CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker

Скачать книгу

rahatlamış gibi. “Zaten sizi bir kez daha görmesi uygun olmazdı. İçeri girmeniz dert değil. Bendeki anahtarı verebilirim.”

      Saatime bir kez daha baktım. Polislerin cinayet soruşturmalarındaki hızlarını tam olarak bilemiyordum ama içimden bir ses acele etmemi öğütlüyordu.

      “Verin o zaman,” dedim.

      “Bir dakika,” dedi ev sahibem. Ayağa kalktı. Bir şey söyleyecekmiş gibi duraksadı, sonra vazgeçti. Salondan çıktı.

      Kahvemden bir yudum daha alma ihtimalini değerlendirdim. Berbat tadının üstüne soğuması da eklenmiştir, dedim kendi kendime. Vazgeçtim.

      Hangimizin o zarfın içindekilere daha çok ihtiyacı var, diye düşündüm. Ne fark eder, dedim sonra.

      Ev sahibem içeri girdi tekrar. Elinde Mercedes amblemine bağlı bir anahtar vardı.

      Yerine oturmadan uzattı anahtarı. Ayağa kalkarken aldım.

      “Bu arka kapının anahtarı,” dedi. “Binanın arkasına dolanırsanız görürsünüz. Son çıkan alarmı çalıştırdı mı bilmem ama tuvalete giden kapının arkasında kumandası var. Eğer kırmızı ışık yanıyorsa dört kere ikiye basmanız gerekir. Kırk beş saniye içinde. Yoksa çalar.”

      “Karakola mı bağlı alarm?” dedim.

      “Hayır. Bir şirket var. Onun merkezinde. Güya sinyal gelirse bir adam yolluyorlarmış. Eskidendi karakol.”

      Artık sormam gerekiyordu. Zamanım az olsun, olmasın.

      “Neden gidip kendiniz almıyorsunuz zarfı?” dedim. “Bu kadar önemliyse…”

      Ev sahibem bir adım geriye attı konuşurken. Eliyle sitenin arkasındaki vadiye, kapalı spor salonuna, iyice gerilerdeki bankaların göğe yükselen yapılarına açılan pencerelerini işaret etti.

      “Pencerelerimin pırıl pırıl olması da önemlidir benim için,” dedi. “Ama her hafta temizliğe gelen kadına sildiriyorum onları. Aşağı düşmesi benim düşmemden çok daha küçük bir ihtimal.”

      Hak ettin bunu Remzi Ünal, dedim içimden. Cevap vermedim. Kadını hafife almama kararım için tebrik ettim kendimi. Kapıya doğru ilerledim. Mercedes amblemli anahtarı cebime koydum yürürken.

      “Şimdiye kadar da hiç düşmedi,” dedi arkamdan ev sahibem. Sesinde hafif bir gülümseme tonu vardı ama dönüp neye benzediğini denetlemedim artık.

      Merdivenleri çok fazla düşünmeden indim. Düşünmeye kalksam, mesleğim ve mesleğimi icra edişim üzerine deminki şahane yorumdan fazlasının geleceğini biliyordum. Düşmenin sonunun nereye kadar varacağını kendi kendime bir kez daha söylemenin ne yararı vardı? Yıldız Turanlı yeteri kadar belirtmişti bunu, sözlü ve sözsüz olarak. Artık belirtmek zorunda kalmama kararı almıştı, o başka.

      Gidip şu lanet zarfı yerinden alayım, sahibine vereyim ve kim kimi öldürmüş diye düşünmekten sonsuza kadar kurtulayım, dedim içimden.

      Apartmanların ortasındaki otoparka erişince yeniden eski evime çıkmamın gereksiz olduğunu düşündüm. Otomobilime doğru yürüdüm. Başımı yeni belalara sokmamdan memnun olmuş gibi parlıyordu camları, iyice eğik gelen akşam güneşinin altında.

      İçeri girdim. Kabindeki fırının etkisini azaltmak için şoför ve yolcu kapılarının pencerelerini indirdim. Motoru çalıştırdım. Hareket etmeden önce bir sigara yaktım ama.

      İyi bir kahve konusunda yanlış karar aldığımı düşündüm.

      Çoğu zaman yanlış karar aldığımı düşündüm. İnsanoğlu değişmem zannediyor ama değişiyor, dedim kendi kendime. Bu derin gerçeğin farkına varmanın, ben dahil kimsenin işine yaramayacağını fark ettim sonra.

      Motoru çalıştırdım.

      O anda araç telefonum çaldı. Sigaramı pencereden atacak kadar beklettim karşı taraftakini.

      Sekreteri değil kendisiydi reklamcı arkadaşımın.

      “Hey!” dedi.

      “Sana da hey!” dedim.

      “Bir gelişme var mı?” dedi.

      “Galeriye bir kere daha gitmem gerekiyor,” dedim.

      Bir an durakladı konuşmadan önce.

      “Kafadan hakama alacağımı söylesen seninle gelmem,” dedi aceleyle sonra.

      “Söylemiyorum zaten,” dedim. “Sende ne var ne yok? Bir daha geldiler mi, telefon falan?”

      “Hayır. Ben de sende haber vardır diyordum. Aramızdaki dedektif sensin.”

      Derin bir soluk verdim.

      “Bunca zamandır ben de öyle sanıyordum,” dedim. “Aslında dördüncü katın camlarını silen temizlikçi kadınmışım. Dışarıdan silen yani.”

      Anlamasını beklemiyordum. Anlamadı da.

      “Ne saçmalıyorsun?” dedi.

      “Boş ver,” dedim.

      “Bak, bir yardımım dokunacaksa gelirim,” dedi. “Şaka yaptım demin.”

      “Anladım,” dedim. “Gerek yok.”

      “Tamam,” dedi reklamcı arkadaşım. “Bir gelişme olursa haber ver. Çaktırmıyorum ama korkuyorum bayağı.”

      “Tamam,” dedim telefonu kapatmadan önce. Ben de korkuyorum, dedim kendi kendime.

      Pencereden attığımın yerine bir yenisini yaksam mı, diye düşündüm önce. Sonra vazgeçtim. Otomobilimi birinci vitese takmak için ayağımı debriyaja, elimi vites koluna götürdüm. Takamadım ama.

      Kapı açıldı. İçeri önce bir çift mini etekli bacak girdi, sonra Asuman yolcu koltuğuna oturdu, kapıyı kapattı. Elindeki çantayı kucağına yerleştirdi. Siyah, hanım hanımcık bir çanta. Ayağımı debriyajdan çektim. Yüzüne baktım.

      “Sizinle mutlaka görüşmem lazımdı,” dedi. “Hem de hemen. Neyse ki çok bekletmediniz.”

      “Buyurun,” dedim hiç şaşırmamışçasına. “Sizin için ne yapabilirim?”

      “Sürebilir misiniz?” dedi boştaki elini cama doğru kaldırıp. “Görüp mörüp şey etmesinler…”

      Sesimi çıkarmadan otomobilimi hareket ettirdim. Apartmanların arasındaki boşlukta kocaman bir U dönüşü yaptım. Ana caddeye ulaşan yokuşu tırmanıp sola döndüm. Asuman yanımda birlikte alışverişe çıkmışız gibi oturuyordu. Çantası kucağında.

      Açıldığından beri bir kez geldiğim kocaman marketi kucaklayan Mustafa Kemal Kültür Merkezi’ne kadar konuşmadan geldik. Kavşaktaki kırmızıda durdum. Başımı çevirip yüzüne baktım.

      “Dinliyorum,”

Скачать книгу