınıza ihtiyacım var.”

      Bu cümlenin ardından ağlar diye korktum. Ama ağlamadı. Özellikle yumuşatmaya çalıştığı gözlerle baktı yüzüme.

      “Elimden gelen bir şeyse,” dedim.

      Çantasını açtı. Hızla hareket ediyordu, sanki fikrimi değiştiririm diye. Elini içine soktu. Bekledim.

      Elini çekti çantasından.

      “Şunu benim için saklar mısınız?” dedi sonra.

      Avcunun içinde 6.35 milimetrelik bir tabanca vardı. Bir CZ 92. MKE’nin bir ara sattıklarından. Bir beze falan sarılı değildi. Apaçık, çıplak, ortada. Bir o kadar da tedirgin edici. Yeni tanıştığınız bir kadının, karşınızda soyunması gibi.

      “O ne?” dedim. “Kimin o?”

      Bu kadarcık şeyi akıl edemedin mi, der gibi baktı yüzüme. Bu bakışı sık sık alacak şeyler söylemeye başladın bu ara Remzi Ünal, dedim kendi kendime.

      “Nazan’ın,” dedi. “Saklayabilir misiniz?”

      “Önce onu torpido gözüne koy, hemen,” dedim bütünüyle otorite taşıyan bir sesle. “Gören mören olur.”

      Elindekini torpido gözüne koyuşunu seyrettim hafifçe eğilip. Doğrulduğunda başını beladan kurtarmış birinin rahatlığı vardı üstünde.

      Ne diyeceğimi, hangi tavırla diyeceğimi tam olarak belirleyemeden, arkamızdaki Coca Cola dağıtıcısı küçük kamyon var gücüyle asıldı kornasına. Baktım, ışık yeşil. Epeyi yeşil. Hareketlendim. Aşağıya, alt geçidin önüne yeni yaptıkları göbeğe kadar konuşmadık. Göbekten sola döndüm, karşıdaki hiçbir yere gitmeyen geniş yola girdim. Her gün burada pinekleyen servis otobüsleri göreve dağılmışlardı. Biraz ilerleyip solda durdum.

      “Tamam, tamam,” dedim. “Saklarım. Ama biraz konuşalım. Nereden çıktı bu tabanca?”

      “Nazan’ın dedim ya,” dedi.

      “Aldığından haberi var mı?” dedim.

      Aynı ‘çattık aptala’ bakışıyla bakacak gibi oldu, vazgeçti hemen, ne düşündüyse.

      “Yoo…” dedi. “Bir tabancası olduğundan haberim olduğunu bile bilmiyor.”

      “Sonra…” dedim arkası gelecek umuduyla.

      “Yeni aldı,” dedi. “Nereden bulduysa…”

      “Sen ne zaman gördün?” dedim.

      “Ablam beni eve çağırdıktan sonra,” dedi anlattıklarını gözünün önüne getirmek ister gibi otomobilimin boş radyo/teyp yuvasına bakarak. “Yatak odasında, yastığının altındaydı. Kızın odasında kolonya var, al gel, dediydi. Ucu gözüküyordu yastığın altından. Baktım. Dışarı çıkarken aldım oradan. Bir serserilik etmesin diye. Sonra siz gelince iyice korktum.”

      “Neden bir tabancaya ihtiyaç duydu acaba?” dedim.

      “Bilmem,” dedi bildiğini ima eden bir ses tonuyla. “Bu küçük kızların işine akıl sır ermez. Polisler görürse, dedim kendi kendime. Eve, odalara bakarlar falan. Korktum. Siz öyle polis molis konuşunca.”

      Sormam gereken soruları ertelemekten bıktığımı hissettim bir an.

      “Neden bana veriyorsun?” dedim.

      “Niye?” dedi. Yüzüme bakıyordu. Merakı hakiki gibiydi.

      “Yani,” dedim, “az ilerdeki bir çöp tenekesine atabilirdin. Ortalık konteyner kaynıyor. Neden bana veriyorsun?”

      Bu sorunun cevabını çok önceden biliyormuş gibi hızla konuştu. Heyecanla titriyordu sesi biraz.

      “Polisler çevredeki çöp kutularını didik didik ararlarmış diye duymuştum,” dedi. “Hem sonra…”

      Başımı salladım devam etsin diye.

      “Siz özel dedektif değil misiniz?” dedi doğru cevabı bulmuş bir öğrencinin sevinciyle şakır gibi. “Size verirsem hem polisler görmez hem belki durumu kurtarmanıza yardımcı olur dediydim. Parmak izi falan.”

      Elimi torpido gözüne doğru salladım.

      “Üstünde en çok senin parmak izin vardır,” dedim.

      “Ayy!” dedi ellerini ağzına götürüp. Sonra aynı eliyle alnına vurdu. “Salağım ben, salağım!”

      “Yok canım,” dedim. “Dert etme. Bir çaresini buluruz.”

      Cevap vermedi bu kez. Torpido kapağının biraz üstünde bir noktaya bakıyordu. Otomobili hareket ettirdim.

      “Evin oraya mı bırakayım seni?” dedim.

      Saatine baktı.

      “Geç kaldım ama bir deneyeyim,” dedi kendi kendine konuşur gibi. Sonra bana döndü.

      “Beni Levent’e bırakır mısınız o zaman?” dedi. “Daha iyi olur. Bir deneyeyim.”

      “Elbette,” dedim otomobilimi ikinci vitese takarken. Neyi deneyeceğini merak etmemeye karar verdim. Levent ayrımındaki ışıklarda inene kadar tek kelime konuşmadık.

      Esentepe trafiği akşam işten çıkış moduna girmişti enikonu. Bankaların servis araçlarına bu kez teşekkür ettim içimden, yolun bir şeridini kapattıkları için. Çakır Otomotiv’in hizasından mecburen ağır ağır geçtim. Manzara aynıydı. Akşam olduğunda sergilenen otomobilleri birisi içeri alıyor herhalde, dedim kendi kendime. Bugün kim alacak?

      Ama durmadım. Hedefimi geride bırakınca trafiğin izin verdiği kadar hızla ilerleyip ışıklardan geri döndüm. Ön cam kirleticisi yerinde değildi. Levent yönüne doğru çok daha yüklüydü trafik. Dura kalka ilerledik hep beraber.

      Çakır Otomotiv’in hizasına gelince bir kez daha baktım. Her şey normal gözüküyordu. Bir işgününün esnaf için en bereketli saatleri olmasına karşın, kapalı bir otomobil galerisi. O kadar normal işte. Kapısı bile mühürlü değil.

      Arkamdan gelenleri bağırta bağırta en sağa doğru yanaştım. Şişli Belediyesi’nde işi olan otomobil sahiplerini mutlu etmek için gün boyu bekleyen derme çatma otoparka girdim. Torpido gözümde bir 6.35’likle otomobilimin çekilmesi riskini göze alamamıştım. Mesai saati bittiği için boşalmıştı otopark. Sakalları iki günlük bir adamın gösterdiği yere park ettim otomobilimi.

      Telaşsız adımlarla yürüyerek caddeye indim. İşten çıkan yakışıklı beylerin, güzel hanımların caddenin karşısına güvenle geçebilmeleri için düzenlenmiş yaya geçidinde epeyce bekledim araçların biri yol versin diye. Veren olmayınca kendimi attım karşıya. İki kornayla sıyırttım.

      Geniş

Скачать книгу